23 Ekim 2017 Pazartesi

İlham - İhtisas Okumaları (Ders Notları)


TÜRK MODERNLEŞMESİ
İbrahim Nacak & Faruk Karaarslan

1. Ders
Entellektüelin siyasetle ve toplumla ilişkisi tarihsel süreç içinde hangi biçimlerde gelişmiştir sorusunun cevabını arayacağız.

1890larda modern entelektüelin ortaya çıkışı şu olayla oluyor: Dreyfus diye bir komutan ajanlık yaptığı için yargılanıyor. Emile Zola idareyi "İtham Ediyorum" yazısıyla haksız olduğuna inandığı bu yargılamayı eleştiriyor. Bunun üzerine bir imza kampanyası ile Zola gibi düşünenler Dreyfus haksızlığını engellemek istiyorlar. Hakim ideolojinin savunucuları bir grup entellektüel (aklını kullanan kişi demek) kavramsallaştirmasini yapıyor. Bauman bu olayla ilgili entellektüelin toplum için de sorumluluk alabileceğinin ispatlandığını söylüyor.

Klasik döneme baktığımızda Batıda meşruiyetini Kilise'den alan rahipler sınıfı ile Doğuda özelde Osmanlıda dini referansa dayanarak elde edilen bir otorite biçimi olarak ulema sınıfı ile karşılaşıyoruz. Modern dönemde kendi zihinsel potansiyelini kullanan bir tipoloji olarak aydın oluşuyor.

Mustafa Aydın'ın metaforik söyleminde; ışığı kendinden olan ve kendisi dışındakilere yansıtan aydın güneşe, münevver ise kelime olarak nurlandırılmış demek olduğundan ışığını başka bir kaynaktan alan aya benzer. Buna göre münevver olarak görebileceğimiz eski müellifler yazdıkları kitaplara isimlerini yazmazlardı, çünkü bilgiyi kendilerinin yarattığı bir şey olarak görmezlerdi. Bunun karşısında aklı mutlak bir ışık kaynağı olarak tasavvur etmiş aydın tipolojisi yerleştirilebilir.

Aydın'ın tam manasıyla kendisini ülkemizde var edememesinin nedeni olarak Şerif Mardin'in "Deamon" kavramına değinildi. Bu bağlamda "Deamon" kavramının şeytanla ilgili olan yanına atıfta bulunuldu. Şeytanın kendisini herkesten üstün görmesi ve kendisini diğer yaratılanlardan farklı olarak kıyaslaması bize batıdan gelen Descartes felsefesini hatırlatmaktadır. Descartes' e göre cogito, ergo sum (Düşünüyorum, öyleyse varım) düşüncesi kendi mutlak aklını herşeyin üstünde tutmuş, metafizik ve gelenek gibi konuların üstünü çizmiştir. Düşünüyorum öyleyse varım felsefesi bir bakıma deamonik olmuştur çünkü insan burda isyana düşerek şeytana ait olan yönüne doğru harekete geçmiştir. 

Faruk hocamız lisans dersini yaparken insanın kelime manasının iki köke nispet edildiğini hatırlatmıştı. İnsanın bir yanı nisyan'dan, unutmaktan, nimeti unutmaktan yani şeytani bir özellikten gelir. Bir yandan insan ünsiyet de kurabilen bir varlık demişti. Buradan hareketle Türkiye modernleşmesine neden olan aydınların mutlak aklı merkeze alarak deamonik bir tavır takınması, kendi öz gelenek ve göreneklerinden uzak durarak ünsiyet kurması, gerçek anlamda Aydın'ın toplumda eksilmesine neden olmuştur. Bunun sonucu olarak eleştiri yapan kişi sayısında artış görülürken tenkid adabını yapıcı bir şekilde inşa eden Aydın sayısında azalma meydana gelmiştir. (Mustafa Aydın Eleştiri ve Tenkid adabı seminerinden).

Bilgiyi nihai bir hedef olarak görmekle araçsal yaklaşmak temel bir ayrim. Aydın bilgiyi hedef olarak görürse donar. Hadiste geçtiği gibi faydasız ilimden Allaha sığınmak gerekir.

Dini olmayan hukukun üstünlüğünden bahsedilemez. Hukuk dinden tamamen koparsa siyasetin hizmetine girer, kanunları güçlü olan yazar. Ne kadar köhnemiş olursa olsun hukuk Tanzimatla siyasi iradenin tekeline girmiştir. Demokrasilerde toplumun yasama meclisini belirlediği iddiası pek çok yönden geçersiz.

(Hülya Sönmez'in katkılarıyla)

Mustafa Aydın, Bilgi Sosyolojisi, Açılım Kitap, İstanbul, 2013

Mannheim gibi bazı düşünürler Bilgi Sosyolojisi'nin Aydınlar Sosyolojisi'ne indirgenebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu yargı abartılı ise de konunun önemini anlatmaktadır. 131

Tarih boyunca hemen her toplumda, diğer tabakalaşma tarzlarının yanında bilgi, inanış ve yetenekçe genel halk katlarından aynlmış bir zümre varolagelmiştir. Günümüzde kısaca aydınlar denen bu zümreye değişik çağlarda ve toplumlarda farklı adlar verilmiştir. Pareto'nun eliti ya da seçkinleri, Weber'in karizmatik liderleri, Osmanlı'nın havas ve uleması, bir dönemler Rusya'sının entelijansiyası, günümüz Batı dünyasının entelektüeli aynı kesimi ifade etmek için kullanılmaktadır. 131

teknolojik gelişim sürecini elinde bulunduran güç merkezleri bilimi bu gücün bir destekçisi, bir meşrulaştırım aracı haline getirdikleri zaman ona tutunmuş ve bir başka türden kendini konumlandırma şansına sahip olmayan aydın da mevcut global düzenin bir dişlisi haline gelivermişti. 132

Önceki çağlarda aydın az bir kitleye hitap edebiliyordu; sanayi devrimi onun gücünü, yaygınlaşan öğretim kurumlan sayısını arttırdı. 133

Modern çağlarda aydının dönüşümünün sonunda bu çeşitlilik kayboldu, tek türden sırf dünyevi anlamında seküler bir aydın tipi ortaya çıktı. 134

Aydın kavramının bizzat aydınlar tarafından bile üzerinde anlaşılmış tam ve olumlu bir tanım yoktur; olumsuz pek çok niteleme vardır. Mesela "aydın mutsuz olmak için doğmuş bir zümredir" (Toynbee), "o bir hastalıktır, hem de öldürücü bir hastalık" (Dostoyevski), "anemik kanayan bir kalptir" (Bromfield), "halkın üzerinde gereksiz bir baskı aracı" (Hoffer), "başkalarının işine bumunu sokan kişidir" (Michels), "Okur-yazar denen o eski baş belası" (M . Akif) bunlardan bazılarıdır. 137

Julien Bende 1926 yılında yazdığı "Aydınların İhaneti" adlı eserinde bu noktayı çarpıcı biçimde dile getirmiştir. Benda'ya göre özet olarak, aydın denen kesimin sonuna kadar inandığı bir değeri yoktur; modem değerleri kabulünde bile deruni değildir. Mesela demokrat olduğunu söyler, ama hep güçten yanadır; darbeleri ilk destekleyenler onlardır. 138

İslam toplumlarının başlangıçlarında aydın, genelde İslam'ı daha iyi temsil eden kesim ile özdeşti. Esasen İslam'ın asıl kaynakları olan Kur'an ve Sünnet'te buna yapılmış atıflar bulabiliriz: Ulema, fukaha, rasihun, vb. sıradan halktan, Allah'ın hüküm ve hikmetlerini daha iyi bilmek ve bunlara uygun bir yaşayışa sahip olmakla ayrılmış kimselerdir. 140

17. yüzyıldan itibaren sosyal problemlerini kendi kültür kalıpları içinde çözemeyen aydın, yapıcılık gücünü kaybeder, toplumda taklit ve takip edilme imtiyazını yitirir. Dizginleri elde tutabilmek için hırçınlaşır ama bu onu güçlendireceği yerde zayıflatır; mahalli despotluklar türer, kapıkulları haramileşir. Bu olaylar ve Batı karşısında kendine güveni sarsılan aydın tam bir aşağılık duygusuna kapılır. Batılılaşmak gerektiğine inanır ama o ne kendisinin ne de dünyanın problemlerini bilmektedir. 142-143

Bizde Tanzimat'la birlikte aydın yeni bir statünün adamıdır: Artık Ayasofya'da vaiz, Rumeli'de kazasker, sarayda bir nüfuzlu değil; basın, parti ve demek faaliyetlerinin şekillendirdiği yeni bir tip aydındır. Yenilik peşindedir, ne var ki Batılılaşmış (daha doğrusu sevdası bu olan) Tanzimat ve sonrası aydını yeni Osmanlılar, Genç Türkler ve benzeri gruplaşmalar, içine düştükleri yabancılaşma çemberini kırıp Bab-ı Ali'yi aşamamış, halka inememişlerdir. Yaptıkları da sonuç olarak devleti kurtarmaya bile yetmemiştir. 143

Her toplumda aydını sözü edilen imtiyazlı noktaya getiren bir seleksiyon (seçim) sistemi vardır. Yani her toplumun, düşünürlerini yetiştiren ve belli noktalara getiren, boyutları az çok belli, kendine has bir ayıklama mekanizmasına sahiptir. Üstelik her sağlıklı toplumda bu düzenli olarak işler. 145

Seleksiyon sisteminin parçalarından birisi şüphesiz, toplumsal çizgiler de taşıyan hiyerarşidir. Her alanda olduğu gibi aydınlar da farklı ilkeler açısından değişik sınıflandırmalara tabi tutulabilir. Mesela Özemre'ye göre aydınlar, "sahip oldukları bilgi seviyesi açısından beş gruba ayrılırlar: Bilim teknisyeni, bilim adamı, alim/bilgin, allame, bilge/hakim (Özemre, 1990, 2). 146

Sosyal değişimde aydının rolünü, kültür değişmelerinde öncülük etmek, değişmiş bulunanı yaygın hale getirmek, yeni bir zevkin ve üslubun öncülüğünü yapmak, halkın sosyal tercihlerini etkilemek olarak özetleyebiliriz. Esasen Aydınlar Sosyolojisi, belli bir fikrin ve değer anlayışının aydınlar tarafından, imkanı oranında çevreye yansıtılması üzerinde durur. Ancak aydın, aynı çevrenin kendi üzerindeki etkilerini de bir biçimde yansıtır. 148

Toplumumuzda özellikle Tanzimat'tan beri bin halk-aydın ikilemi yaşanmaktadır. Bizde aydın genelde yönetici bürokrattır (Güngör, 1975, 218). Çağdaşlaştırıcılık adı altında dönüştürmeye soyunmuştur. 149

Böylesi dönemlerde aydın, belli ideolojilerin temsilcileri olarak kutuplara bölünmüşlerdir. Özellikle Tanzimat'tan beri toplumumuz bunun en tipik örneklerini yaşamıştır: Batıcı aydın, muhafazakar aydın, meşrutiyetçi aydın, inkılapçı aydın, solcu aydın, sağcı aydın gibi ortaya topyekün topluma yönelik değil, belli ideolojilere kalıplanmış tipik aydın kesimleridir. Ne var ki bugün bile bu sorunlar bütünüyle aşılabilmiş değildir. 152

2. Ders

Osmanlı'dan Türkiye modernleşmesine geçişte bize ait olan kavramlar ne oldu da birden tanımlayamadığımız kavramlar haline geldi? Bize ait olan kavramların yerini entelektüele bırakmasındaki etkenler nelerdir? gibi sorulara yanıt bulunmaya çalışıldı. Buradan hareketle Osmanlı'da bilgiyi taşıyan kimselere ne ad verildiğine değinildi. Aydın, Hakim, Münevver, Mütefekkir, Arif , Alim/Ulema, Ayetullah, Molla, Bilgin, Bilge, Hekim, Hakim, Hüküm, Tahakküm kavramlarına değinildi. Bu kavramların bağlandığı kişiye Fakih denildiğinden, fakihin hakkı tayin eden kişi olduğundan ve tayin etme işleminin ise Fıkıh olarak adlandırıldığına değinildi. Modernleşme ile beraber bilgiyi elinde tutan kişiler tek tipleştirildi ve sadece entellektüel kavramı ile ifade edilmeye başlandı. Böylece bilgi üretecek kesimler kısırlaştırıldı.

Türkiye modernleşmesine neden olan 3 akımdan bahsedildi. Bunları Jön Türkler, Genç Osmanlılar ve İttihatçılar oluşturmaktadır. Bu akımların sahipleri bilgi üzerinden siyasetle ilişki kurup, siyasete yön veren kişileri oluşturmaktadır. (Bu olay bize Dreyfus davasını hatırlatmaktadır çünkü orada da kilisenin dogmalarına karşı çıkarak dönemin siyasetine bir baş kaldırma vardır)
Modernleşme sürecinin çok hızlı bir şekilde gerçekleşmesinde ise
1-) Harf inkılabı,
2-) Akımların pozitif bakış açısıyla beslenmiş olması vardır.

Entelektüellerin zamanımızda yer kaplamasının nedeni, bize ait olan kavramların muhtevasının ve öneminin zamanla azalıp dilde meydana gelen değişim sonucu olarak ortaya çıkması olmuştur. Bizim dille irtibatımızın kopması, kavramlar arasındaki farkı ortaya çıkarmadaki gücümüzü ortadan kaldırmıştır. Böylece çokluğun birliğe indirgenmiş hâli, kendimiz olarak toplumda var olmamamıza neden olmuştur. Entelektüel tipinin ortaya çıkması bilginin işlevsel kullanımı ve niceliğini ortadan kaldırarak, bilgi merkezli bir dünyanın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Burada akli olan bilginin nakli olana üstünlüğü kabul edilmiştir. Kutsalın evreni anlama biçimi yanlışlanmaktadır. Aklın merkeze alınması ile birlikte gözlem ve ölçme evreni anlamadaki ana merceği oluşturmaktadır. Metafiziğin bilinip anlaşılamayacağı için fiziğe yönelmenin doğru olduğu kanısına varılmaktadır.

Aklın merkeze alınması ile birlikte tekstilde meydana gelen değişimi tarım, tren, uçak ve bilgisayar sektöründe oluşan gelişimler takip etmiştir. Dönüşümün sanayi devrimi ile birlikte bu denli büyümesi sömürü sorununu da beraberinde getirmiştir. Tarımın artması, üretimin artması, bilginin artması, trenle birlikte ithalat ve ihracatın artması, yeni yerler görme isteğini artırmış, yaşanan bu gelişmeler sermaye birikiminin artmasına neden olmuştur. Sermayenin işleme sistemi olarak kârın maximize edilmek istenmesi sömürüyü daha da kaçınılmaz kılmıştır. Sağlıkta yaşanan gelişmeler (çiçek aşısı ve sezeryanın bulunması), nüfüsta artışın yaşanmasına sebebiyet vermiştir.

Batıda yaşanan bu olayların Osmanlı da geri kalmışlık olarak tanımlanması hangi yöntemi belirleyeceğimiz sorununa neden olmuştur. Osmanlı'da bunun çözümü olarak İhya ve ıslahat önemli olarak görülmüştür. Bazı düşünürler ihyanın gerçekleştirilmesi ile doğru yola varılacağına değinmiştir. İhya yeniden doğuşun temsilidir. Bu görüşe sahip düşünürleri ise Ali Şeriati, Mehmet Akif Ersoy ve Seyyit Kutup oluşturmaktadır.  Islahat ise salahtan gelmektedir. Salah bir şeyi iyileştirmek demektir. Islahtaki yenileşme bazı değerlerin muhafaza edilerek fakat dışarıdan gelen bir değişmedir. Derste ıslahat bataklık örneği ile açıklanmıştır. Osmanlı'da gerçekleşen ise Islahat olmuştur. Ulema ister ıslahatçı ister ihyacı olsun yenilik karşıtı olmamıştır.

(hazırlayan: Hülya Sönmez)

[Faruk Karaarslan, Entellektüel Üzerine Eleştirel Bir Çalışma: Aliya İzzetbegoviç Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2010

Entelektüel kelimesi Latince akıl, zihin, kudret, idrak anlamına gelen İntellect kökünden türetilmiştir. Sözcük anlamı el ile çalışanın karşıtı olarak, akıl ile çalışan, zekâsını baskın olarak kullanan kişileri ifade etmektedir.

Sofistler ve Sokrates, ortaya çıktığı mevcut koşullar ve bilgiyi kullanma biçimleriyle Modern entelektüellerin ideal tipi olmuşlardır. Hatta Cemil Meriçe göre; çılgınlığı, hayâsızlığı, tecessüsü ile entelektüel sofistlerin torunudur.

Yeniden doğuş sloganı ile antik dönem bilim ve sanat ortamına atıfta bulunarak, Ortaçağı karanlık ve hiç yaşanmamış ilan eden Rönesans anlayışı, bilgiye sahip olan kesimin de yeniden doğduğunu ilan etmiştir.

Kant'a göre; “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İştee bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapere aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü imdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır”

Foucault'a göre modern felsefe Aydınlanmanın ne olduğu sorusunu günümüze kadar yanıtlamaya çalışan felsefenin adıdır. Aydınlanma entelektüellerinin hayaletleri halen günümüz düşünce hayatının üzerinde dolaşmaktadır.

Cemil Meriç'e göre; “İntelijansiya, Batı dillerine Rusçanın armağanıdır. Bir ülkedeki aydınlar topluluğunu ifade eden kavramın Rusyada daha kesin bir anlamı vardır. İntelijansiya, belli bir dönemde yaşayan, ortak eğilimleri ve ortak davranışları olan sosyal bir tabaka ve ya sınıfa işaret etmektedir.

İkinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan tabloyu yorumlamaya çalışan bazı entelektüeller, başka bir dönemin eşiğine gelindiğini düşünmüşler ve bu dönemi Modernizmden sonra gelen, Modernizmin ötesi anlamını taşıyan Postmodernizm kelimesi ile ifade etmişlerdir. Terim olarak ilk defa Toynbee'nin Birinci Dünya Savaşının sonrasındaki durumu nitelemek için kullandığı Postmodernizm, bir kuram olarak Jean François Lyotard'ın Quebec Hükümeti Üniversiteler Kuruluna sunduğu Postmodern Durum adlı raporuyla ortaya atılmıştır..

Postmodernizm başta ilerlemecilik, evrimcilik, pozitivizm, akılcılık, kapitalizm, liberalizm, hümanizm, bireyselcilik olmak üzere Modernizmin ortaya koyduğu her değere karşı çıkmanın yanında yine Modernitenin tornasından geçmiş olan yüksek tipli dinlere ve meta anlatılarının tamamına eleştirel bir tavır takınmıştır. Tüm bunların karşısına şüpheciliği, şizofreniyi, perspektifi, muğlâklığı, parçalanmışlığı, mini anlatıları koymaya çalışır.

Modern dönemde entelektüeller yasa koyucu, inşa edici ve açıklayıcı tavrı benimserken, Postmodern dönemde yorumlayıcı, parçalı ve anlamacı bir tavrı benimsemiştir.

Aydın tabakası Osmanlının son dönemlerinde bizzat devlet tarafından ortaya çıkarılmıştır. Aydının temel görevi Batının bilimini, ışığını ülkemize getirerek devleti ve toplumu geri kalmışlıktan kurtarmaktır.

Bizim entelektüelden kastımız başka bir değişle eleştirel bir yaklaşım sergilemeye çalıştığımız entelektüel; batının tarihsel süreçlerinin ürünü olan, kendine has koşullarla ortaya çıkan ve her topluma yaygınlaştırılmaya çalışılan entelektüeldir. Yani tam anlamıyla modern entelektüeldir.

Felsefeyi Antik Yunandan, Hukuku Roma‟dan başlatan, bilimin düşüncenin kaynağını sadece batıda arayan ve bir dönemi tüm dünyada aydınlanmanın başlangıcı olarak kabul eden zihniyete ve bu zihniyete itibar edenlere göz attığımızda, zikrettiğimiz mümkünatı idrak edebiliriz.]

3. Ders

Sosyal bilimler bilginin toplumu nasıl değiştirdiği ile ilgilenir. Sibernetik, bir toplumsal yapının belirli bir zamandan diğerine transformasyonu demektir. Sosyalleşme bireyin doğumundan ölümüne kadar duygu, düşünce ve davranış biçimlerini edinme sürecidir.

Aydınların toplumu değiştirecek bilgiyi o toplumun dışına çıkmadan üretemez. Aşina olunan tanıdık olandan bir şey öğrenilmez.

Toplumun dışına çıkarak o toplumu değiştirmek için aydın rol yapmak durumunda kalıyor.

Modern hukukta suçun müsebbibi suçu işleyen. İslam hukukunda bu suça iten toplumsal yapı. Modernizm sonuçlara odaklanıyor sebeplerle çok ilgilenmiyor.

Deniz metaforu ile aydın tipleri;
1. denizin içinde kalan, kendini aydın zanneden.
2. dışarı çıkıp dışarıda kalan ve toplumla ilgilenmeyip fildişi kulesinde yaşayan.
3. dışarda kalmakla birlikte içinden çıktığı topluma da düşman kesilen.
4. denizin dışına çıkan dışarıdan kirli hava alıp toplumu kötü yönde etkileyen.

5. dışarıdan temiz hava alarak toplumu iyi yönde değiştiren. Bu grup da kendi içinde ikiye ayrılabilir: toplumu değiştirirken makam, mevki elde edip yüzü gülenler, iltifat görmeyip derdini devam ettirenler. Bu sonuncusu galiba aydının en ahlaklısı oluyor. 

4. Ders

Aydınlar neden sosyolojinin konusudur?

Aydınlar eski dönemde yönetici kral veya padişahlara kitaplarını arz etme yöntemiyle meşruiyet arıyordu, artık halka arz ediyor.

Osmanlida devlet devleti dönüştürüyordu Cumhuriyet meşruiyetini halktan alacağı için devlet halkı dönüştürmeye başladı.

Bir şeyin bilgisine sahip olmak eylem kabiliyetimizi düşürüyor.

Anti entellektüelist söylem siyasi manada kendini halkın yanında konumlandırmaya yarıyor.

Bilginin amaç haline gelmesi. Ulemanın meziyeti haşyetinin artmasıdır. Bilginin kendisi amaç değildir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder