29 Ocak 2017 Pazar

Varoluşçuluk \ Jean Paul Sartre



Çeviri ve Önsöz: Asım Bezirci, Say yay.

Sartre’ın Yaşamı ve Kişiliği

1905’te Paris’te doğdu. Ailesi orta burjuvazidendi. Gençliği örenimle geçti: Bakalorya sınavı, Yüksek Öğretmen Okuluna giriş, felsefe bölümünü bitiriş… Sonra taşrada sönük öğretmenlik yılları… Bu yılları arasıra ışıklandıran yolculuklar.
Sartre’ı düşüncenin ulu yaratıcılarından biri sayabilir miyiz? Onun filozof olarak önemi özel buluşlarından çok sistemleştirme ve sergileme özelliğinden gelir. Düşünüşü yeni sorunlar doğurmaktan çok, askıdaki sorunları genişletmek, aydınlatmak ve didiklemekte başarı gösteren bir düşünüş. Sartre diyalektik gücü olan bir filozof, keskin ve yaman bir tartışmacı, eşsiz bir eleştirmen. Bütün bu özelliklerinden sonra Sartre’ın önümüze bir dünya görüşü koyduğundan bahseder. Buradan itibaren yazar önce kendi sentezini ortaya koyup daha sonra Sartre’ın eserinin tercümesine geçiyor.

Varoluşçuluğun Tanımı (S7)

Varoluşçuluk Wahl’a göre başkaldırış, Marcel’e göre özgürlük, Benda’ya göre usdışıcılık felsefesidir. Tüm bunlar aslında varoluşçuluğun sadece bir yönüne parmak basıyor dolayısıyla eskilerin deyimiyle “efradını ca’mi ağyarını ma’ni” bir tanım ortaya koymuyor. Sartre ise her nesnenin bir özü bir de varlığı olduğunu, varlığın özden önce bulunduğunu savunanların varlığından bahsederek varoluşçuluğun bunun tam tersini öne sürdüğünü söyler. Buna göre insanda varoluş özden önce gelir, der. Ancak Sartre da varoluşçuluğun tanımı yapmıyor burada onun birkaç ana özelliğini açıklamakla kalıyor.

Varoluşçuluğun Kökeni (S9)

Çıkış noktası olarak temel eğilimler şu yöndedir; bireyciliğe aşırı yer vermek, kişioğlunun varoluş sorununa büyük ilgi göstermek, herhangi bir düşünce okulundan olmamak, herhangi bir inançlar kümesini özellikle sistemleri yetersiz görmek, bütün bunlar varoluşçuluğun çıkış noktaları arasında sayılabilir.
Bazı düşünürler insanın mekanikleşen dünyada kendini kaybettiğini, makinenin egemenliği altına girip bilincini, kişiliğini yitirdiğini söylüyorlar. Sartre’ın deyimiyle de “nedensiz, zorunsuz, anlamsız bir varlık” haline geliyor. İşte varoluşçuluk bu durumun yarattığı bir akımdır. Bu akım kişinin kendini tanımasını, özünü yaratmasını, benliğini kazanmasını, baskıdan kurtulmasını ister. İnsanı ezen teknik düzene, kişiliğini silen toptancı topluma, benliğini çiğneyen zorbalığa karşı koyar, gerekirse başkaldırırlar.  Jaspers bireylerin her işine karışan devlet makinesinin kişiyi yutmasından yakınır. Wahl bugünkü düzende bireyin varoluşunun büyük bir kumarda öne sürülen para gibi tehlikede olduğuna inanır. Tehlikeden kurtulması Sartre’a göre sorumluluğunu yüklenmesine durumunu kavramasına bağlıdır. Mademki kişioğlu dünyaya atılmıştır, kendi başına bırakılmıştır, öyleyse yaptıklarından sorumludur. Nitekim o kendini nasıl kurarsa öyle olacaktır. Tasarılarına, seçmelerine, eylemlerine göre varlığına bir öz kazandıracaktır.
Varoluşçuluğun kökenini Sokrates’e kadar dayandırırlar ve dinci varoluşçular, dinsiz varoluşçular olarak iki kategoride incelerler. Dinci olanlar arasında Kierkegaard, Scheler, Bergson, Blondel; dinci olmayanlar arasında ise, Nietzsche, Heidegger, Sartre vb. sayarlar.

Varoluşçuluğun Eleştirisi (S14)

Sartre ve varoluşçuluk birçok kesim tarafından eleştiriliyor. Bu eleştiriler üç grupta özetlenirse:
1. Çelişik ve tutarsız bir felsefe olduğu öne sürülüyor. Bir yandan bir görüşü savunurken diğer taraftan aynı görüşü yeriyor. Mesela hem Heidegger’i içine alır hem de ona başkaldırır.
2. Eski ve yanlış bir felsefe olarak görülür. Onun dünyasının tarihsel gerçekten yoksun olduğu düşünülür. Toplum ve kitleyle bağlarını koparıp, toplumsalı kurmak için bireyden hareket etme yanlışına düştüğü savunulur.
3. Onun savunusu din ve ahlak dışıdır. Bu felsefe özgür seçişe dayanır dolayısıyla Tanrı ve önceden bildirdiği buyruklarını görmezden gelir, ahlak kurallarının yol göstericiliğine de inanmaz. Öte dünya inanışı olmadığı için kişiyi tüketen bir umutsuzluğa sevk eder.
Sartre ileride kendi eseri olan “Existentialisme est un humanisme” (Varoluşçuluk bir insancılıktır) da bu eleştirilere savunusunu göreceğiz.

Türkiye’de Varoluşçuluk (S17)

Varoluşçuluğun yankıları savaş ertesinde yurdumuzda da kendini gösterir. (Muhtemelen 1945 sonrası). Dergilerde bu konu hakkında yazılar çıkar, bazı çeviriler yapılır. Sabahattin Eyüboğlu Sartre’ın bir yazısını tercüme eder. Çeviri ve incelemelerin yanı sıra bir takım eleştiri yazıları da görülür. Peyami Safa, Attila İlhan, Şerif Hulusi bunlardan bir kaçı.
Varoluşçuluk ve Sartre’dan söz eden yazarlar eksik olmaz; Hilmi Z. Ülken, Ö. Asaf, Erol Güngör vd. Yine Sartre üzerine yazılmış kitap çevirileri de devam eder. Roger Garaudy, İris Murdoch, Georges Michel bunlardan bazıları.

“Existentialisme Est Un Humanisme” Varoluşçuluk Bir İnsancılıktır (S57)

Sartre varoluşçuluk düşüncesini eleştirenlere karşı öncelikle bu kavramın doğru anlaşılması gerektiğini, varoluşçuluk derken kastının insanın yaşamasına yol veren ve her gerçeğin, her eylemin bir çevreyi, bir insancıl öznelliği kucakladığını gösteren bir öğreti olduğunu söylüyor. Bu kavramın çok acımasızca eleştirildiğini ve natüralizmle karıştırıldığını, gereksiz bir şekilde yayılarak gerçek anlamını yitirdiğini savunuyor.
İki türlü varoluşçu okul vardır; dinci ve tanrı tanımaz. Bunların ortak özellikleri ikisi de varoluş özden gelir düşüncesini benimsiyor olmalarıdır. Peki, ne demektir bu? Bir kâğıt keseciğini ele alalım. Bu nesneyi bir kavramdan esinlenen bir zanaatçı yapmıştır. Zanaatçı onu yaparken bir yandan kâğıt keseciği kavramına bir yandan da bu kavramla birleşen bir üretim tekniğine başvurur. Böylece kâğıt keseciği hem belli bir biçimde yapılmış bir nesne hem de belli bir işe yarayan bir eşya olur. Neye yaradığını bilmeden kâğıt keseciği yapmaya kalkan bir kimse tasarlanamaz. Bu demektir ki kağıt keseciğinin özü (yani onu yapmayı ve tanımlamayı sağlayan teknik ve niteliklerin hepsi) onun varlaşmasından önce gelir.

Varoluşçuluğun İnsan Kavrayışı (S63)

İnsan ancak sonradan bir şey olacaktır ve kendini nasıl yaparsa öyle olacaktır. İnsan var olduktan sonra kendini kavradığı gibidir. Kendini nasıl yaparsa öyledir yani. Varoluşçuluğun baş ilkesi de budur işte.  Gelgelelim, gerçekten de varoluş özden önce geliyorsa, insan ne olduğundan sorumludur. İşte varoluşçuluğun ilk işi de her insanı kendi varlığına kavuşturmak, varlığının sorumluluğunu kendi omzuna yüklemektir. Ne var ki insan sorumludur derken yalnızca kendinden sorumludur demek istemiyoruz, bütün insanlardan sorumludur demek istiyoruz.
İnsan kendini seçer kendini seçerken de bütün insanlığı seçer. Yani kendimi seçerken gerçekte “insan”ı seçiyorum. Yaptığının sadece seni değil tüm insanlığı ilgilendiriyor oluşu insanda bunaltı yaratır. Bu şekilde bağlanan ve yalnızca olmak istediği kimseyi değil bir yasa koyucu olarak bütün insanlığı seçen kişi, o derin ve tümel sorumluluk duygusundan kurtulamaz. İnsan bu tasalandırıcı düşünceden ancak kendini aldatarak kaçabilir. Bunaltı insanı hareketsizliğe götürmez, insan kendi kendine şunu sormalıdır; “insanlık edimlerime bakarak kendini ayarladığına göre böyle hareket etmekte haklı mıyım? Yaptığım doğru mu? Eğer böyle demezse bilin ki bunaltısını maskelediğinden dolayı demiyordur.  Sartre bunaltı ile sorumluluğu eş sayıyor. İnsan bu bunaltı neticesinde seçimlerine yön verir.

İnsan İnsanı Bulur (S72)

Kişinin bir başına kaldığı için (yani tanrı yok, dünyaya atılmış insan) sahipsiz olduğunu varsayar ve der ki: Kişioğlu yardımsızdır, her an insan’ı bulmak keşfetmek zorundadır. “İnsan insanın geleceğidir” demişti Francis Ponge. Ne kadar doğru bir söz, ne olursa olsun, insanın yapacağı bir gelecek varıdr, el değmemiş bir yarın onu bekler.
Eğer değerler tasarladığımız somut ve belirli durumu iyice aşıyorsa, kesin bir yol göstermiyorsa, geniş ve belirsizse yani, yapacak tek iş kalıyor bize: içgüdülerimize uymak, onlara göre davranmak. Peki, ama bir duygunun değeri nasıl anlaşılır, neyle belirlenir. Örneğin, yanında kaldığımdan dolayı annemi sevdiğime karar vermek yahut sevdiğimden dolayı annemin yanında kaldığımı öne sürmek ya da annem için kaldığımı belirten bir oyun oynamak, hemen hemen aynı şeydir. Duygu yapılan hareketlerle oluşur. Duygunun değeri edimlerden sonra ortaya çıkar. Bundan dolayı önünüze konacak bir ahlak yoktur onu kendiniz bulacaksınız der. Size yol gösterecek bir işaret yoktur dünyada. Gelgelelim Katolikler vardır diye ayak direrler. Hadi tutalım ki var böylesi işaretler; var ama onları yorumlayan, taşıdıkları falanca anlamı seçen de biziz yine.
Umudun insan için ne menem bir şey olduğunu anlamlandıramaz. Ona göre bir işe umut beslemeden başlamak gerekir, umuda kapılmak onun için insanı olasılıklarla sınırlamak demektir. Descartes’in “dünyadan çok kendinizi yenin” sözünün de aynı şeyi anlattığını savunur; umuda kapılmadan işe girişin. Aslolan umuda kapılmadan bir şeyi gerçekleştirmek için elinden geleni yapmak bunun dışında bir şeye bel bağlamamaktır.
Eylemsizlik varoluşçuluğun benimsediği bir öğreti değildir. Bilakis insan kendini gerçekleştirdiği ölçüde vardır. Sartre kaderciliğe boyun eğmeyip insan, eylemleri neyse odur düşüncesinden dolayı eleştirildiğini söylüyor. Ona göre korkaklık insanın kaderi değildir, bunu kendi davranışları sonucu anlarız ve insan bu yüzden kınanabilir, der.


Varoluşçu İnsancılık (S98)

İnsancılığın bir başka anlamı daha vardır. Bu anlamın özü şudur: İnsan kendi dışında vardır, kendi dışına çıkarak var olur. Yani ancak dışa atılarak dışta kendini yitirerek varlaşır, aşkın amaçları kovalayarak var olabilir. Bu yönden alınırsa insan ilerleyiştir, aşıştır, oluştur. İnsan kendini bulmalı, özünü elde etmeli ve şuna da inanmalıdır: Hiçbir şey –tanrının varlığını gösteren en değerli kanıt dahi kişioğlunun kendinden benliğinden kurtaramaz. Varoluşçuluk bir çeşit iyimserliktir bu anlamada, bir çeşit eylem, çalışma öğretisidir.
Son söz yerine söylemek gerekirse Sartre Tanrıyı yok saydığı için değerler va’z edecek merci olarak insanı görüyor. Dolayısıyla hayat diyor, siz yaşamadan önce anlamlı değildir, onu anlamlı kılan sizin fiilleriniz, bu fiilleri gerçekleştirirken de buna değer katacak olan şey diğer insanlarla olan ilişkiniz. Siz onlarla anlamlısınız diyor. Varlığınızı duyumsamanız onların varlığına bağlı, dolayısıyla insan seçim yaparken tek kendini etkilemiyor bütün insanlığı etkiliyor, bundan dolayı diğer insanlara olan bağımlılık sizde sorumluluk yaratıyor.

Hazırlayan: Leyla Benek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder