VİKTOR E.FRANKL VE LOGOTERAPİ ÖRNEKLİĞİNDE İNSANIN ANLAM ARAYIŞI VE DİN İLİŞKİSİ
Selda Dündar ALKAN
1. Viktor Frankl
Henüz dört yaşlarında iken bir gece ölüm fikri aklına gelir. Hissettiği şey korkudan ziyade ,bu hayatta yaşıyor olmamızın ölümle kaybolmayacak bir anlamının olması gerektiği düşüncesinden kaynaklanan bir irkilmedir. Başka bir örnekse;bir gün okulda tabiat bilgisi dersinde hayatın bir yanma mekanizmasından başka bir şey olmadığını söyleyen öğretmenine ’eğer hayat yanmadan ibaret ise bu hayatta yaşadıklarımızın ne anlamı olabilir?’ diyerek itiraz etmesidir. (Frankl, 2003: 31)
Frankl’ın hayata bakışını, kişiliğini, akademik kariyerini etkileyen,düşünce dünyasında ve teorilerinde etkili olan,hayat ve taşıdığı anlam üzerinde yoğunlaşmasının en önemli sebebi ise 1943 yılında insanlık dışı Nazi toplama kamplarında bizzat yaşadıkları ve burada yaptığı gözlemlerdir.Kız kardeşi hariç tüm aile bireyleri kamplarda,gaz odalarında öldürülmüştür ve bu acı gerçeği ancak kamplarda üç yıl kaldıktan sonra evine döndüğünde öğrenmiştir. (Bahadır, 2000: 137)
İnsanın Anlam Arayışı kitabının, 19 dile çevrildiği ,iki buçuk milyona yakın satış sayısına ulaştığı bir dönemde bir TV muhabiri sorar: "Dr. Frankl ,kitabınız gerçek bir bestseller oldu.Böylesine büyük bir başarı için ne hissediyorsunuz?" Frankl bu soruya şöyle cevap verir;
"her şeyden önce bugün bestseller konumundaki kitabımı kendi açımdan bir başarı olarak değil,daha çok çağımızın içinde bulunduğu acınası durumun bir dışavurumu olarak gördüğümü söylemekten ibarettir;eğer yüz binlerce insan ,yaşamın anlamına ilişkin çok az şey vaat eden bir kitaba yöneliyorsa,bu,insanların iliklerinde hissettikleri kavurucu bir sorun demektir"
2. Logoterapi
E.Fromm’un dediği gibi, artık ‘modern insan’, cenneti her şeyin bulunduğu,her türlü kredi kartının geçtiği,hatta sadece her istediğinin değil komşusundan daha fazlasını alabileceği devasa bir alışveriş merkezi olarak hayal etmektedir. (Köse, 2011: 14) Frankl bu durumu şu ifadelerle anlatır:
"Bolluk içinde yaşayan toplumlarda ve zengin eyaletlerde intiharların daha fazla olduğunu gördük. Uzun süredir , artık uyanmaya başladığımız bir rüya görüyorduk:bu ,insanların sosyoekonomik durumunu iyileştirmemiz halinde her şeyin yoluna gireceği,insanların mutlu olacağı rüyasıydı.Karşımıza çıkan gerçek ise şudur:yaşama savaşı şiddetini kaybedince ,ne için yaşam sorusu gündeme gelmiştir.Bugün daha çok insan yaşamak için gerekli araçlara sahip ama yaşamak için bir anlamları yok!" (Frankl, 2013: 15)
Logoterapinin savunduğu anlam yoluyla terapi düşüncesi, geleneksel psikoterapinin sahip olduğu terapi yoluyla anlam düşüncesine karşı geliştirilmiştir. Psikanaliz ve bireysel psikolojide kişiye anlam ve amaç olarak kendini gerçekleştirme, potansiyellerini açığa çıkarma ve üst seviyeye taşıma, ne olmak istiyorsan ona ulaşma, ödipal çatışmaları çözme gibi şeyler gösterilir. Bunlar ise geçici çözümlerdir. Nevroz ortadan kaldırılsa bile yerini çok geçmeden varoluşsal boşluğa (vakum) bırakacaktır. (Frankl, 2013: 14)
Frankl tıpkı bir mimarın eski bir kemeri güçlendirmek istediğinde kemerin üzerindeki yükü arttırması gibi bir psikoterapistin de nevrotik hastaların ruh sağlığını güçlendirmek istediklerinde kişinin kendi yaşamındaki anlamı bulma sürecindeki yönelişinde gerilim yaratmaktan korkmaması gerektiğini ifade eder. (Frankl, 2014: 119) İnsanın temel motivi Freud’un psikanalizinde haz, Adler’in bireysel psikolojisinde güç(üstünlük ) istemidir. Frankl her ikisine de itiraz ederek temel motivinin anlam istemi olduğunu savunur. (Frankl, 2014: 113)
Yaşamın anlamı nedir sorusunu sormayı bırakıp cevabı insanın kendisinin vermesi gerektiğini vurgular. (Frankl, İnsanın: 122) Herkesin cevabı farklıdır. Kişi ,hayatı kendi dünya görüşüne göre algılar.Çünkü bütün olarak hayat ,her türlü arayışa cevap verebilecek zenginliğe sahiptir. (Bahadır, 2002: 33)
Tolstoy, İtirafları’nda anlam arayışı sürecinde bazı insanların hayatın anlamsızlığını ispat etmelerine rağmen yine de yaşamalarını ve hayata bir anlam vermelerini sorgular. (Tolstoy, 2009: 47) Örneğin Tolstoy’un sorguladığı filozoflardan biri olan pesimist filozof Schopenhauer ’un "Çünkü boşluktan ortaya çıkan şey, layıktır yok edilmeye:Hiç var olmamış olsaydı,daha iyi olurdu öyleyse" (Schopenhauer, 2013: 11) sözüne karşılık Tolstoy ondan daha dürüstçe davranır ve der ki
"Benim, Schopenhauer’in ve Hz. Süleyman’ın durumu,bilgeliğimize rağmen, aptalcaydı: Hayatın bir bela olduğunu kabul ediyor ama yine de yaşıyorduk. Bu,besbelli ki aptallık. Çünkü eğer hayat saçmaysa ve ben de akıllı şeyleri çok seviyorsam, o zaman hayatı yok etmeliyiz" (Tolstoy, 2009: 58)
Frankl, logoterapistin rolünü ressamdan çok göz uzmanının rolüne benzetir.Ressam bize, dünyayı kendi gördüğü haliyle aktarmaya,göz uzmanı ise dünyayı gerçekte olduğu gibi görmemizi sağlamaya çalışır. (Frankl, 2014: 124) Logoterapi yaşamın anlamının her zaman değiştiğini ancak hiçbir zaman yok olmadığını hastaya göstermeyi hedefler. Bunun için yaşamın anlamını bulabilmesi için kişiye üç farklı yol gösterir: Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak, bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek ve kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek kişi yaşamındaki anlama ulaşabilir. Çünkü bizim yaşamdan ne beklediğimizden daha çok önemli olan yaşamın bizden ne beklediğidir. Türlü tecrübeler karşısında insanın hep bu soruyu sorması gerekir. O zaman hayattan şikayet etmez ya da geçici iyilikler karşısında başı dönmez.
3. Anlam Arayışı ve Din
Logoterapik bakış açısına göre anlam ; zihinsel olmaktan çok varoluşsal bir alana yöneliktir ve ruh sağlığını mümkün kılan bu tarz bir anlamdır. (Bahadır, 2000: 22) Beden canlılığı için ruhun önemi ve işlevi ne ise , ruhsal varoluşun canlılığı için de anlamın önemi ve işlevi odur. (Bahadır, 2000: 23) Anlamlı bir hayat arayışında insana rehberlik edecek bireysel ve çevresel pek çok anlam kaynakları mevcuttur. Genel olarak bireysel arzular , amaç ve hedefler,aile,toplum,ideoloji ve inanç başlıca kaynaklardan sayılabilir.Kişi,anlamlı bir hayat arayış sürecinde bu kaynakların hepsinden,bir kısmından ya da sadece birini merkeze almak suretiyle yararlanabilir. (Bahadır, 2000: 137) Bu kaynakları dört temel başlık altında değerlendirebiliriz. (Ayten, 2012: 54)
3.1. Amaç ve hedefler
Husserl,’anlam,aklın amacıdır’ diyor. (Göka, 2013: 138) Amaçlılık ve anlamlılık arasında ise çok yakın bir ilişki vardır ;çoğu zaman eşdeğerdir. İnsanın yaşama dair temel anlam kaynağı amaçlılık/anlamlılıktır. Bu, onu diğer varlıklardan ayıran ve üstün kılan yanıdır. Amaçlılığı sayesinde hayata bilinçli katılım gerçekleştirir. İnsanı hayata bağlayan en temel anlam amaçlılıktır ve amaçlılık varoluşsal anlamda insanda mevcuttur. İnsanın salt manada amaçsız olduğu bir an yoktur. Ancak varoluşsal anlamda hayatın amacı,kişiliğine bütünlük kazandırmaktır. Dolayısıyla amacın, kişiliğe bütünlük kazandırmak için kişinin zihinsel,duygusal ve organik potansiyelleri ile uyum içinde olması gerekir. Aksi halde bunlar arasında çıkabilecek çatışma ya da tek taraflı aşırı anlamlılık kişi için bir tehdit hatta ruhsal bir hastalık sebebi olabilir.
3.2. Değerler
Birey mutluluk, umut, iyimserlik,sevgi ve ilgi, sorumluluk ve vicdan, fedakarlık sayesinde anlama ulaşır. Bu değerleri özümser,kişiliğine mal ederek gereklerini yerine getirirse anlamlı bir hayat kazanır ya da hayatını daha anlamlı hale getirir. (Bahadır, 2000: 79)
"Kötümser kişi,her gün bir yaprak kopardığı duvar takviminin her geçen günle daha da inceldiğini korku ve hüzünle gözleyen bir adama benzer. Öte yandan yaşamın sorunlarıyla aktif bir mücadele içinde olan kişi ,takviminden her gün bir yaprak koparan ,ama yaprakların arkasına günlük notlar alarak öncekileriyle birlikte dosyalayan bir adama benzer. Böylece bu notlardaki zenginliği,dolu dolu yaşanmış olan bir yaşamı gurur ve sevinçle düşünebilir." (Frankl, 2013: 92)
E.Fromm’un ifadesiyle sevgi, değer verdiğimiz şeyin yaşaması ve gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. (Fromm, 2009: 37) O’na göre sevgi, insana özgü güçlerin açığa çıktığı bir eylemdir, etkinliktir. Pasif bir duygu değildir. Sevgi ilk önce vermektir, almak değil. (Fromm, 2009: 33) Sevgideki temel öğeler özen,sorumluluk duygusu,saygı ve bilgidir. Anlamlı bir hayatın hem nedeni hem sonucu olan sevgi, bütün olarak bu öğelere sahip bir sevgidir.
Frankl,sevgiyi hayvanlarda olduğu gibi cinsel itki ve içgüdülerin yüceltilmesi olarak gören indirgemeciliğe karşı şiddetle karşı çıkarak savunur. O’na göre sevgi, kendini aşkınlığın bir yanıdır. İnsan, varoluşundaki kendini aşma özelliği sayesinde, gerçekleştirilecek bir anlama ya da başka bir insana yönelik kendi ötesine uzanmayı amaçlar. (Frankl, 2013: 70)
Varoluşçu filozof Sartre’ın Bulantı romanındaki kahramanı Antoine anlamsızlıkla boğuşan biridir. Bir gün sık sık gittiği kütüphane görevlisi ile yemekte iken masada üzerine güneş ışığı vurmuş bir sinek görür. Bulantı duyar ve içinden onu ezmek gelir. Tam parmağını kaldırırken ,görevli ‘öldürmeyin onu!’ diye bağırır. Antoine der ki: ‘Varoluştan kurtardım onu! Ona iyilik ettim diyorum’ Aslında Antoine sinekten değil varoluştan tiksiniyordur. (Ulusoy, 2011: 75)
Amaçlılık ta fedakarlığın gerçekleşmesindeki temel güçtür.insan,ulaşmak istediği bir amaç uğruna kendi arzu ve ihtiyaçlarından,rahatından, zamanından,imkanlarından vazgeçer. Bir eser üretmek, bir başarıya ulaşmak için zamanından,rahatından vs…vazgeçen bir kişinin fedakarlığı daha çok ben merkezlidir. Hayata anlam kazandırma noktasında etkili olduğu vakidir. Fakat asıl fedakarlık ,hiçbir çıkarı olmadan ,kendinin ötesinde bir kişi,amaç için emek ortaya koymasıdır. Kendinden vazgeçme hali olan fedakarlık,amaç uğruna yapıldığı için bir mahrumiyet, eziyet duygusu oluşturmaz. Bilakis huzur ve mutluluk verir.
3.3. Etki ve yarar
Kariyerinde yükselmek isteyen bir iş adamı, tuvaline fırça darbeleri vuran bir ressam, gün batımını izleyerek şiir yazan bir şair ya da kendisini sokak çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamaya adayan bir hayırsever…Hepsinin ortak gayesi de bir eser,iş ortaya koyarak yaşamlarını anlamlı kılmaktır. İnsan, varlığı ‘işe yarasın’ ister, bu yüzden başarılı olma, iz bırakma sayesinde anlama ulaşır. Kimse ‘gereksiz’ değildir. Bulunduğu yerde varoluşunun farkına varılmasını arzu eder.
Frankl’ın, anlamsızlık duygusuyla gelen hastalarına hayatında bir anlam bulması ya da anlamı keşfetmesi için sunduğu üç yoldan biri de bir eser üretmek, bir iş ortaya koymaktı. Kampta kaldığı sürede yazdığı kitabı korumak için verdiği çabayı buna örnek verir. Nietzsche ‘den ödünç aldığı ‘yaşamak için neden’i olan hemen her nasıl’a katlanabilir sözü doğrultusunda yaşamda kendine bir eser üretmek ya da başarılı olmayı gaye edinenin kendi hayatının anlamına ulaşacağını söyler. (Frankl, 2014: 28, 125)
3.4. Kendine saygı, kendine değer verme
Kendini aşmanın, fedakarlık ve diğerkamlık duygularının kişi için bir anlam kaynağı olduğundan; Frankl’ın kendini gerçekleştirmenin bir anlam kaynağı olmadığı, kendini aşmanın bir yan ürünü olduğu görüşünden bahsettik.Yani ‘kendine giden yol başkasından geçer’ diyebiliriz.
Kendine saygı ve kendine değer verme, insanın bir anlam kaynağı olarak yöneldiği kendini aşma sürecinin hazırlayıcı sebebidir. İnsan, değerli ve iyi olduğunu hissetmek ister. Buna inanmak için nedenler arar. Kendisine bunu hissettiren bir şey onun için anlam kaynağı, amaç haline dönüşür. Aslında kendine değer verme temelde diğer anlam imkanları ile de iç içedir. Örneğin kimi iş hayatında gösterdiği başarıyla kendini değerli hisseder. Kimi aile hayatında, arkadaşlık ortamlarında sevilerek, önemsenmekle, kimi de kendini bir işe,birine adayarak değerli hisseder. Farklı kaynaklardan bu anlam ihtiyacı çerçevesinde anlam bulma yoluna gider. Bir anlam kaynağı olarak yöneldiği din, ideoloji ve sosyal gruplardan herhangi birine yönelmesindeki sebeplerden birisi de işte bu kendini değerli hissetme ihtiyacıdır.
4. Din – Tanrı İlişkisi
Amerikan psikolojisinin babası sayılan W.James, din ve Tanrı’nın hakikatte olup olmamasından ziyade insana sağladığı fayda açısından ele almıştır. James’e göre Tanrı hayatımıza ne kazandırır? sorusu Tanrı var mıdır? sorusundan daha önceliklidir. Din de, ‘hayatın anlamı nedir?’ sorusuna cevap verdiği sürece hep var olacaktır. (Ayten, 2012: 32-36)
Fromm,sevgiyi insan davranışlarındaki temel motiv kaynağı olarak görür. Dinlerin temelinde de sevgi vardır. Önemli olan dinin insanın kendini gerçekleştirme sürecindeki olumlu mu olumsuz mu katkısının olduğudur.Dinleri de buna göre otoriter ve hümaniter din olarak ayırır.Temel ölçüt,insanın özgür bırakılarak kendini gerçekleştirmesinin sağlanmasıdır. (Ayten, 2012: 116)
Frankl, diğer psikologlardan farklı bir bakış açısı geliştirerek dini insanın anlam bulması ve kendini aşması bağlamında değerlendirmiştir. Dinle ilgili görüşlerini ortaya koyarken bilinçdışı kavramından yararlanır. Her insan farkında olarak ya da olmayarak Tanrı’yı içselleştirmiştir ve O’na bilinçdışından bağlanmıştır. İnsanın doğası gereği bağlandığı Tanrı , Bilinçdışı Tanrı’dır.Bilinçdışı Tanrı ile kurulan ilişki de bilinçdışı dindarlıktır. (Ayten, 2012: 161; Bahadır, 2002: 136)
Sonuç
21. yüzyılın ürünü olan ‘modern hayat’,insanın arzularının sınırsız olduğu öncülüyle ona lüks ve konforu, tüketimi armağan etti. Bundan önce mutluluğun ancak refahla mümkün olabileceğine inanan, savaşlardan ve yoksulluktan bıkıp yorulmuş yığınlar modern hayatla birlikte ‘huzur’a kavuştu.Ancak bu ‘yalancı bir huzur’du. Tükettikçe üreyen ‘tatminsizlik’ duygusu insanın benliğini kemiren bir yılana dönüştü.Ve onu can damarından yakalayarak ‘anlamsızlık’ komasına soktu.İşte bu noktada ‘modernizm’ hastalığına yakalanan insanı içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmayı hedefleyen,insanı temel alan felsefi-psikolojik yaklaşımlar ortaya konulmaya başladı.Bunlar içinde psikoterapinin insancıllaştırılması iddiası ile Viktor Frankl tarafından ortaya konulan logoterapi en önemlilerinden biriydi.
Anlam merkezli terapi olan logoterapi insanın yeniden huzura kavuşmasının anlam arzusunun yeniden işlerlik kazanması ile mümkün olduğunu ortaya koymuştur. İnsanın her şeye rağmen hayatında gizli olan anlamı bulmasını sağlamak gayesindedir. İnsana yaklaşırken tüm indirgemeci bakış açılarını reddeden logoterapi, dini ve dini olanı görmezden gelmez. İnsanın hamurunun iyilikle yoğrulduğuna inanan Frankl, insanın gözlenebilir etkin mücadelesi üzerinde yoğunlaşan fenomenolojik yaklaşımı benimser.Burada üzerinde önemle durduğu nokta insanın sorumluluk sahibi özgür bir varlık oluşudur.İnsanın din ile ilişkisini bu bağlamda ele alır. Dini, insan özgür iradesiyle,bilinçli olarak tercih eder.
İnsan bilindışı güçlerin esiri değildir. Frankl,dine, insana anlam kazandıran en önemli etkenlerden biri olarak değer verir.Bu noktada logoterapi bize din ve anlam ilişkisine dair önemli veriler sunar.İnsanda anlam arayışının dünya ile sınırlı olmadığını ,insanda nihai bir anlam arayışının olduğunu söyler.Bu arayış sonunda insan ‘Nihai Varoluş’u yani Tanrı’yı bulur. Anlam isteminin engellenmesi durumunda ise varoluşsal boşluk ortaya çıkar. Bu durum insana hayatının yaşanmayacak kadar değersiz olduğu duygusunu verir. Bu noktada insana anlam kazandırmak için üç yol sunar. Acıyı dönüştürmek,bir amaç edinmek,bir eser ortaya koymak şeklinde sunduğu bu yollar; kişiden kişiye hatta andan ana bile değişiklik gösterebilir. Bu noktada dinin insana hiçbir yerde bulamayacağı bir anlam ve güven duygusu verdiğini söyler. Bu söylemiyle Frankl diğer psikoloji ekollerine göre psikoloji ile dini daha yakın ve olumlu bir şekilde değerlendirir. Ancak o, din ile psikoloji ilişkisinin yakınlığını açıklarken dinin gayesinin ruhi kurtuluş; psikolojinin gayesinin ruh sağlığı olduğunu da belirtererek aralarındaki farkı net olarak ortaya koyar.
İnsanın anlam kazanma sürecinde en önemli kaynaklar amaçlılık, değerler, etki ve yarar, kendine değer vermedir. Bunlar, Frankl’ın deyimiyle insanı ‘varoluşsal boşluk’ içine düşmekten alıkoyan psiko-sosyal motivasyon faktörleridir. İnsan ya hayatında bir gaye edinerek; ya geleceğin daha güzel olacağını umud ederek, sevgi ile birine veya bir şeye bağlanarak,iyimser bir bakış açısı kazanarak,kendine, doğaya ve de diğer insanlara karşı sorumluluk bilinciyle hareket ederek..; ya dünyada bir iz bırakarak; ya da varlığının boşuna olmadığını, değerli olduğunu hissetmek için yaşamını devam ettirme gücü verecek anlama yönelir. Bu anlamı insana en üst seviyede kazandıran kaynak ise din ve inanç duygusudur. Frankl’ın da ortaya koyduğu gibi anlamlılık düzeyi ile dindarlık düzeyi arasında güçlü bir ilişki olduğu gibi psiko-sosyal motivasyon kaynakları ile dindarlık arasında da güçlü bir ilişki vardır.
ALPER,Hülya;İmanın Psikolojik Yapısı,Rağbet Yay.,İstanbul 2007
AYTEN,Ali;Tanrı’ya Sığınmak(Dini Başa Çıkma Üzerine Psiko-Sosyal Bir Araştırma), İz Yay.,İstanbul 2012
BAHADIR,Abdülkerim;İnsanın Anlam Arayışı ve Din (Logoterapk Bir Araştırma),İnsan Yay.,İstanbul 2002
BAHADIR,Abdülkerim, ‘Psikoterapide Yeni Bir Yaklaşım:Logoterapi ve Viktor Frankl’,U.Ü.İlahiyat Fak., Yay .Sayı:9 Cilt :9 ,Bursa 2000
FRANKL,Viktor Emile,İnsanın Anlam Arayışı,Okuyan Us Yay.,(Çev.Selçuk Budak),İstanbul 2014
FRANKL,Viktor Emile;Psikoterapi ve Din-Bilinçdışındaki Tanrı,Say Yay.,(Çev.Zeynep Taşkın),İstanbul 2014
FRANKL, Viktor Emile; Duyulmayan Anlam Çığlığı, Öteki Yay.(Çev.Selçuk Budak),İstanbul-2013
FROMM,Erıch; Sevme Sanatı, İlya Yayınevi,(Çev.Özden Saatçi Karadana),İzmir 2009
GÖKA,Erol;Hayatın Anlamı Var mı?, Timaş Yay.İstanbul 2013
GÖKBERK, Macit; Felsefe Tarihi,4.Baskı, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1980
KÖSE,Ali;Milenyum Tarikatları(Batı’da Yeni Dini Akımlar), Timaş Yay.,İstanbul 2011
KÖSE, Ali –AYTEN ,Ali;Din Psikolojisi, Timaş Yay.,İstanbul 2012
SCHOPENHAUER,Arthur,Hayatın Anlamı,Say Yay.,(Çev.Ahmet Aydoğan),İstanbul 2013
TOLSTOY, Lev N.; İtiraflarım,Kum Saati Yay.,(Çev.Elanur Bahar),İstanbul
ULUSOY ,Mustafa; Dünyanın Üç Yüzü, Timaş Yay.,İstanbul 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder