Politik Teoloji Yazıları \ Prof.Dr.İlhami Güler
Dünyada ahlaka konu olan her şey, zorunlu olarak dinidir. Ahlaki sorunlar, Allah’ın tarih boyu kutsal kitaplarda ortaya konmuş ahlaki iradesi göz önünde tutularak, akli ve eleştirel olarak çözümlenmelidir:’’Bilmediğin şeyin ardından gitme. Çünkü işitme duyusu, görme duyusu ve düşünme kabiliyeti, bunların hepsi bundan sorumlu tutulacaktır’’(İsra 17/36). Bir şeyi dini kılan husus, zorunlu olarak o hususa nasslarda (Kur’an ve Sünnet) aleni bir atfın ve çözümün bulunması değildir. Bu selefi bakış açısı, dini düşünceyi ve dini hayatı donduran dogmatik bir bakış açısıdır ve dinin hayatiyeti açısından son derece yanlış ve zararlıdır. Bu yanlışlık ve zarar, İslam düşüncesinde ve tarihinde de ortaya çıkmıştır. Esasında bu, bir insan tipidir ve bütün büyük öğretilerin tarihsel gövdelerinde ortaya çıkar; egemen olmasıyla da, din veya öğreti çöker.
s.18.
Mısır’da binlerce yıldan beri ayakta duran ‘piramitler’, sanırım dünyevileşmiş bir insanın güç kullanmasının sınırsızlığını ve tanrılaşma arzusunu (istiğna,istikbar) gözler önüne sermektedir. ABD’nin uzaya egemen olmak için gönderdiği –ve bir arıza yüzünden patlayıp parçalanan- uzay mekiğinin adını Challenger (meydan okuyan) koyması tesadüf mü? Firavun da yardımcısı Haman’a:’’Bana bir kule yap;üzerine çıkıp belki Musa’nın Tanrı’sına muttali olurum’’(Kasas 28/38) demişti.
s.21.
16. yüzyıldan sonra gerçekleşen sekülerleşmeyi Ortaçağda Batı’ya egemen olan Kilise ve onun inşa ettiği din ve teolojinin çürümesine bağlayan Nietzche, yeni çağı selamlar. Nietzche,’kaçkın adam’a görüşlerini şöyle söyletir:
‘’Tanrı nerede?’’ diye sorar,’’şunu da söyleyeceğim, onu biz öldürdük –sizlerle ben! Onun katiliyiz hepimiz. Ama bunu nasıl yaptık? Denizi kim içebilir? Bütün çevreni silmemiz için bize bu süngeri kim verdi? Onu güneşinin zincirlerinden kurtarır iken ne yaptık biz yeryüzünde? Nerede gidiyor şimdi dünya, biz nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Sürekli, boş yere, geriye, öne, yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? Boş uzayın soluğunu hissetmiyor muyuz? Hava giderek soğumuyor mu? Giderek daha çok, daha çok gece gelmiyor mu?Tanrı’yı gömen mezar kazıcılarının yaygarasından başka bir ses duyuyor muyuz? Tanrı çok çürüdü. Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü gitti! Onu öldüren de biziz! Bütün katillerin katili olan biz nasıl avunacağız? Dünyayı şimdiye dek elinde tutan, en kutsal, en güçlü olan bizim bıçaklarımızla kana bulandı. Kim temizleyecek bu kanı bizden? Hangi suyla arıtabiliriz kendimizi? Nasıl bir kefalet töreni düzenlesek, hangi kutsal oyunu oynasak? Bu eylemin büyüklüğü bizim için fazla büyük değil mi? Bu ancak eylemi gerçekleştirene yaraşır sayıldığı için bizim tanrı olmamız gerekmiyor mu? Hiçbir zaman daha büyük bir eylem olmadı, şu da var ki, bizden sonra doğacak olan, bu eylem uğruna şimdiye kadar ki tarihlerden daha yüksek bir tarihin bir parçası olacak? (1)
1.Martin Heidegger, Nietzche’nin Tanrı Öldü Sözü ve Dünya Resimleri Çağı,çev.Levent Özşar, Bursa 2001,s.16-17.
s.31-32.
Diyanet kurumunun devlet çatısının dışına atılmamış olması, bazı yönetici elitlerin bunu arzulamalarına rağmen, toplumun dine bağlılığı yüzünden devlet örgütünün bile tam olarak laikleştirilemediğinin bir göstergesidir. Bu istisna dışında, kamusal alan ve kurumsal düzeyde devletin örgütlenmesi, dinden bağımsızlaştırılmıştır (laiklik). Ancak, halk bireysel-kültürel düzlemde dini değer, sembol ve kavramlara bağlılığını çeşitli düzeylerde sürdürmektedir.
Örneğin, yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre ‘’Kendinizi öncelikle hangi kimlikle tanımlarsınız?’’ sorusuna %35 ‘Müslüman’,%34 ‘T.C. Vatandaşı’,%20 ‘Türk’ cevabını vermiştir.(1) ‘’Sünni Müslüman mısınız? Sorusuna %81 ‘Evet’ cevabını vermiştir.(2) %91 Ramazan ayında oruç tutuyor;%45 beş vakit namazını kılıyor;%84 Cuma namazına gidiyor ve %70 fırsat bulursa hacca gitmeyi düşünüyor.(3)
Dinin inanç ve ibadet değerlerine bu yüksek bağlılık oranına rağmen onun en temel unsurunu oluşturan Tanrı’nın ahlaki düzlemdeki emir ve yasaklarına bağlılığın derecesi hayli düşüktür. Toplumumuzun şuan içinde bulunduğu siyasi-ekonomik durum, İslam’ın ahlak (Salih amel) düzeyinde Türkiye’de fazla etkili olmadığı anlamına gelir. Siyasi ve ekonomik hayatımızdaki hortum, çete, mafya, rüşvet, fuhuş, yolsuzluk vs. olayların yaygınlığı bunun kanıtıdır. Bu ahlaksızlıkların İslami anlamda ‘dindarlık’la bir arada bulunamayacağı müsellemdir.
1.Ali Çardakoğlu ve Binnaz Toprak, Türkiye’de Din,Toplum ve Siyaset, İstanbul 2000,s.27.
2.Çardakoğlu ve Toprak,age,s.41.
3.Çardakoğlu ve Toprak,age,s.45.
s.39-40.
Diyanet kurumunun devlet çatısının dışına atılmamış olması, bazı yönetici elitlerin bunu arzulamalarına rağmen, toplumun dine bağlılığı yüzünden devlet örgütünün bile tam olarak laikleştirilemediğinin bir göstergesidir. Bu istisna dışında, kamusal alan ve kurumsal düzeyde devletin örgütlenmesi, dinden bağımsızlaştırılmıştır (laiklik). Ancak, halk bireysel-kültürel düzlemde dini değer, sembol ve kavramlara bağlılığını çeşitli düzeylerde sürdürmektedir.
Örneğin, yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre ‘’Kendinizi öncelikle hangi kimlikle tanımlarsınız?’’ sorusuna %35 ‘Müslüman’,%34 ‘T.C. Vatandaşı’,%20 ‘Türk’ cevabını vermiştir.(1) ‘’Sünni Müslüman mısınız? Sorusuna %81 ‘Evet’ cevabını vermiştir.(2) %91 Ramazan ayında oruç tutuyor;%45 beş vakit namazını kılıyor;%84 Cuma namazına gidiyor ve %70 fırsat bulursa hacca gitmeyi düşünüyor.(3)
Dinin inanç ve ibadet değerlerine bu yüksek bağlılık oranına rağmen onun en temel unsurunu oluşturan Tanrı’nın ahlaki düzlemdeki emir ve yasaklarına bağlılığın derecesi hayli düşüktür. Toplumumuzun şuan içinde bulunduğu siyasi-ekonomik durum, İslam’ın ahlak (Salih amel) düzeyinde Türkiye’de fazla etkili olmadığı anlamına gelir. Siyasi ve ekonomik hayatımızdaki hortum, çete, mafya, rüşvet, fuhuş, yolsuzluk vs. olayların yaygınlığı bunun kanıtıdır. Bu ahlaksızlıkların İslami anlamda ‘dindarlık’la bir arada bulunamayacağı müsellemdir.
1.Ali Çardakoğlu ve Binnaz Toprak, Türkiye’de Din,Toplum ve Siyaset, İstanbul 2000,s.27.
2.Çardakoğlu ve Toprak,age,s.41.
3.Çardakoğlu ve Toprak,age,s.45.
s.39-40.
Adalete, hakkaniyete, ahlaka dayalı bir anayasa ve hukuk nizamı kurmak sevaptır. Bunu hakkıyla icra etmek sevaptır. Belediyelerin, yerleşim birimlerinin sorunlarını hakkaniyete dayanarak çözmesi sevaptır. Ülkenin zenginleştirilmesi (üretim, ticaret, ihracat vs.) dini bir husus değildir, ama bunun sömürüye dayanmadan yapılması sevaptır;zira,’’Tanrı, ellerin dolu veya boş olmasına (zengin-fakir) bakmaz;Tanrı, ellerin temiz (dürüst) olup olmamasına bakar.’’Haksız saldırılara karşı ülkeyi korumak için savaşmak sevaptır. Isparta ile komşusu Burdur arasındaki gelişmişlik farkı, politik ve ahlaki bir sorundur;dini deyimle zulümdür,günahtır. Fırsat eşitliğine dayanmayan bütün eşitsizlikler zulümdür, günahtır. İhale yolsuzlukları, vergi kaçakçılığı, haksız vergilendirme, ehliyete ve hak etmeye dayanmayan adam kayırmalar zulümdür, günahtır. İnsan hakları ihlalleri ve işkence zulümdür, günahtır. Hakkaniyete dayanmayan bir maaş rejimi zulümdür, günahtır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Özetle, halk arasında meşhur olan bir deyimle ‘’Halka hizmet Hakk’a (Allah’a) hizmettir.’’
Bu politik sorunları, seküler (dine itibar etmeyen) kişiler, dini olmayan saiklerle çözmeye çalışabilirler; ama bu durum, bu süreçlerin İbrahimi teistik dinin iki versiyonu (Yahudilik ve İslam) açısından dini olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz; çünkü ‘insani’ olan ile İbrahimi teistik anlamda ‘dini’ olan çoğu zaman aynıdır:
Yönünü yalın halde Allah’ın insanları (doğası) üzerine yarattığı dine çevir. Allah’ın yaratışında bir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat, insanların çoğu bilmezler.(Rum 30/30).
s.73-74.
‘’Allah Kur’an’la def edemediği kötülükleri adil sultanla def eder’’sözü, siyasal bir aygıt olan devletin,-ahlaka ve hukuka bağlı kaldığı sürece-Tanrı’nın iradesinin (tercihinin) uygulayıcısı olduğu gerçeğini ortaya koyar. Müslüman toplumun (ümmet) siyasal bedenleşmesi olarak devlet ve yönetim, hem İslam toplumunun hem de Müslümanlığın devamının zorunlu bir unsurudur. İslam’ın bir siyaset olarak algılanmasına izin veren entelektüel koşul, moral ve siyasal olan arasında kurulan özdeşliktir. Zira, moral ve siyasal olan ayrılmazsa, dinsel olan siyasal olanla kolayca yer değiştirebilir. Yalnızca siyasal teologlar değil, İslam filozoflarının da din ve siyaset arasında kurdukları ilişkinin gerekçesi budur. Garaudy bu gerçeği şu şekilde ifade eder:’’Önemli olan Allah’ın birliğine ‘inanmak’ değildir. Asıl önemlisi, bu düzensiz dünyada,’Allah yolunda’ mücadele ederek, o imanını ispatlamaktır. Hem de her düzeyde. Yani iktisattan ahlaka ve siyasete, bilimden sanatlara kadar her alanda.
Begoviç ise şöyle der:’’Hz.Muhammed mağaradan dönmeye mecburdu. Bu dönüşü olmasaydı,’hanif’ olarak kalacaktı. Fakat döndüğü için İslam’ın Resulü olmuştur. Bu, dahili ile harici dünyanın, mistik (tecrübe,sezgi) ile aklın, meditasyon ile eylemin karşılaşmasıydı. İslam, mistik (tecrübe) olarak başlamıştı. Siyaset ve devlet olarak devam etti. Din gerçekler dünyasına girerek İslam oldu. Kısaca, bu gerçeği, Bernard Lewis gibi, bir çok oryantalist ve çağdaş İslam düşünürü itiraf etmektedir.
s.74-75.
Özetle, politik bir hareketin en belirgin bazı vasıfları, toplumları değiştirme, oluşturma, dönüştürme, büyük kültürel hareketler ortaya koyma ise;Tanrı, tarihin en büyük politik öznesidir. Tanrı bütün bunları peygamberleri aracılığı ile yaptığı için, bu dini-politik hareketler –vahyin devam ettiği sürede- Tanrı’nın sevk ve idare ettiği hareketlerdir. Hizbu’llah (Maide 5/56) ve Orduların Rabbi (İşaya 22:15) kavramları bu politik liderliği açıkça ortaya koyar.
s.76-77.
İlahi söylemin kendini ifade ettiği araç,insan aklı; hedefi ise, pratik ahlaktır. Tanrı’ya imanı, O’na karşı ‘şükür’(Lokman 31/12); şirki de,’zulüm’(Lokman 31/13) olarak alacak olursak;’tevhid’, Tanrı’ya karşı ahlaklı olma;’adalet’ise, insanlara karşı ahlaklı olmadır.
s.77.
Sünni, Şii ve Harici ortodoksiler, birer ideoloji olarak oluşmuştur. Özellikle Sünnilik, devlet ile ulema arasında bir yardımlaşma ve işbirliğinin ürünüdür. Devlet, ideolojiyi meşruiyetini sağlamak için kullanmıştır (resmi ideoloi). İdeolojiler, bir devletle birleştiklerinde dini hakikati en doğru ve en hakiki düzlemde temsil ettiklerini iddia etmişlerdir (fırka-i Naciye). Kuvvetle elde edilen iktidar ve çoğu haksız icraatlar, tarih boyunca ‘Şeriat’la, yani dini sembol, kavram ve değerlerle meşrulaştırılmaya çalışılmıştır:
Ordularını harekete geçirebilmek için ‘cihad’ çağrılarına baş vurdular ve İslam’ı güçlendirmek ve başka halkları Hak yoluna çağırmak için, Allah adına savaştıklarını yaydılar. Müslüman fetihler genelde diğerlerine göre daha merhametli olmakla birlikte, bu fetihlerin salt maddi amaçlarla sürdürüldüğü ve İslam sancağı altındaki ‘cihad’ çağrılarının bu amacı meşrulaştırmak üzere kullandığı gerçeği ortadadır.(1)
Bu arada ülkemizdeki politikacılardan birinin, taraftarları nezdinde ‘mücahid’ olduğunu hatırlatalım.
1. Aşmavi, İslam’a Karşı İslamcılık, s.81.
s.81-82.
Sünni, Şii ve Harici ortodoksiler, birer ideoloji olarak oluşmuştur. Özellikle Sünnilik, devlet ile ulema arasında bir yardımlaşma ve işbirliğinin ürünüdür. Devlet, ideolojiyi meşruiyetini sağlamak için kullanmıştır (resmi ideoloi). İdeolojiler, bir devletle birleştiklerinde dini hakikati en doğru ve en hakiki düzlemde temsil ettiklerini iddia etmişlerdir (fırka-i Naciye). Kuvvetle elde edilen iktidar ve çoğu haksız icraatlar, tarih boyunca ‘Şeriat’la, yani dini sembol, kavram ve değerlerle meşrulaştırılmaya çalışılmıştır:
Ordularını harekete geçirebilmek için ‘cihad’ çağrılarına baş vurdular ve İslam’ı güçlendirmek ve başka halkları Hak yoluna çağırmak için, Allah adına savaştıklarını yaydılar. Müslüman fetihler genelde diğerlerine göre daha merhametli olmakla birlikte, bu fetihlerin salt maddi amaçlarla sürdürüldüğü ve İslam sancağı altındaki ‘cihad’ çağrılarının bu amacı meşrulaştırmak üzere kullandığı gerçeği ortadadır.(1)
Bu arada ülkemizdeki politikacılardan birinin, taraftarları nezdinde ‘mücahid’ olduğunu hatırlatalım.
1. Aşmavi, İslam’a Karşı İslamcılık, s.81.
s.81-82.
Ülkemizde de gerek politika alanında, gerekse ekonomik alanda bunun çokça örneklerini yaşamaktayız. Seçimlerde dindar insanların oyunu alabilmek için politikacıların nasıl dinsel bir söylem kullandıkları bilinmektedir. Ayrıca ekonomik alanda birçok dini kavram, ekonomik işletmelerin ismi olarak kullanılmaktadır (İhlas Finans, Cihat Köfte Salonu, Tekbir Giyim, Hira Turizm vs.). Bir holding de, motto olarak ‘’En büyük ortağımız Allah’tır’’ cümlesini reklam dosyalarına yazabilmektedir. Buradaki niyet, dine ‘hizmet’(!) de olabilir; kavram aracılığıyla güven telkin ederek,dindarları ‘müşteri’ kılma da olabilir.’’Mayoda aşama suya atılan imza: Haşema’’ sloganındaki ‘Haşema’(Hakiki Şeriat Mayoları) marka isminde kullanılan ‘Şeriat’ın,iyi bir ‘ticaret aracı olduğuna sanırım kimse karşı çıkmaz.
s.87.
İnceleyeceğimiz kitaplarda müminlere önerilen ‘dünya’ya karşı ‘dıştan’ ret olarak gerçekleşen mesafe bilinciyle; eşi ve kendisi aslında birer tüccar olan ve ‘’Bana dünyadan kadın, güzel koku ve namaz olmak üzere üç şey sevdirildi,’’(1) diyerek, dünyayı, nimetleriyle birlikte olumlayan bir peygamber aracılığıyla tebliğ edilen; neredeyse bütün dini/uhrevi kelime haznesi ticari kavramlardan oluşan (ticaret, kesb, sa’y, rehin vs.) ve Nietzsche’nin dediği gibi ‘’insanın iç güdülerine erkekçe ‘evet’ diyen (2) İslam’ın, kibir, gurur, istiğna ve Allah’ı-ahireti insana unutturan bir ilgi olarak ‘içten’ reddettiği ‘sekülerlik’ anlamında ‘dünya’ ile kurduğu mesafe bilinci, birbirinden alabildiğine farklıdır. Burada ‘dıştan’ tabiriyle kastettiğimiz şey, çevre, mal/zenginlik, eşya, madde ve zamana/geleceğe karşı ilgisizlik veya ilginin zayıflatılmasıdır. Tasavvufun içinde,’dünyayı ret’ olarak gelişen ‘zühd hareketi, İslam’ın erken dönemlerinde de bir insan tipi olarak mevcuttu:’’Allah’ım beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve miskinler arasında dirilt’’,diyen bir sahabiye Hz.Ömer:’’Eğer fakirlik bir adam olsaydı onu öldürürdüm,’’demişti.
1. Nesai,Sünen, İşretu’n-Nisa,1;Ahmed b.Hanbel,Musned, III,128-199.
2. Friedrich Nietzshe, Deccal (Hıristiyanlığa Lanet),çev.Oruç Aruba, İstanbul 1995,s.96.
s.92.
Oysa Kur’an, yeryüzünü ayaklarımızın altına, Allah’ı üste, cennet ve cehennemi ise geleceğe koyar. Uzak geleceği (ahiret) elde etmenin yolu, yakın geleceği (dünya) inkar etmekten geçmiyor. Dünya nimetlerinin geçiciliği, Kur’an’da sık sık vurgulanır (Ali İmran 3/197;Nisa 4/77;Tevbe 9/38.); fakat, hiçbir yerde lanetlenmez. Cenneti elde etmenin yolu da, bu nimetleri ve bunların elde edilmesini reddetmekten geçmez. Tersine, cennetin elde edilmesi, zorunlu olarak bu dünyaya dalınmasını ve bu dünyanın imar ve ıslah edilmesini (amel-i Salih, cihad, sabır) gerektirmektedir. İslam medeniyetine vücud veren görüş budur. Dolayısıyla, yeryüzündeki yakın geleceğimizin düşünülmesi ve onun için kaygı çekilmesi, tek başına reddedilecek bir şey değildir. Oysa, biraz sonra göreceğimiz gibi, incelediğimiz vaaz ve irşad edebiyatı, bunu tul-i amel (uzak sanılar) görerek reddetmektedir. İslam için önemli olan, yakın geleceğin elde edilmesinin (dünyanın imar edilmesi, mal edinme, bilim yapma vs.) helal ve haram sınırlarını koruyarak (Allah’ı ve ahreti unutmadan) gerçekleştirilmesidir.
s.94-95.
Sünnilik, imanı ‘altı’, İslam’ı ‘beş’ olmak üzere ‘şarta’ bağlayarak, tarihi süreç içerisinde bir dogmalar ve ritüeller dinine dönüşmüştür. Kelime-i şehadetin papağanca telaffuzu, bu dine girişin anahtarıdır. Oysa, eşhedu (Ben şehadet ederim) ifadesi, hem coşkusal hem de fiili bir yaşantıyı (praxis) işaret eder. Allah, göklerin derinliklerinde (aşkın) sıfatlarıyla bilinecek bir varlık değil, müminlerin, Muhsinlerin, muttakilerin, sabredenlerin (direnenlerin)… günlük yaşamlarında, yeryüzünde sürekli beraber oldukları (Bakara 2/103;Tevbe 9/36;Nahl 16/128) her an karşılaşacakları bir varlıktır (şehadet). İnanç veya akide hakkında, sadece konuşulan bir şey (kelam); iman ise, yaşama ve eylemin bizzat kendisidir.
s.119.
Yavaş ve içten içe de olsa, oluş-hareket-değişim (tarih) değirmeninin hüküm ve müesseseleri öğütme-çürütme süreci, taklit ve tahsil faaliyetiyle görülemezdi. Çünkü zihin, sürekli kitapları –vakıayı değil-ezbet, tekrar ve yorumuyla ‘ilim’ yapıyordu. Ettekraru Ahsen velav kane yüz seksen. ‘’Bizim oğlan bina okur döner döner yine okur.’’Allah, örnek alınarak vakıalar değerlendirilip ‘kitaplaştırılacağı yerde, başta Kur’an olmak üzere Buhari ve daha bir çok başka kitabı ezberleme ‘ilim’ olarak algılanıyordu, hikmet ve hakikat artık sürekli aranacak ve keşfedilecek bir şey değil,’ta’lim’ yoluyla kitaplardan ‘tahsil’ edilecek bir şey olarak algılanıyordu. Orta çağda İslami bilgi anlayışı hakkında Hamilton Gibb şöyle diyor:
Bilgi konusundaki eski İslami görüş ‘bilinmeyene’ ulaşma değil,’bilinenin’ biriktirilmesine ilişkin mekanik bir süreçti. Bilinen, değişen ve genişleyen bir şey olarak değil, belirli ve ebedi bir şey olarak anlaşılırdı…(1)
1.H.A.R.Gibb,Modern Trends in İslam, Chicago 1947,s.64.
s.122
Peygamber, kendisine ulaşılamayacak, yanına yaklaşılamayacak kadar insan üstü, kutsal, yarı ilah bir varlıktır. Bütün felekler onun için yaratılmıştır (Levlake levlak, lema halektu’l-eflak).
Mescidin kapısı, eşi Aişe’nin evinin kapısıyla karşı karşıya olan;namazı, güzel kokuyu ve bir de kadını çok seven; zırh giyerek savaşan; kısaca yaşama, canlılığa ve içgüdülerine ‘evet’ diyen içimizden gür saçlı esmer birisini (Arap); nur yüzlü (soluk benizli), ruhani, gece yatmaz, hata işlemez (o zaman sevap da işlemez) bir melek-insana çevirdik. Sahabiler yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız kurtulursunuz.(Bazı sahabilere uyanların kendilerini Cemel ve Sıffin savaşının ortasında bulduğu tarihsel bir gerçektir). Her türlü iyilik, öncekilere uymakta, her türlü kötülük ise geriden (bize yakın) olanların çıkardıklarındadır. (Kullu hayrin fi itba’i men selef, ve kullu şerrin fi ibtida’i men halef.)
Tarihe hep anıtsallaşmış kişiler ve sülaleler hakim olmuştur. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar, Bizler, bireyler olarak Hanefi, Şafi,Eşari, Maturidi, Alevi, İsmaili, Caferi veya Atatürkçüyüz. Hiç kimse Vasıl b.Ata’ gibi kişilerden i’tizal (ayrılma) etmeyi göz alamadığı için aramızda –el hamdülillah- Mutezili yoktur.
s.125-126.
Ey kerameti kendinden menkul gelenek ve teamüller, siz nelere kadirsiniz! Tarihte akıllılığın karşıtı çoğu zaman aptallık değil, şartlanmışlıktır ve alışkanlık beyni uyuşturan afyondur. Sağcılık, bir alışkanlık olarak bütün dinlerin, büyük öğretilerin ve halkların afyonudur. Sözü cahiliye dönemi şairi Amr İbn Kamia’nın bir beyti ile bitirelim:
Rametni benatu’t-dehri min haysu la era,
Fekeyfe limen y’rma veleyse bi ramin?
Zamanın kızları bana görmediğim yerden bir ok attı,
Fakat bu oku yiyen, atanı göremiyorsa ne yapabilir?
s.128
Şamanlık dininden büyük oranda tasavvuf yoluyla İslam’a girmiş göçebe ve asker Türk milletinin büyük bir kütlesi orta çağın dar ve durgun havasında bozkır Anadolu’nun orta, küçük boy kasabalarında ve çoğunlukla da ‘’Kuş uçmaz (çünkü ağaç yok) kervan geçmez (yolsuz),’’ köylerde (ve de tekke ve zaviyelerde) tarihin dışında yaşıyordu. Bugün Türkiye’nin topraklarında yaşayan insanların ‘’Geçmişe mazi derler,’’diyerek maziyi boşver’melerinin arkasında böyle bir tarih vardır. Aynı şekilde, geleceği planlamayan ve 1960’lardan sonra hazırlanan beş yıllık kalkınma planlarının birer temenniden öteye gitmemesinin arkasında, geleceğe ilişkin plan/proje yapmayı, umut beslemeyi tul-i emel olarak küçümseyen bakış açısının, zihniyetin etkisi yok mudur acaba?
Coğrafyanın (bozkır) doğurduğu zorluklarla birlikte, yaşamla bağları tasavvufla gevşetilmiş; yaşamın amaçları yaşamın içinden tamamen sökülerek ‘öte’ye (ahiret) ve aşkına (Allah) yöneltilmiş Anadolu insanının geçmişine veya geleceğine dikkat etmesini (tarih bilinci) beklemek anlamsızdır.
s,184.
Hazırlayan: Emre Koç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder