10 Ocak 2014 Cuma

Hayatın Yeniden İnşası İçin \ Mustafa İslamoğlu

Hayatın Yeniden İnşası İçin \ Mustafa İslamoğlu

İnsanın hizmetine sunulan eşya emanettir, bu eşyayı amacına uygun istikamette kullanmak için insana verilen yetki hilafettir. İnsanın yetkisini istismarı emanete ihanettir. İhanetin cezası cehennem, sadakatin ödülü cennettir.
‘’Hayatı yeniden inşa süreci:
-Tasavvurun yeniden inşası
-Aklın yeniden inşası
-Şahsiyetin yeniden inşası
-Hayatın yeniden inşası’’

Kendisini insan eden taraflarını ihmal eden insan, tüm yatırımını tene ve tensel hazlara yapmaya başlamış sevgi tenlerin birleşmesine güzellik tenin estetiğine hayat bedenin sınırlı yaşamına mutluluk cismin rahatına itibar herhangi bir markaya indirgenmiştir.

Batının inşa ettiği modern hayatın enleri:
En günahkar hayattır
En kutsalsız hayattır
En kurgusal hayattır
En anlamsız hayattır
En geleceksiz hayattır
‘’En insansız hayattır
Roman, gazete, tv hatta internet modern Batının insansızlaştırılan hayatında oluşan boşlukları doldurmak için icat ettiği sanal dünyalardır. İnsandan ve insan ilişkilerinin sahici sıcaklığından boşalan yer bu tür ruhsuz araçlarla doldurulmaya çalışılmıştır.
Modern hayat insanın yalnızca konforunu artırmıştır mutluluğunu ve anlamını değil. Teknoloji zafer kazandıkça insan “anlam kaybı”na uğramaktadır.’’
‘’En laubali hayattır
İnsanlık tarihinde eşi görülmemiş bu vahşetin (1. Ve 2. Dünya savaşları)
ardından bir daha asla diyen kollektif bir akıl hemen yanı başındaki Bosna ve Kosovada gerçekleştirilen toplu katliamlara bir daha asla sloganını yalanlarcasına sessiz kalabilmiştir. Batı bu anlamda Hicri 2.yüzyılda İmam Ebu Hanifenin büyük talebesi Muhammed b.Hasan eş-Şeybaninin (öl.189h) yazdığı es-Siyerül Kebir de ortaya konulan uluslararası ilişkilerde korunması gerekli ahlak ve adalet standartlarını değil uygulamak entelektüel gündemine dahi almış değildir.’’
‘’En tüketici hayattır
Modern hayatta Kuranın rızık evrenseldir düsturunun karşısında açlık küreseldir mantığı yer alır.Peygamberin kanaat zenginliktir düsturunun karşısında ise daha fazlasını iste sloganı…’’
En bencil ve çıkarcı hayattır
Birleşmiş Milletler verilerine göre dünya nüfusunun yıllık gelirinin (30 trilyon) 24 trilyonu dünya nüfusunun %16sına aittir.Geriye kalan 6 trilyonluk dilim ise dünya nüfusunun %84ü tarafından paylaşılmaktadır.İki dünya arasındaki bu korkunç fark gittikçe açılmaktadır.
Silahlanma için ayrılan fonların %1i ile dünyadaki tüm çocuk ölümlerini önlemek mümkündür.

‘’İnşa süreci sonunda elde edilmek istenen amaç şudur:
-İnsan merkezli bir hayat
-İman merkezli bir insan
-Bilgi merkezli bir iman
-Hakikat merkezli bir bilgi
Hakikatın merkezi ise zaten bellidir: el Hak olan Allah’’

Vahyin inşa edici bir özne olmaktan çıkarılıp kutsal nesne haline getirilmesi üç aşamada gerçekleşti:
1.aşama: Vahiy lafız ve manaya indirgendi
2.aşama: Sadece lafza indirgendi
Vahyin muhatapları vahiyle diyalog kurmak onu diyalojik bir tasavvurla okumak yerine hatmetmeye başladılar.
3. aşama:Sadece mushafa indirgendi.
O artık inşa eden bir özne değildi. Çünkü o muhataplarını değil muhatapları onu yüceltiyorlardı. Oysa vahiy kendiliğinden yüceydi onun insan tarafından yüceltilmeye değil anlaşılmaya ve yaşanmaya ihtiyacı vardı.
Medine olmadan medeniyet olmaz. Medeni olmadan Medine kurulamaz. Zira medine medenilerin ellerine inşa edilen sitenin adıdır. Din olmadan da gerçek anlamda medeni olunamaz.
Hatırlama ve hatırlatma anlamına gelen zikr kavramı tüm vahiylerin ortak vasfıdır. Hatırlama zihinsel bir öze dönüştür. Bu öz elbette fıtrattır. Zira unutulan bir şey hatırlanır. İşte bu nedenle hatırlamayı engelleyen şey küfür(örtü, örtme) olarak adlandırılmıştır.

^^Sorumluluk bilinci birinin bitiş noktasını diğerinin başlangıcının oluşturduğu iç içe geçmiş tekamül sürecidir; kafiri imana, mümini islama, müslimi ihsana, muhsini ikana, mukini irfana ulaştırır. Ve vahyin adı üzeri örtülmüş olan fıtratını unutan insana yapılan bir hatırlatma olduğu için zikirdir.^^

İslam epistemolojisinde tasavvurun bilginin zorunlu ilk basamağı olarak kabul edilir.Mantık ilmine göre kelimelerin anlamlarının oluştuğu noktadır.Kelimeler tasavvur tarafından yüklenirler. Bunlar yanlış yüklenirse bilinç yanlış oluşur,doğru yüklenirlerse bilinç doğru oluşur.
‘İnneme’l-a’malu bi’n-niyyat!
Eylemler ancak ve ancak tasavvura göre şekillenir.’
Nasıl ki gayrı meşru birleşmeler çocuğa engel değilse gayrı meşru tasavvurlar da düşünce ve eyleme engel değildir. Fakat düşünce ve eylemin sıhhat ve meşruiyetini ortadan kaldırır.
İnnemel amalu bil havatim
Eylemler sonuçlarına göre değerlendirilir.

İnşa süreci gerçekleşmeden önce vahyin yapılmasını şart gördüğü bir şey vardır: İmha
Bu imha Kelime-i tevhidin ilk şartı olan la ilahe ye tekabül eder.

İnkara saplananların yeryüzünün ihtişamını elde etmeleri seni yanıltmasın. O geçici bir tatmin aracıdır sonunda varacakları yer cehennemdir o ne kötü bir meskendir.(3.196-197)
Allaha ve O’nun elçisine inanırsanız Allah yolunda malınızı ve canınızı ortaya koyarak tüm gayretinizi sarf ederseniz işte bu sizin kendi iyiliğiniz içindir tabii ki eğer bilirseniz 61 Saf 11
Tüm peygamberlerin ilk işi muhataplarının dünyevileşmiş hayat tasavvurlarını imha ederken onun yerine kutsalla irtibatlı doğru hayat tasavvurunu inşa olmuştur.

Tasavvur inşa edici birkaç ayet:
Yoksa siz sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Bakara 214
İnsanlar sadece inandık demekle bırakılacaklarını ve sınanmayacaklarını mı sanıyorlar. Ankebut 2
Sevr dağında endişelenen Hz.Ebubekire Peygamberimiz şöyle diyordu: Ey Ebubekir! Üçüncüsü Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir ki
Kuran bu sahneyi Tevbe 40 daki ifadelerle ölümsüzleştirir.
Tıpkı tasavvuru inşa etmeden eylemi inşa etmeye kalkışmak gibi yanıldığımız nokta aklımızı inşa etmeden dünyayı düzene koymaya kalkışmaktır.

Aklını nefsinin arzularından koruyan arzularını aklıyla dizginleyen kimseye akıllı bu işe yarayan melekeye de akıl adı verilir.
Arapça bir kelime olan akıl, sözlükte iki şeyi birbirine tutturan ya da bir şeyi bir yere bağlayan bağdır.
Gazalinin deyimini kullanacak olursak ruhun bir tür enerjisi, ışığı olan aklın işlevi şeyler arasında bağlantı kurarak eşyayı tanımaya, anlamaya çalışmaktır.
Bir insanın aklı o insanın tasavvurlarının toplamıdır. “onunla akledecek bir kalpleri olsun” (hac 46) derken kur’an aklı kalbin eylemi olarak gösterir.
Ve akıl kalbin darmadağınık, bozbulanık her şeyi önüne katarak gürül gürül akıp gelen duygularını zaptu rabt altına alıp kontrol eden bir bağdır.
İnsan Allahın eseri, tabiatın müessiridir.

Yunan-batı düşüncesi akla mutlak bir özne olarak bakar. İşte bu yüzden yunan-batı aklında düşüncenin seyri bilgiden ahlaka doğru iken, islam aklında ahlaktan bilgiye doğrudur.
Yunan-batı düşüncesinde aklın amacı nasıl neyle ve niçin olduğuna bakılmaksızın bilgiye ulaşmaktır. Yunan-batı aklında insan islam aklındaki Allahın yerini almıştır. Bunun latince formülü homo homini deus (insan insanın tanrısıdır.)
Yunan-batı aklı özünde zaten indirgemecidir. Dekart varlığı düşünceye, David hume hazza, Sigmund Freud şehvete, karl marks üretim araçlarına (…) indirgemiştir.

Havf korkanın küçüklüğünden dolayı hissedilen ürperti, haşyet ise korkulanın büyüklüğünden dolayı hissedilen ürpertidir. (suyuti) insan Allahın büyüklüğünü ne kadar kavrayabiliyorsa Ona karşı o kadar haşyet içinde olur. “şu bir gerçek ki kullları arasında Allaha karşı en çok ilim sahipleri saygı duyarlar”
Kur’an “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” derken neyi bilenler ve bilmeyenler sorusunu aynı ayetin başında şöyle cevaplıyordu: “yoksa siz geceler boyu secde ederek yahut ayakta durarak kendini kulluğa vakfeden, ahireti gözeten, Rabbinin nimetlerini dilemenin (ne olduğunu bilen kimseyle bilmeyene) bir mi tutuyorsunuz?”
İbn mesud: “ilim çok söz ve malumat sahibi olmak değildir. Asıl ilim, çok haşyet sahibi olmaktır.”
Vahyin inşa ettiği tevhidi bir akıl şu dört kitabın ayetleri arasında bağ kuran bir akıldır: vahiy, insan, hadisat ve kainat.

Kur’an bağ kuran aklı şöyle niteler: “onlar Allahın kurulmasını emrettiği bağları kurarlar zira onlar rablerinin (sevgisini yitirme) kaygısıyla titrerler ve hesabı kötü vermekten korkarlar.” (rad 21, bakara 27)
Allahın aralarındakini ilişkinin koparılmamasını emrettiği bağlar: insan-Allah, akıl-vahiy, dünya-ahiret (2:201), Allah-peygamber, din-devlet, birey-toplum…
İnsan-Allah ilişkisinin anahtar kavramı nasıl tevhid ise, insan-insan ilişkisinin anahtar kavramı da adalettir. Tüm ilahi vahiylerin maksadını iki kelimede özetlemek gerekseydi bu iki kelime yeterdi.
Maun suresinde çift kutuplu şu mesaj verilmek istenmiştir: biri dünya diğeri din, biri insanlığa karşı görevler diğeri insanlığa karşı görevler, biri yardım diğeri dua, biri insana vermek diğeri Allahtan istemektir.

Peygamberimiz kendisini toplumdan soyutlayıp ibadete vermek için dağa çıkma düşüncesiyle gelen bir gruba çok sinirlenmiş onları dengeli düşünmeye ve yaşamaya davet ederek “ben size güzel bir örnek değil miyim?” demiştir.
Aklın önce doğru bir tasavvur üzerine inşa edilmesi gerekir. Doğru bir tasavvur üzerine inşa edilmesi yetmez, kendisine doğru bir yöntem seçmesi gerekir.

İslam epistemolojisi bilgiyi ikiye ayırır: huduri bilgi, husuli bilgi.
Huduri bilgi, insanın sonradan kazanmayıp fıtraten taşıdığı varoluşsal bilgidir. Husuli bilgi ise sonradan kazanılan bilgidir.
Vahyin inşa ettiği bir akıl huduri bilgiye, eşyanın tabiatına müdahale eden bir hakim olmak için değil  ona o bilgiyi yükleyene hayran olmak için vakıf olmak ister.
Vahiy onun aklını inşa ederken hakikate ulaşan yol ve yöntemin tek değil birden çok olduğunu açıkça ifade ediyor. (ankebut 69: davamız uğrunda üstün gayret harcayanları kesinlikle yollarımıza yönelteceğiz)
Kur’an vahyi akla istikamet açısı veriyor, akıl da Allahın gör dediği yerden bakarak gerçeğin bilgisine ulaşıyordu. Bu anlamda akıl göz, vahiyse ışık gibiydi.
Allah akletmeyenleri canlıların en zararlısı ilan ediyordu.
Akıl insanın içindeki peygamber, peygamber de insanın dışındaki akıldır. (imam cafer)
Çözülen aklın çözülen insanın kendi savunduğu bütüne ait parçanın bütünün kendisi olduğunu savunmaya başladı. Ve parça bütünden kesin bir biçimde koptu. Artık durum kur’anın kendilerine vahiy emanet edilen kitap ehli hakkındaki tasviri gibi bir hal almıştı. “her grup kendi elindekiyle övünüp duruyordu.

İrfan-Beyan-Burhan’ın  günümüzdeki takipçilerine !
‘’İrfan ın takipçileri Mesruk ,Haris el Muhasibi,Cüneyd Bağdadi,Ebu Yezid el Bistami ve Abdulkadir Geylani gibi öncü şahsiyetleri ne kadar tanırlar.
İrfan okulunun ders kitapları hükmünde olan Ahmed b. Hanbelin Kitabüz Zühdünü,Kelebazinin et Taarrufunu, Serracın el Lüma ını,Kuşeyrinin er Risalesini,İbni Arabinin Fütühat ve Füsusunu,Rabbaninin Mektubatını, Nevevinin el Ezkarını bilirler mi ? bilirlerse okurlar mı? okurlarsa anlarlar mı ?’’
‘’Beyanın takipçileri okurlar mı mesela Ebu hanifenin el Fıkhul ekberini, İbni hişamın es Sirasını, Şafiinin er Risalesini, Buhari ve Müslimin Sahihlerini, İbn Salahın Mukaddimesini, Gazzalinin El mustasfasını Tehafütünü El Munkızını,İbn Teymiyenin el İmanını,Şatibinin el Muvafakatını,İbn Haldunun Mukaddimesini, Ebu Suudun tefsirini? Beyan fedaileirinden kaçta kaçı Kuranı baştan sona bir kez anlayarak okumuştur. Bu İslamla olan ciddiyetimizin bir numaralı ölçüsüdür.’’
‘’Burhanın varisi gibi duranlar bilir mi Kindiyi Farabiyi İbn Sinayı İbn Becceyi İbn Rüşdü Molla Sadrayı? Bunlar arasındaki farkı bilirler mi ? Bu insanların hangi sancılarla Risaleleri, Arau Ehlil Medinetil Fadılayı , en Necatı, Faslul Makalı kaleme aldıklarını?’’
İzutsu’nun “mutlak hakikatin aracısız tecrübesinde son bulmayan bir felsefe boş bir oyundur. Sıkı entelektüel eğitime dayanmayan mistik tecrübe ise her zaman mutlak bir dalalete dönüşmeye müsaittir.” (burhanla irfan arasındaki ilişkiye dair)
İslam aklı çözüldükten sonra hakikati kendi bütünlüğünde kavramak yerine önce parçalayıp sonra parçaları paylaşmak esas olmuştur. İslam aklı biz deyince yeryüzündeki tüm Müslümanları kastederken zümrevi akıl “biz” deyince sadece kendi yandaşlarını kasteder olmuştur.
İbn rüşd beyan ile burhan arasında bir amaç birliği olduğunu, bunların birbirinin hasmı olmadığını dolayısıyla birinin diğerine cephe almasının yanlış olduğunu dile getiriyordu. Kuşeyri de gazali de parçalanan islam aklını birleştirmek isteyenlerdendi.
Burhan-beyan-irfan bilgi sistemlerinin önümüze koyduğu 1400 yıllık müktesebat içerisinde muhteşem bir hazineyi barındırmaktadır. Fakat şimdilerde evrakı metruke ve evrakı perişan halinde keşfedilmeyi beklemektedir. Keşfedilmeyi ve tasnif edilmeyi, keşfedilmeyi ve ayıklanmayı, keşfedilmeyi ve yeniden inşa edilmeyi…

Eğer yanlış anladınızsa nasıl yaptığınızın hiçbir önemi yoktur çünkü yanlış anlayanın doğru yapması mümkün değildir. Anlama problemi bu ümmetin en büyük problemidir.
“oku!” emri bir kıraat-tilavet ya da iletme emri değil rabbi insanın yaratılışını, yaratılışın mikro ve makro kaynağını, bilginin kaynak ve araçlarını doğru anlamayla ilgili bir talimattı.

Vahye karşı ilk cinayet vahyin özne olmaktan çıkarılıp nesneleştirilmesiyle işlendi.
Nesneleşme süreci; anlam üretilmezse tüketilir,
Anlam tükenince form yüceltilir,
Bu form makulün değil mahsusun konusu haline gelir,
Mahsusun konusu kutsal bir form ise anlaşılmaz tilavet edilir, yaşanmaz fetişleştirilir.
Ahseni takvim asli ve fıtri, esfeli safilin fer’i ve arızidir. “onu günah işleyebilecek bir donanıma sahip kıldığı gibi ondan kaçınacak bir bilinçle donatmıştır.” (şems 8)
İnsan insanın nesidir? Alexis carrel’ın ifadesiyle meçhulüdür, ebu hayyan “insan insanın en büyük sorunudur” bu tespiti insanın sadece sorunlu bir varlık olduğunu değil aynı zamanda sorumlu bir varlık olduğunu da dile getiren müthiş bir tespittir. İnsan konusunda en çok yanılanlar bölen ve parçalayan bir akılla insana yaklaşan batılı düşünürler olmuştur. Her biri insanı kendi meslek ve meşrebince tarif ederken insan sorununu çözmek yerine daha karışık-karmaşık hale getirmişlerdir. Kimi düşünen, kimi alet kullana, kimi isyan eden, kimi de sosyal canlı olarak tanımlamış. Dolayısıyla bu bakış açısı Foucault’un ifadesiyle insanın ölümünü getirmiştir.
Hz.Davud un insan kim sorusuna Yine Hz davud kendisine cevap verircesine şöyle cevap veriyordu.’Onu meleklerden biraz aşağı kılmışsın; ama şeref ve onur tacını da onun başına kondurmuşsun.(8.Mezmur)
Hz.Peygamberin hadislerinden kişilik inşasına yönelik olanları toplama iddiasıyla yazdığı ilk eser niteliğinde olan eser  Buharinin el-Edebül Müfred eseridir.
Yunan-Batı aklının insan anlayışı daha temelden şahsiyetçiliğe aykırıdır. Çünkü bu akıl insanı çobanlar çoban köpekleri ve sürüler olarak ayırmış bunlar arasındaki geçişkenliği reddetmiştir. İlk günah düşüncesi de insanın şahsiyet olmasının önüne gerilen en büyük engeldir.

İnsan insan olarak doğmaz, oluşturulur. Hollandalı Erasmus,

Kuran peygamberimizi şu başlıklar altında tanıtır:
İnsandır, Elçidir, Hayranlık verici bir ahlak sahibidir, Alemlere rahmettir, güzel bir örnektir
Gıfar kabilesi tümüyle eşkıyalığı meslek olarak seçmişlerdi Ebu Zer de bunlardan biriydi. İşte Kuran sıradan bir eşkıyadan dillere destan bir evliya çıkarmıştı
Günümüzdeki örgütlü İslami yapılar vahyin inşa ettiği bir akıldan mahrum bulunmalarından dolayı çekirdek kadrolarını şuurlandırmak yerine şartlandırmayı tercih etmektedirler. Bu yöntem söz konusu yapıların belki kolay yönetilebiliyor olmasını sağlıyor fakat bir o kadar da kolay yıkılıabilir çözülebilir olma zaafına mahkum ediyor.
Toplumsal değişimden önce bireysel değişim şarttır.
Hiç şüphesiz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez. Rad 11

^^Geleceğin dindarlığı geçmişin dindarlığından daha bilinçli ve daha kitabi olacaktır. Etrafıma baktığımda genç Müslüman kuşaklar içerisinde babalarını ve analarını fersah fersah geçen kadınlar ve erkekler görüyorum. Onların referansları ebeveynlerinden farklı. Ebeveynlerin referansları yine ana babaları olurken İslamla irtibatını ciddiye alan yeni nesillerin referansı Kuran ve sahih sünnet olmaktadır.^^
Eğer şahsiyetlerden oluşan sosyal yapılar oluşturulursa bu birbirinin çarpımı olan enerji yoğunluğuna yol açıp güncel tabirle sinerji oluşturacaktır. Bu yapılar duracağı ve vuracağı yeri bilen zamanı ve mekanı olan(unutmayalım fiil zaman ve mekan bildirir) uzmanlık alanı bulunan vasıflı yapılar olmalıdır.
Onlar bu  Kuran üzerinde düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitleri mi var? (Muhammed 24)
Hayata yönelik bir inşa projesi öncelikle hayatın tüm alanlarını kaplamalıdır. Bunlardan İlk akla gelenleri: Din, Siyaset, Bilim, Ekonomi, Sanat alanıdır.
Tamam kabul çocuk düştüğü yerden kalkar. Fakat düşen çocuk değil yetişkin biriydi.Ve düşüş mekanla ilgili değil insanla ilgiliydi. Hem de insanın tasavvur, akıl ve şahsiyeti gibi en insani yerleriyle…
Düşülen yer işte burasıydı ve oradan kalkılmalıydı
O halde daha fazla söze ne hacet, kalk ve başla,
‘’Bismillahirrahmanirrahim!’’

Hazırlayan: M. Emin Bozyiğit

1 yorum: