29 Ocak 2018 Pazartesi

İlm-i Sima: Ruhun Lisanı \ Halid Ziya Uşaklıgil



Büyüyenay yay. İstanbul, 2017

Sîma ilmi, Allah’ın kudret elinin, beşerin ruhî hallerinin bir yansıma yeri olmak üzere nakş ettiği, yüzün alâmetleri ile insanın iç yüzünde saklı olanları göstermek iddiasında bulunan bir bilimdir. Beşerî bir duygulanma ve ihtirasların bir belirleme yeri var ise o da sîmadır; bir kederimize yahut neşemize, gözlerimizin, dudaklarımızın, sîma çizgilerimizin her biri ayrı ayrı tercüman olur. Sîma öyle bir konuşan suskundur ki en açık ve düzgün bir ruh lisanıdır. İşte o ruh lisanının anahtarı da sîma ilmi ismini almıştır. (s.15)

Yalnız şunu nazar-ı dikkate almak icap eder ki, görünen hallerine istediği tavır ve edayı vermek sureti ile başarı gösteren insan, karakter özelliklerinin çehresine nakşedilmesini engelleyememiştir. İnsan manevi hüviyetini ne kadar gizlemek ister ise, o da kendisini göstermekte o kadar ısrar eder. (s.16)

Sîmanın bir ruh aynası olduğunu kabul ettikten sonra, sîma ilmini esas kabul etmek tabiîdir; fakat bu, teferruatıyla kabulüne bir sebep olamaz. Sîma ilminin akla uygun olması şimdiki görünüşünün hakikate yakınlığına delil değildir. (s.17)

Sîma  ilmi önceden beri mevcuttur, hatta gerçek ilimlerden ziyade ihtimale dayanan ilimlere güven duymak garipliğini gösteren beşer fikri, sîma ilmini, yıldız ilmi (ilm-i nücûm), ilm-i esârîr ile beraber; meselâ: anatomi ilminden (fenn-i menafi’ül âzâ), fizik bilgisinden (hikmet-i tabiîyye), astronomiden (fen-i hey’et) evvel kabul etmiştir. İlm-i sîmaya ilk itibar verenler Yunanlılar ise de bu ilmi ihyâ edenlerin en büyüğü Araplardır. İbrahim Hakkı Hazretleri’nin -Arapların bu ilim hakkındaki inandığı hususlar ve konunun uzunluğuna karşı bir öz demek olan- Kıyafetnâme’si gösterir ki bu ilm, İslâm dünyasında terkedilmemiş, bilakis var olan ilimlerin her şubesine gösterilen itinadan bir hisse de ona verilmiş idi. (s.18-19)

Sîma ilmini ilk ortaya koyan olarak Yunan âlimlerinden Jüpiter’in ismini söylerler. Hatta bir gün kalabalık bir cemiyet içinde Jüpiter, Sokrat’ın sîma alâmetlerini muayene ederek söz edilen filozofa ahlâk ve heveslerinde aşırılıklar isnat etmiş ve iddialarını kendisine teslim ettirerek tahminin ispât eylemiş. (s.20)

Aristo ise bir kısım ilm-i sîma sahibidir. (s.21)

Sîma keşfetme çalışmasında meleke kazanmaya yegâne vâsıta, insanın nefsini, öğrenmede esas kabul etmesidir. İkinci derecede tedkikâtı özel hallerinden haberli olduğumuz kişiler hakkında icra edebiliriz. Lâkin, insanın her türlü muayenelerine ve keşif çalışmalarına daima hazır bir numune var ise o da ancak nefsidir. Bununla beraber nefsini muayene ve hakikatine vakıf olma, büyük bir dikkatle inceleme fikrine bağlıdır. (s.31)

İnsan, nefsi hakkında tedkikler gerçekleştirmesi yanında yakınları hakkında da tedkikler gerçekleştirmesiyle bu konu hakkında kuvvetli hale gelir. Bu suretle yeterli meleke elde edildikten sonra mizaçları ve muhtelif meslek sahiplerini tetkike ve sîma alâmetlerinin tesiri altında bulunduğunu keşfetmeye çalışmalıdır. Meselâ: Sırasıyla bir ameleyi, bir askeri, bir muharriri, bir hekimi, bir şairi, bir siyasiyi muayene etmeli. Beşer sınıflarının her nevinden bir numune almalı. Sonra o numuneleri çoğaltmalı; bir hırsızı, bir caniyi, bir mürüvvet sahibini, bir hilekârı, bir cimriyi, bir civanmerdi muayene etmeli. Bunlar hakkında öz bir fikir hâsıl ettikten sonra tatbikata başlamalı. Bu yoldaki tecrübeler, insanın bütün duygulanmalarına rehber olan fıtrî keşfetmelerini genişletir, onun kabiliyetini sağlamlaştırır. (s.32)

Herkes tarafından kabul edilen bir hakikattir ki muhtelif kavimler, sîma alâmetleri bakımından birbirinden farklılık gösterirler. Hatta bu fark, bazen bir insanın kavmiyetini tayin ettirecek kadar öneme sahip olur. (s.34)

Yüze ait uzuvların içinde manaların tecelli yeri ve tetkiklere temel olmaya en ziyade elverişli olan alındır. Alın da sabit ve hareketli olmak üzere iki kısma ayrılmıştır ki birincisi kemikten diğeri ciltten mürekkeptir. Sabit kısmın hususî şekillerinden fikrî kuvvetlerimiz, hareketli kısmın çeşitleri hallerinden de kalbî hislerimizle sonuca varılır. (s.37)

Sîmanın fikirlere ve mizaçlara en ziyade tecellî yeri olan kısmı gözlerdir. Allah’ın kudret elinin bütün ruhî duygulanmalara bir aksetme aynası olmak üzere yarattığı gözler, kalbin en gizli noktalarında gizlenen sırlara tercüman olur. Ufak bir parlaması, küçük bir titreyişi neşelerimizi gamlarımızı tefsir eder. (s.41)

Kaşlar, o hafif bir eğrilmesi bin manaya tercüman olan kaşlar, sîmaşinasların nazar-ı dikkatinden uzak kalamaz… Kaşlar özel bir sinir üzerine yerleştirilmiş olup onun vasıtasıyla hareketlidirler; yalnız inip kalkmak hareketi diğer sinirlerin yardıma katılmasıyla meydana gelmiş olur. "Bazen bir insan ruhunun  söyleyeni (natıka-yı ruhu) kaşlarından ibarettir ve yalnız onlar sayesinde bütün ruhî sırları tezahür eder.’’ (Lavater) (s.49)

Lavater’in bir sözüne göre burun alnın tamamlayan kısmıdır. (…) "Güzel bir buruna sahip olmak herkese nasip olmamıştır.’" sözü Latinlerin bir darb-ı meselidir. Burunun manasının ehemmiyetini avam lisanı bile tasdik eder "burun kaldırmak", "keskin burun", "yüksek burun" tarzında tâbirler ki hemen her lisanda mevcuttur ve birçok manayı ifade eder. (s.53)

Sîmanın azalarından en ziyade manalara sahip olanlardan biri de ağızdır. Hareketlerinin, şekillerinin sayısız çeşidinden sınırsız bir manalar silsilesi meydana çıkarılır. (s.57)

Bir insanın karakter tarzı ile dudakları arasında tam bir münasebet vardır. Dudakların yumuşaklığı, sertliği, hareketli ve ağır olması, kalınlığı ve inceliği ile karakterin halleri arasında benzeyiş ve hem-cins olma mevcuttur. (s.60)

Sîma ilminde dişlerin de hususî bir ehemmiyeti vardır. Şekilleri ve vaziyetine bağlı bakış açısından muhtelif manalara işaret eder. (s.63)

Ağzın, dudakların, dişlerin en manidar hali tebessümdür. Tebessüm için sîmaiyun: ‘’Kalbin mihenk taşıdır’’ derler. Tebessüm karakterinin bütün hallerinin görünme aynası olabilir, ancak onda nakşedilen tasvirleri insan görebilmeli, anlayabilmelidir. Tebessüm dudakların üzerinden cereyan eden akıcı bir ruhtur ki, bin surette görünür bin şekilde belli olur. Bunlardan hiçbirinin tarifi mümkün değildir. Bu sebeple sîma ilmi tebessüm hakkında kaide koymaya cesaret edemez. (s.65)

Sîmaiyun, çeneleri: Çekik, doğru, çıkık olmak üzere üç genel şekle taksim eder. Umumî kaide olarak çıkık çeneler metanete, çekik çenelerin zayıflığa işaret ettiği kabul olunmuştur. (s.67)

Kulaklar da sîmanın diğer âzaları gibi özel bir öneme sahiptir. Kulakların şekillerine göre çeşitli manaları vardır. Kulakların harici ve dâhili yuvarlaklaşma tarzı, hacmi ve hücresi, muayene olunmalıdır. Bundan sonra başa bitişik olup olmadıklarına dikkat edilecektir. (s.73)

Dikkatli kimseler, inanda sadânın tercüme ettiği karakter tarzını birçok nutukta tecrübe etmişlerdir. Seslerdeki eda ile tabiatlardaki hal arasında münasebet bulmuşlar, bu konuda hususî bir fen derecesinde itina göstermişlerdir. (s.75)

Dürüst Kişilerde
Gözlerde hafif bir şeffaflık ve göz nurunda ölçülü bir parıldama görülmeli. Gözün hareketleri ne seri ne de yavaş olmalı. Ağızda büzülme görülmemeli. (s.83)

Cesaretli Kişilerde
Enli ve yüksek bir burun ile geniş bir alın yiğitliğin hususî alâmetlerindendir. (s.83)

Soylu (Asil) Kişilerde
Bilhassa alın ile burun arasında intizam güzelliği şarttır. Gözlerde parlaklık, burun kanatlarında resmolunan bir zarafet, dişlerde birbirine uygun olmanın güzelliği bulunmalıdır. (s.85)

Ciddî Kişilerde
Alın toplu ve muntazam çizgiler ile resmolunmuş olacak, kaş kemerleri biraz kabarık bulunacaktır. (s.85)

Metanetli Kişilerde
Yuvarlakça bir alın olacak ve çizgilerden asudelik hissi alınacaktır. Kalın kaşlar, edâ güzelliğiyle resmolunacaktır. Gözler yarıdan ziyade açık bir vaziyette bulunacak. Burun ile arasında hafif bir çukurluk görülecek, burun kemerli olacak, dudaklar ölçülü olduğu gibi ne tamamıyla açık ne tamamıyla kapalı duracak. Çene öne arkaya eğilimli-meyilli olmayacak. (s.85)

Gururlu Kişilerde
Baş gayet dik ve nazar ufkîdir. Verdiği cevaplar uzun bir sükûttan sonra kısa ve kesin bir surettedir. Gururlu kişilerde ekseriyet üzere sahte bir tevazu görülür. (s.85)

Hiddetli Kişilerde 
Alın kemikli ve çıkıntılıdır. Kaşlar kalın, gözler gayet iri veyahut küçük olup da parlak, burun büyük, ağız yarık, çene geniş olur. (s.85)

Cimri Kişilerde
Porta nâm sîmaşinas der ki: Cimri kişilerin küçük nazarları sabittir. Burunları gayet dar olur ve iki göz arası geniş değildir. (…) Yürüyüş tarzı sakin ve ahestedir. Ses ince, zayıf ve nârindir. (s.87)

Kıskanç Kişilerde
Zayıf karaktere delâlet eden sîma alâmetleri mevcut olur. Kıskançlık, muhakeme hafifliğinin tabiî arkadaşıdır. Hatta ahmakların tamamı az çok kıskançtır. (s.87)

Sakınmak Gereken Bazı Alâmetler
Küçük çehrelerde büyük gözlü, kısa ve zayıf adamlardan sakınınız. Çehresinde sizce na-hoş bir hâl olup da bilhassa üzüntü, keder zamanında meydana çıkan adamlarla dostluk etmeyiniz. (…) Kemikli, etli, sarı, iri mai damarları, büyük gözlü, kalın dudaklı adamlardan sakınınız. (…) Kıvrık alınlı ve küçük burunlu, kaba yanaklı ve çıkık çeneli adamlar korkunçturlar. Donuk ve tabiî olmayan bir şekle sahip olup nazarı daima meraklı olan gözler, siyah saçlar ve kıvrık bir burun ile bir araya gelip, alt dudak da sarkık olursa bir hilekâr karşısında bulunduğunuzdan emin olunuz. (s.89)

Sîma ilmi iç mananın keşfedilmesine kaide koyamaz. Maksadı herkeste az çok mevcut olan tabiî hissi meydana çıkarmaya delâlet etmekten ibarettir. (s.90)

Haz. Seda Midi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder