16 Ekim 2013 Çarşamba

El Munkızu Mined Dalal \ Ebu Hamid Gazzali


EL MUNKIZU MİNED DALAL
Yazar: İmam-ı GAZALİ

1. İMAM-I GAZALİ HAZRETLERİNİN KISACA HAYATI VE ESERLERİ
Asıl adı Muhammed’dir. Künyesi Ebu Hamid’dir. Lakapları Hüccetü’l-İslam ve Zeynü-d-Din’dir. Gazali Hazretleri hicri 450/1058 yılında Horasan’ın Tus şehrinde doğdu. Bir müddet memleketi Tus’da Ahmed b. Muhammed er-Redegani’den fıkıh dersleri aldı. Sonra Curcan şehrine gitti. Orada ise, İmam Ebu Nasr el İsmail’in talebeliğini yaptı. Sonra memleketine döndü. Daha sonra İmam Gazali Hazretleri tahsilini devam için Nişabur’a gitti. Orada zamanın allamesi, müçtehit İmam-ül Harameyn Ebu-meali el Cuceyni’nin talebesi oldu. Nişabur’dan ayrıldıktan sonra Selçuklu Devletinin baş veziri Nizamü’l Mülk’ün ısrarı üzerine Bağdat’ta Nizamiye Medresesi’ne Ebu İshak eş Şirazi’nin yerine tayin oldu. Fakat hicri 488 yılında ruh âleminde büyü kibir sarsıntı oldu ve neticede bu parlak hayatı terk etti.
Bu ruhi sarsıntı, bir şüpheden kaynaklanıyordu. Yerine kardeşi Ahmet’i bırakarak Bağdat’tan ayrıldı. 10-11 senesini riyazat, mücahade, manevi terbiye, kalbi amel ve ilimle geçirdi. Evvela Şam’a gitti. 2 yıl kaldı. Sonra Kudüs’e gitti. Kudüs yakınındaki Halilu-r rahman’ı, Mekkey-i Mükerreme’yi ve Medine-i Münevvere’yi ziyaret etti.
Şüpheleri gitti, yakin hasıl oldu. Bağdat’a tekrar geri döndü. Bu uzun uzlet günlerinde yazmış olduğu İhya-yı okutmaya başladı. Bu arada İslam aleminde fitneler çoğalmış, fikirler bozulmuş, sünnet hayatı unutulmuştu. İnsanlara bir mürşid, bir imam lazımdı. Bu arada Selçuklu veziri Fahru’l Mülk’ün ısrarı üzerine 499/1105 yılında tekrar tedris hayatına döndü. Ömrünün sonuna doğru tekrar vatanı olan Tus şehrinde avdet etti.
İmam Gazali Hz.’leri hicri 505/1111 senesi cemaziyevvel ayının 14. Pazartesi günü sabah namazı vaktinde abdest tazeleyip namaz kıldı. Yanındakilerden kefen istedi, kefeni öpüp yüzüne sürdü, odasına gitti. Vefat etmiş olarak odasında bulundu.
Gazali Hz.’lerinin kaynaklardan bin kadar eserlerinden söz edilmekle beraber elimizde yüz civarında eseri mevcut bulunmaktadır. Başlıcaları: Cevahir’ul Kur’an, Fedailu’l Kur’an, Kavaidu’l Akaid, El Akidetu’l Kudsiyye, El Esmaü’l Hüsna, Ed-dureru’l Fahira, Kitabu’l İktisad, Fi’l İtikad, Er-risaletü’l Kudsiyyei İhya’u Ulumu’id Din, Biyadetü’l Hidaye, Mizanu’l Amel, Kimyay-ı Saadet, Kitabu Eyyuhel Veled, El Basit, El Vasit, Makasıdu’l Felasife, Miyaru’l İlm, Tehafütü’l Felasife, Mişkatu’l Enva, Mukaşefetu’l Kulup, Hakikatu’r Ruh.

SAFSATA YOLUNU TUTARAK İLİMLERİ İNKÂR EDİŞ
Gazali Hz.’leri il önce duyu organları aracılığı ile elde ettiği ilimler ile zaruri akıl prensiplerinden başka güvenilecek bir ilim bulamıyor. Hissiyatın verilerini, ilim olarak kabul etmiyor. Daha sonra tecrübelerle duyu organlarının da yakini bilgiyi veremediğine hükmediyor. Böylece çok dediği ve açık olan akli ilimlerde başkasına güveni kalmıyor. Sonra hissiyatına kulak veriyor. Hissiyatı sen benim verilerime aklın galip gelmesi sonucu güvenimi kaybettim. Oysa elinde aklın verilerini yürütecek bir hâkimin gelemeyeceğine dair delilim yok diyor. Uykuyu ve rüyayı sadıkayı hatırlatıyor. Uykudayken gördüğün şeylerin hakikatliğinden şüphe etmiyorsan diyor. Yahut bu hâkim sofilerin duyu organlarının etkilerinden sıyrılıp aklın çözemeyeceği halleri yaşadıklarını söyledikleri şeydir diyor. ‘İnsanlar uykudadırlar. Ölünce uyanacaklardır.’ hadisesi de bu düşünce üzerinde etkili oluyor. Bu hallere açık ve zaruri akıl prensibi delil teşkil edemez. Gazali üzerinde iz bıraktığını söylediği bu haline safsata üzerindeydim diyor.
Nefsinin normale dönmesi ve zaruri bilgileri onun nazarında güvenilir hale gelmesi, bir delil veya deliller numunesi ile değil, ancak Allah’ın kalbine atmış olduğu bir nur sayesinde olmuştur. Bu konuya vakıf olmanın, bir şeyin hakikatini keşfetmenin, yalnız delillere bağlı olduğunu zanneden kimse, muhakkak ki Allah’ın geniş olan rahmetini daraltmıştır.
Allah kimin hidayetini isterse, onun kalbini İslam’a açar. Burada açmaktan maksat alameti aldatıcı dünya yurdundan uzaklaşmak ve ebedi olan ahiret yurduna yönelmek olan, Allah’ın kalbe akıttığı bir nurdur.

HAKİKATI ARAŞTIRANLARIN SINIFLARI
Gazali hakikati arayanların dört grup olduğu kanaatindedir.
1. Kelamcılar: Bunlar rey ve nazariye sahibi olduklarını iddia ederler.
2. Batıniler: Bunlar kendilerini talim ehli olduklarını, hakikati masum olan imamdan aldıklarını ileri sürerler.
3. Felsefeciler: Bunlar mantık ve kesin delil sahibi olduklarını zannederler.
4. Sofiler: Allah’ın has kulları, müşahede ve keşif ehli olduklarına inanırlar.

KELAM İLMİNİN MAKSADI VE ÖLÜ HAKKINDA
Kelam ilminin gayesi ehlisünnetin akidelerini bidat ehlinin karışık ve çarpık itikatların karşı korumaktır. Kelam ilmi bidatçilerin sünnete aykırı olarak uydurdukları yanıltıcı ve vesveselere mantıklı ve düzenli sözlere karşı çıkarak sünneti savunan bir grup olarak ortaya çıkmıştır. Kelamcılar bu vazifelerini yaparlarken mücerret olan delilleri (Kur’an ayetleri - Hadisi şerifler - İçtimayı-ı ümmet) onlara hasımlarının mukaddimelerini kabule zorlamışlardır. Onların en fazla meşgul oldukları konular hasımlarının sözlerinde birbirine ters düşen şeyleri meydana çıkarmak, kabul ettikleri esasların ortaya çıkardığı yanlışlarla onları azarlamak idi. Bu metot akli zaruretlere dayandığından akıl ötesi delilleri de kabul eden İmam-ı tatmin etmemiştir.
Kelamın özü cevher-araz ve bunların hükümlerinin araştırılmasıdır. Bu öz kelam ilminin gayesi olmadığından bu ilim gayesine ulaşamadı.

FELSEFENİN ÖZÜ HAKKINDA
Bir ilimdeki fesat ve bozukluğu ancak, o ilme derinliği ile vakıf olanlar anlayabilirler. Bu mezhebi hakikatine vakıf olmadan bunu reddetmek kendini karanlığa itmek gibidir.
Felsefecilerin eskileri ile en eskileri, sonrakilerle öncüleri arasında hakka uzaklık ve yakınlık bakımından büyük farklılıklar olmakla beraber hepsi de küfür ve dinsizlik özelliği taşırlar.

FELSEFECİLERİN SIRLARI
Felsefeciler üç kısma ayrılırlar:
a-) Dehliler: Kudret ve ilim sahibi her şeyi idare eden yaratıcıyı inkâr ederler. Âlemin ezelden yaratıcısı vasıtası olmadan, şimdiki haliyle kendiliğinden olduğunu kabul ederler, zındıktırlar.
b-) Tabiiler: En çok tabiat âleminden, hayvan ve bitkilerin şaşırtıcı hallerinden bahsederler. Bu âlemdeki mükemmel düzenden dolayı Allah’ı kabul etmek zorunda kalırlar. Ancak bunlar hayvandaki mizacın itidal üzere olmasını, hayvandaki güçlere etkisi olduğuna kanaat etmişlerdir. İtikatlarına göre yok olduktan sonra bir daha geri dönme olmayacağından, ahireti, cenneti ve cehennemi inkâr ederler.
c-) İlahiyyum: Sokrat Eflatun’un hocasıdır. Eflatun ise Aristo’nun hocasıdır. Bu grup dehliler ve tabiilerin fikirlerini çirkinliklerini ortaya koyarak reddettiler. Sonra Aristo kendinden önce gelen bütün ilahiyyum felsefecilerini reddetti. Fakat bunların çirkin küfründen ve bidatlerından kendi fikirleri arasında kırıntılar kalmıştır. Bundan dolayı gerek bu ilahiyatçı felsefecilerin, gerekse bunların peşinden giden İbn’i Sina ve Farabi’nin kâfir olduğunu hükmetmek vacip oldu.

FELSEFENİN BÖLÜMLERİ
1-Riyaziye: Riyaziye, matematik, geometri, astronomi ilimlerinden ibarettir. Müspet veya menfi bu ilimlerin din ile ilişkisi yoktur. Kesin delille sabit olmuş şeylerdir. Anlayıp öğrenildikten sonra inkâra mahal kalmaz. Bu ilimlerde iki bel ve musibet doğmuştur:
Birinci musibet: Bu ilim erbabı, onlarda gördüğü incelik ve açık delilleri felsefenin tüm bilgilerinde var zanneder. Felsefe hakkında güzel bir inanca sahip olur. Matematikçilerin şeriatı küçümsediğine dair görüşe aldanıp dinden uzaklaşabilir.
İkinci musibet: Bu musibet dinde samimi fakat cahil olan kimselerden doğmuştur. Bunlar felsefeciler tarafından ortaya atılan her türlü bilginin reddedilmesini ve felsefecilerin cahil olduklarını iddia etmeyi İslam’a hizmet sandılar. Güneş-Ay tutulması hakkındaki kesin delile dayanan iddiaları dahi şeriata aykırı addettiler. Fakat bu hususta kesin delile dayananlar bilgilerinde şüpheye düşmediler. İslam’dan uzaklaşıp felsefeye olan muhabbetleri arttı.
Şeriatta bu ilimlerle ilgili müspet ya da menfi bir hüküm yoktur.
2-Mantık: Mantık ilmi, deliller ile kıyasların şartlarını, burhanı, mukaddimelerin şartlarını ve birleşme şartlarını ‘haddi-sahih’ denilen doğru tanımın meydana gelmesini ve bunların birleştirme keyfiyetini araştırır. Dinle bir ilgisi yoktur. Kelamcılara oranla daha fazla detayla ilgilenmişlerdir. Mantığı iyi bilenlerin felsefenin küfre varan meselelerinin açık delil ile takviye edildiği zannına kapılma tehlikesi vardır.
3-Tabiat İlimleri: Tabiattan ve buradaki tahavvülattan bahseden ilimdir. Bilinmesi gereken tabiat Allah’u Teala’nın emrindedir. Kendi hareket edemez. Ancak Allah yaptırtır.
4-İlahiyat: Felsefeciler ilahiyat bahsinde yirmi yerde hataya düşmüşlerdir. Üç hatalarında onlara kâfir diyenleri de bidatçi saymak gerekir. Küfre düştükleri hatalar:
 İnsanlar öldükten sonra tekrar cesetleriyle dirilerek haşredilmez. Mükâfat ve mücazat yalnız ruh içindir.
Allah külliyatı bilir, cüzziyatı bilmez.
 Âlem ezeli ve ebedidir.
5-Siyasiyat: Felsefecilerin, kaynağını ilahi kitaplardan ve velilerden aldıkları devlet adamlarına dünya işleri ile ilgili söyledikleri sözlerden ibarettir.
6-Ahlak: Bu ilmi sufilerden almışlardır. Sufilerin güzel sözleri ile kendi batıl düşüncelerini kabul ettirmeye çalışmışlardır. Onlara göre ahlak, nefsin sıfatlarını saymak, huyların nevilerini belirtmek, nefis terbiyesinin ve onunla mücadele keyfiyetini ortaya koymaktır.
Felsefecilerin peygamberlerin ve sufilerin sözlerini kendi sözleri arasına koymaları iki afeti doğurmuştur.
Birinci afet: Bazı cahiller bu sözleri ilk defa felsefe kitaplarında gördüklerinden zayıf akıllarıyla batıl olduklarını zannettiler.
İkinci afet: Bu sözlerle birlikte felsefenin diğer batıl düşüncelerini de kabul etme tehlikesidir.

TALİMİYE MEZHEBİ
Bu mezhebin mensupları ‘her şeyin manası, hak ile kaim olan masum imamdan öğrenilir’ diyorlardı. İşin doğrusu şudur: Masum bir öğretmene ihtiyaç vardır. Fakat bizim masum öğretmenimiz Hz. Muhammed (sav)’dir. O davetçilerini her yana dağıtmıştır. Kendinden sonra başvurulsun diye bir din bırakmıştır. Doğruyu bulmada önce nassa sonra istihada başvurulur. İtikadın temel konularında bütün mezhepler ortak olduğundan küfre düşmez. Taksilatta delili kuvvetli olana uyulur.

TASAVVUF YOLU HAKKINDA
Tasavvuf ilminin özü nefsin ağır gelen zorluklarına katlanmak, onun kötü huy ve çirkin sıfatlardan arınarak Allah’tan başka her şeyi kalpten boşaltarak kalbi Allah’ın zikri ile süsleyip güzelleştirmektir. Ahiret saadeti nefsi men ve dünyayı terk etmekle mümkündür.

KUBETTÜ’S SAHRA
Sufiler gerçekten Allah’u Teala’nın yoluna süluk edenlerdir. Bu öyle bir yoldur ki bu yolun birinci şartı olan temizlik, kalbi tamamen Allah’tan gayri şeylerden temizlemektir. Anahtarı ise kalbi Allah zikri ile kaplamaktır. O’nun nihayeti ise tamamıyla kendinden geçip Allah’ın azametinden fani olmaktır.
Bir şeyi kesin delilleriyle gerçekleştirmeye ilim denir.
Bir hali doğrudan doğruya yaşamak ise zevktir.

PEYGAMBERLİĞİN HAKİKATI
İnsan yedi yaşında temyiz vasfına sahip olur. Bu safhada duyularla idrak edilenden daha fazla şeyler idrak etmeye başlar. Daha sonra akıl ve şuur sahibi olur. İnsan akıl ile vacipleri, caiz olan şeyleri, muhal olan şeyleri ve daha evvelki muhalelerle bulunmaya birtakım halleri idrak eder aklın ötesinde bir devir daha vardır ki, o devrede insan gayb âleminde olanları, ileride olacak olayları, aklın kavrayamayacağı şeyleri görebilir. Bir önceki merhaledekiler bir sonraki merhaledekileri anlayamayabilirler. Muhal kabul ederler. Bu yüzden bazı akıl sahipleri nübüvveti akıldan uzak kabul ediyorlar. Oysa ellerinde peygamberlerin söyledikleri neviden başka delilleri yoktur. Oysa Allah rüya ve uyku ile nübüvveti insanlara yaklaştırmıştır.
Nübüvvetin mümkün olmasına delil, onun var olmasıdır. Var olmasının delili ise dünyada akıl aracılığıyla elde edilemeyen ilimlerin mevcut olmasıdır. Astronomi gibi.
Mucize peygamberliği ispata bir delilden sadece biri olmaktan ileri gitmemelidir. Senin peygamberlere imanın çok delile dayansın. Cemaatin tevatür meselesi.

TEKRAR DERS VERMEYE BAŞLAMASI
Aklın faydası, bize nübüvveti tanıtmak, peygamberleri tasdik ettirmek ve nübüvvetin doğruluğuna şehadet ettirmek, nübüvvet gözüyle idrak edilen sırları anlatmaktan aciz olduğunu itiraf ettirmek, bizi elimizden tutup, körleri rehberlerine, şaşkına dönmüş hastalar şefkatli doktora teslim eder gibi nübüvvet makamına teslim etmektir.
Halktaki gevşekliği, iman zayıflığını araştırdığında şu dört esasa dayandığını gördüm;
Felsefe ilimleri ile meşgul olanlara dayanan sebep
 Tasavvuf yoluna girenlere dayanan sebep
Talim iddiasına mensup olanlara dayanan sebep
 Halk arasında ulema diye tanınmış kimselere dayanan sebep
Saydığımız sebeplerden dolayı halkın imanının bu derece zayıfladığını tespit edip bu şüpheleri gidermeye kendimi yeterli gördüm. Bu vazifeyi yerine getirmek farz oldu dedim. Bu konuda kalpleri nurlu, keşif ve müşahede ehli bir cemaatle istişare ettim. Cemaatin uzleti bırakmamı, halkın içine girmemi ittifakla söylemeleri üzerine yeniden ders vermeye başladım.
Hakiki âlim, günahı ancak hata ve yanlışlık suretiyle işler. Kesinlikle isyan ve günah işlemekte ısrar etmez. Çünkü hakiki ilim, günahların öldürücü zehir olduklarını ve ahiretin dünyadan daha hayırlı olduğunu bildiren ilimdir. Mümin kişi hataya düşebilir, fakat hemen tevbe edebilir. Günaha devamda ısrar etmez.

Hazırlayan: Ayşe Denizli

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder