4 Şubat 2018 Pazar

İslam'ın Dirilişi \ Sezai Karakoç



Diriliş yay. İstanbul, 2015

Avrupa’nın en büyük dramı şudur: Kendini hiçbir zaman sevdirememesi. Belki kendinden korkulmuş, çekinilmiş, hatta sahte yaltaklanmalar da görmüş, fakat hiçbir insanoğlunun sıcak bir yakınlık duygusunu elde edememiştir. Bu medeniyetin, öbürleriyle ilgisinde ilk görülecek şey, önce gelmiş hiçbir medeniyetin şahit olmadığı bir antipati ve cevapsızlık karşısında kalmasıdır. Zekâsının hep tekniğe doğru kayışı da bu sevgisizliğin doğurduğu güvensizlik psikolojisinden ileri gelse gerektir. Avrupa, git gide bir "akıl varlığı" haline gelmiş, böylece kendisi de eseri olan teknik dokuya doğru bir iniş ve "düşüş" eğrisi çizmiştir. (s. 9-10)

İslâm’ın Dirilişi deyimiyle şüphe yok ki, İslâm halklarının dirilişini söylemek istiyoruz. Yoksa İslâm prensiplerinin değil. Çünkü: İslâm prensipleri hiçbir zaman ölmemiştir ve ölmez, her zaman dipdiridir, ezeli ve ebedidir. (s.11)

Asya uyanarak ve Afrika, siyasî ve tarihî anlamda var olarak geliyorlar. Geliyor ve geliyorlar ama önleri bir ova gibi apaçık ve bir yaz göğü gibi masmavi ve bulutsuz değil. Rusya, Amerika, Avrupa, bütünüyle Batı (çünkü artık Rusya’nın Batıdan sayılacağı günler yakındır) bütün güçleriyle bu Asya ve Afrika ayaklanması ve baş kaldırmasına yükleneceklerdir. Bu uyanışa karşıdan durup bakacak değillerdir elbet. Bunun için, Avrupa ve Batının, Asya ve Afrika’dan geleceğe ait kuşkularından daha çok, Asya ve Afrika’nın bu batıdan korkmaları yerindedir. Belki de Batı, Amerikası, Rusyası ve bütün Avrupasıyla, bu Asya- Afrika kımıldanışını daha başlangıçta ezmek isteyecektir. (s. 11-12)

(…) Dıştan gelecek bir handikapla batmamak için, Batı’ya da, Doğu’ya da iyice ve sürekli olarak gözlemlemek ve her vakit onlara da İslâm ruhunu telkin etmek şarttır. Kurtuluş için de Kur’an’ın açtığı ve ışık tuttuğu her yolu denemek gerekir. Başarıyı bize bağışlamaksa ancak Allah’a aittir. (s.17-18)

Şu anda İslâm Dünyası tam bir iktisadi bağımsızlık savaşı içindedir. Ancak, burada problem birdenbire derinleşmektedir. İktisadi kalkınma hangi sistemle ve nasıl başarılacaktır? Kültürel ve ideolojik bağımsızlığına henüz hiçbir İslâm ülkesi kavuşmamış bulunduğundan (Bunun üçüncü ve son dönem olarak düşünüldüğü anlaşılıyor. Halbuki, işin en zayıf noktası da burası oluyor. Kültür, ruh, iktisat ve siyaset bağımsızlığı idealini yapısında taşıyan bütün bir diriliş atılımının yokluğu, işte asıl bu, İslam dünyasının bugünkü buhranının gerçek sebebidir.) sosyalist veya demokratik çözümleri ve programları arasında bocalayıp duruyor her ülke. (s. 19)

İslâm Halklarının yeniden kendilerini bulmaları için, her şeyden önce, "İslâm aydını"nın gelmesi, onun gelmesi için de, bir düşünce dirilişi şarttır. Düşüncede diriliş olmaksızın inançta diriliş gerçekleşemez. İnanışta diriliş olmaksızın da duyuşta, duyarlıkta, yani sanat ve edebiyatta diriliş başlayamaz. Tanzimattan çok önce, bir düşünce durgunluğuna girdiğimiz doğrudur ve bir gerçektir. Tanzimattan sonra da, genel olarak bu durgunluk sonuna kadar gelişerek hiç düşünmemeye kadar varmıştır. Veya daha kötüsü, sağduyuda kaynağını bulamayan ters bir düşünce akımı, o da cılız ve sık sık kuruyarak  gelişip durmuştur. Kopya bir düşünce akımı yani. (s. 24-25)

Kendi geleneksel yazısını atarak latin harflerinden yeni bir alfabe düzen Türkiye, bu yazı durumuyla köklü bir düşünce dirilişine gidemez. (s. 31)

(…) İslâma olana aşkımızı yitirdik. Düşünme bağımsızlığımızı yitirdik. Zekâmızı kör bir ezbercilik batağına sapladık. Değer hükümlerimizi bir misyoner mantığının ağına taktık. Klasik kültürümüzü müsteşriklerin yorumuna ısmarladık. (s. 33)

Bir cüzzamlının sıhhate kavuşması gibi, inançsızlaşmış niceleri tekrar inanca ve İslâma dönüyor. Sosyolojik ve tarihi bir gerçektir, İslâm ülkelerinin hepsinde bir inanç canlanışı vardır. Âmentü, genişliğine ve derinliğine, sınırını ilerletiyor, çerçevesini geliştirip büyütüyor. Bu âmentünün ses yükselişi yanında, dillerden gönüllere inip kök salma gibi bir derinleşmesi de vardır. (s. 36)

(…) Risale-i Nur’un da, son derece etkili bir sesi üslûbu vardır. Bir bakıma, Risale-i Nur, tek başına, bir İslâm kültürü külliyatıdır. Onun, Anadolu’da, okumamış insandan aydın insana kadar büyük bir kütleyi yeniden İslâm kültürü ve inancıyla eğittiğini, adeta, Anadolu’da yeni bir kültür akımı doğurduğunu ve bir kültür savaşına giriştiğini görmemek mümkün değildir. (s. 41)

Mimarî, biraz da malzeme ve vasıtaların çok değişmesinden, teknik ilerlemelerden olacak, tam bir estetik felç içinde, batı mimarisinin kopyası ve kopyacısı durumunda. Meşhur İslâm mimarisinin aydınlığı, ulviliği, ahenk çizgileri, şehadet parmağını sembolleştiren minareleri nerede, bugünkü mimari nerede? (s. 43)

İnsan, aksiyonla varlığını belirtiyor. Ağını örmek örümceğin bir aksiyonuysa en üstün bir varlık olduğunu belirtecek bir anıtı içinde ve dışında yükseltmek de insanın aksiyonudur. İşte, tarih bu anıtı inşa etmek demektir. Anıtsa İslâmdır. (…) Kendini benzinle yakan bir budistin intiharının bile soy bir aksiyon sayıldığı bir çağda, kendini Müslüman bilen bir kişi, İslâm’ın  aksiyonu olan, erdem, melek, kutsallık, bilgi ve kurtuluş taşan, insanın en büyük eğiticisi, öğretmeni ve önderi cihaddan nasıl geri durabilir? (s. 52)

Kur’an canlı, diri ve kutsal diliyle çağırıyor kadim yapraklar arasından. Namaz, vücutlardan ve ruhlardan bir Cebrail nefesi gibi geçerek çağırıyor. Oruç, bir ilkbahar bulutu gibi şehirlere iniyor ve suya hasret insanları çağırıyor. Kâbe, anıt bir meşale gibi, yolların en birikmiş kavşağında, çağırıyor. Buyruk çağırıyor, yasak çağırıyor. Farz ve Sünnet hazır ve gayb çağırıyor. İslâm çağırıyor. İsrafil’in surundan daha keskin bir sesle İslâm çağırıyor.  Ama Allah’ın sağırlaştırdığı kulağa kim sesini işittirebilir? (s. 56)

Müslüman, birleş. Bir tek el, bir tek gövde ol. Bir tek şuur ör. Sımsıkı birliğe ermeden, lamban yanmaz. Tüten bacalar, akşamları yanan lambalar, oda ışıkları, hep aynı ailenin bacaları ve lambaları gibi olsun. Erdemlikte en yüce olmalısın ki, peşin hükümle seni aşağı görmeye gelen kendi aşağılığını görsün. Müslüman, İslam’ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin. (s.61)

Batı dünyasında, hatta doğu Hıristiyanlık dünyasında yeni bir din devrimine büyük ihtiyaç vardır. Bu devrim, yaratıcıyı tam bir tevhid ve tenzihle kabul etmekten başka ne olabilir? Yani İslâm’a dönmekten, İslâm’ın çağrısına uymaktan, bütün peygamberleri tanımaktan başka. (s.65)

Haz. Seda Midi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder