29 Ocak 2018 Pazartesi

Hatun \ Musa Carullah


Otto Yayınları, Kasım 2016, Ankara, Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Mehmet Görmez

Son asır Batı edebiyatında Hz. Havva’nın kızları için "cins-i cemil" ve "cins-i latif" gibi aşk ve muhabbet tabirleri kullanılır. Ancak Şark’ın gerek eski, gerekse yeni edebiyatında, evleri idare eden hanımefendiler, aile anaları ve atalarımızın refikaları için kadim zamanlardan beri bir hürmet tabiri olarak ‘hatun’ kelimesi kullanılır. Birincisi hatundan yararlanmak gibi hevai bir bakış açısını yansıtırken, ikincisinin hürmet ve saygı eseri olduğu anlaşılmaktadır. Her ikisinin de güzel yönleri olabilir. Ancak Şark’ın bakış açısı daha şerefli ve daha kutsidir. (s.29)

‘Hatun’ kelimesinde büyük bir şeref ve hürmet ifadesi vardır. Bunun içindir ki, Arap edipleri padişah ve sultanların eşleri ve hanımefendileri için, bir tazim lakabı olarak ‘hatun’ kelimesini kullanırlar. (s.30)

Avrat kelimesi gerek dil bakımından gerekse edep ve zevk bakımından tamamen hatalı olarak kullanılmaktadır… Fıkıh literatüründe örtülmesi gereken azalar anlamına gelen ‘avret’ tabirinin kadınlar için kullanılması son derece şaşırtıcıdır. Böyle bir kullanım, aslında Kur’an’ın kelimelerini tahrif olur. İfade ettiği mana bakımından gayet güzel olan avret kelimesi Kur’an’ı Kerim’de dört yerde varid olmuştur. Bunlardan ikisi 24/ Nur 58’de çok nezih bir kinaye olarak kullanılmıştır. Çocukların ebeveynin odasına girerken üç ayrı vakitte izi istemeleri gerektiği vurgulanırken "… sizin için üç avret (zamanı) vardır…"; yani sizin mahrem halde bulunabileceğiniz üç ayrı vakit vardır, denilmektedir. Diğer ikisi ise 33/ Ahzab 13’te tamamen başka bir manada kullanılmıştır. Söz konusu ayette savaşa gitmemek için bahane arayan münafıkların bir kısmının Hz.Peygamber’e: ‘’Bizim evlerimiz avrettir’’ yani açıktır, sağlam değildir, dediklerini görüyoruz. Kur’an-ı Kerim’in kelimelerini (kendi bağlamından çıkararak) başka anlamlarda kullanmak, bana göre edebe muhaliftir. Bilhassa hatunlara ‘avrat’ demek, hatunların büyük hürmetlerine muvafık olmadığı gibi, Kur’an’ın nezahetini de tanımamaktır. Örtülmesi gereken azalara avret demek yanlış olduğu gibi, hatunlara avrat demek de büyük hatadır. (s.30-31)

Herkes bilir ki, hatunlarda güzellik ilahi bir mevhibedir. İçtimai hayatta güzelliğin itibarı gayet büyüktür. Ancak güzellik sevginin kuvveti olsa da, hiçbir zaman hürmetin temeli olamaz. Yahut tek başına güzellik hürmete esas kılınamaz… Batı toplumlarının kadına bakışı daha çok nefsani ve pragmatisttir. Fakat Şark’ın bakışı daha çok ruhani ve hürmet esasına dayanır. (s.35)

Erkekler, kadınlar kadar manevi güzellikten haz almazlar, onara nispeten bu zevkten mahrumdurlar. Medeniyet dünyasının bu kadar moda müptelası olması, hanımların süse ve süs eşyasına sınırsız derecede rağbet etmesi, aslında erkeklerin günahıdır… Erkekler hatunların güzelliğinden ziyade edeplerine edeplerine ve toplumsal değerlerine kıymet verselerdi, onlar edebi kemal ve manevi cemil hususunda birbirleriyle yarışırlardı. (s.37)

Yirminci asrın medenileri biraz şaşıracaklar ama bedevi Arapların nazarında hatunlar ana kadar muhteremdir. "Her hatun ana hemşiresidir" sözü eskiden beri çölde yaygın bir darbı meseldir. Yani her hatuna ana kadar değer vermek ve hürmet etmek lazımdır. (s.39)

Hatunun üç halinden her biri Kur’an’ın surelerinde örneklerle ifade edilmiştir. Biri Hz. İsa’ya hamile olan Hz. Meryem, diğeri Hz. Musa’ya süt veren anne, (Hz. Asiye) bir diğeri ise Hz. Meryem’i yetiştiren anne (Al-i İmran). Bu, aynı zamanda yüklü, emzikli ve mürebbiye annelerin hürmetini ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de peygamberlere mahsus sureler varsa da, babaların birine tahsis ediliş veya birinin ismini almış bir sure yoktur. Ancak anaların en mühim üç hali, üç sureye isim olmuştur. (s.48-49)

58/ Mucadele yahut Mucadile (hak arayan kadın) suresinde aile hallerine müteallik olmak cihetiyle, hatunların, en normal ve cüzi hadiselerini Hz.Peygamber’e ilettiklerinde, bizzat arş-ı a’ladan Yüce Rabbimizin bu şikayeti dinleyip müdahale ettiği vurgulanmıştır. "Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir…" (58/ Mucadele 1)
Kur’an’da  en mühim hadiselerde, ümmetin en önemli erkeklerinin en mühim davalarına böyle ehemmiyet verilmemiştir. (s.49)

Hicap, örtünme ve tesettür konularını müzakere sahnesine ilk çıkaran, Kasım Emin olmuştur. (…) Hicri 1304 yılında Afganistan devleti, açmak istediği kızlar medresesi için, alimlerden fetva alamadı. Bunun üzerine Maarif Nazareti, Türkiye, Hicaz, Mısır ve Hint alimlerine müracaat etti. Muhtelif memleketlerden gelen fetva, aşağı yukarı üç noktada birleşti. Buna göre: "Hatunlara ilmihal farzdır. Kızlara yönelik özel okullar açmak bidattir. Hicap lazımdır.’’ (…) İstanbul’dan çıkan fetva, 18 Mart 1341 tarih ve Mustafa Fethi ile Mustafa Nuri imzalarını taşımaktadır. (s.53)

Şark toplumlarında hicabın pratik değeri kalmasa da, teorik değeri muhafaza edilmiştir. Bugün Şimal Türkleri arasında, hicap çoktan kalkmıştır. (yazarın gerek Şimal Türkleri’nde gerekse Türkiye’de kalktığını söylediği hicap peçedir.) Türkiye’de  Gazi Mustafa Kemal inkılaplarıyla hicaba tamamen son verilmiştir. Ancak teorik değeri zihinlerde bütün canlılığını muhafaza eden bir şeyin pratik hayattan uzaklaştırılması problem doğurur. (s.54)

(…) El-Eğani gibi edebiyat hazinelerinde nakledilen hikayelerin açık ifadelerine göre, hicap; bedevi Arapların şeref ziyneti idi. Asillik ve kibarlık alameti idi. Yüzün avretliği değildi. Bedevi Araplarda hicap geleneği tamamen hatunların şereflerine, ismetlerine ve hürmetlerine yönelikti. (s.56)

Kabilelerin kuvvetleri, erkeklerin gayreti ve hatunların edebiyle namuslarını muhafaza eden kabilelerde yüz perdesi bulunmazdı. (…) Bir asırda, bir memlekette ayıp olan örtünme tarzı, diğer bir asırda başka bir memlekette ziynet olur ve büyük bir güzellik olarak addedilmiştir. (s.56)

Gerek bedevi Arapların gerekse Türk hatunların yüzlerinde hicap bulunmuş ise, hürmet ihramı, şeref şiarı ve iffet ziyneti olarak bulunmuştur. (s.57)

İffetin değeri, hem erkek hem de kadın tarafından bilinirse yüz perdesine gerek kalmaz. Eğer hatun iffetin değerini bilmiyorsa yüz perdesinin de hiçbir kıymet-i harbiyesi olmaz. (s.59)

Bir ailede huzur ve saadetin en büyük esası, hatunların şeref ve onurlarının korunmasına bağlıdır. İslam son derece kıymetli olan bu cevher karşısında her şeyi feda eder, bunu temin edecek her türlü vesile ve tedbiri kabul eder. (s.61)

Kur’an-ı Kerim’in öngördüğü hicap, hatunların hürmet ve hukuku idi. Ancak mezhep kitapları hicap meselesini ‘fitne korkusu’ gibi hayali gerekçelere bağladılar. Bazı toplumların tabiatlarına göre böyle bir gerekçe doğru olabilir. Lakin Kur’an-ı Kerim’in ayet-i kerimelerine, risalet ve Hulefa-i Raşidin asrına göre bu tür gerekçeler doğru ve münasip olmaz… Şark toplumlarında hicabın meşruiyeti hep fitne korkusuna bağlandı. Hicap bu şekilde öğretile geldi. Şark ailelerinin bugünkü hallerine böyle bir hicap anlayışı sebep olmuş olabilir. Fakat fitne nerede? Havada fitne olmaz. Güneşin ışığında, bilginin aydınlığında fitne olmaz. Olsa olsa fitne erkeklerin gözlerinde, kalplerinde yahut dillerinde bulunur. İlle de bir tedbir almak gerekiyorsa, erkeklerin gözlerine nikab, kalplerine adap, dillerine ceza lazım gelir.(s.62)

İlahi hikmetin, hatunların ehliyetli ve güvenilir ellerine teslim ettiği ağır vazifelerin her biri içtimai hayatın en mühim vazifeleridir. Bu vazifelerin sadece birisi, mesela sadece hamilelik ve mürebbiyelik vazifesi, erkeklerin bütün vazifelerinden daha mühim ve ağırdır. Erkeklerin her vazifesini hatunlar ifa edebilirler, ancak hatunların bazı vazifelerini hiçbir erkek tam olarak ifa edemez. İçtimai hayatta hatunların vazifeleri erkeklerin vazifelerinden kıyas kabul etmeyecek derecede büyüktür. (s.71)

Hatunları herhangi bir idare veya meclis için seçme ve seçilme haklarından mahrum bırakmak maslahat değildir; lakin eğer bir hak daha mühim bir vazifesine halel getiriyorsa, böyle bir haktan istifade etmemek hatunların ihtiyarındadır. (s.75)

Kur’an-ı Kerim ‘’ Allah aranıza meveddet (sevgi) ve rahmet yerleştirdi’’ gibi ayet-i kerimelerde, meveddet muhabbet ve rahmet kelimelerinin (karşılıklılık ve müştereklilik ifade eden) tefa’ul kalıplarını tercih etmemiştir; ayette, ‘aranıza’ (beynekum) kelimesine yer vermekle birlikte tevadd, terahum gibi (ortaklık ifade eden) kalıplar yerine, (tek taraflılığı ifade eden) meveddet ve rahmet kelimeleri kullanılmıştır. Buna göre, insan başkalarına sevgi duyuyor görünse de, aslında bu, insanın kendi kendisini sevmesi demektir. Nefsaniyetin ve enaniyetin en güzel ve en meşru şekli de bu olsa gerektir. (s.81-82)

(Bazı) fıkıh kitaplarının, nikahı, ‘’erkeği kadının ırzına sahip kılan akittir’’ diye tarif etmesi çok büyük bir basitliktir. Böyle bir tanım, nikahın kutsal değerini ve yüce kadrini tamamen düşürmüştür; erkeklerin nazarında hatunların, hatunların nazarında da erkeklerin saygınlığını yok etmiştir. Oysa nikah müşterek hayat sözleşmesi, ebedi bir refiklik (hayat arkadaşlığı) anlaşmasıdır. Nikahla eşlerin her biri, bir bütünün öbür yarısı olur. Binaenaleyh fakihlerin tanımı biraz eksik ve kusurlu olsa gerektir. (s.86)

‘’… Haksızlık yapmaktan korkarsanız tek hanı alın…’’ ayetiyle ilk ve son amel eden Hikmet Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) olmuştur. Çok eşliliğin, onun kendine has özelliklerinden olması da bu manadadır. Gerçek bir latife söyleme cesareti bende olsaydı, adaletli çok eşlilik, sahib-i Kuran’ın, yani Resul-i Ekrem’in mucizesi derdim. Zira bu, ümmetin başka bir ferdinde bulunamaz. (s.93)

Kur’an-ı Kerim’de çok eşlilik:
1. Maslahatlara tabidir.
2. Zaruretlerle sınırlıdır.
3. Şartlara bağlıdır.
4. Daha büyük mefsedetlerden kurtulmak mülahazası ile meşru kılınmıştır.
5. Mefsedet getirecek/doğuracak çok eşlilik hiçbir şekilde meşru değildir.
Çok eşliliğin cevazı, bu sağlam beş maddeye uygun olarak gerçekleşirse hiçbir fesat doğurmaz, bilakis yaygınlık kazanan pek çok fesadın yollarını kapayabilir. (s.100)

Ailede kavvam, yani hizmet eden idareci babadır, itaat edilen yönetici ise anadır. "Erkekler kadınlar üzerinde (kavvam) yani idarecidir" ayet-i kerimesinin manası da budur. Ayette geçen kavvam kelimesinde hakimlik manası yoktur, hizmet manası galiptir. Eşleri de, oğulları da hatunlarına ve analarına hizmet ederler. Validelerine nispetle itaat mutlaktır. (s.101)

Kur’an-ı Kerim ailenin nafakasını ve hayatın bütün yüklerini erkeklere yükleyerek onu ailenin kavvamı, idarecisi yapmıştır. (s.102)

Hatunların kalplerindeki duyguları gibi, zihinlerinde var olan evham ve muhayyileleri de erkeklerden fazladır. Bu sebeple, duyguları akıllarına, evham ve muhayyileleri iradelerine galebe çalıp hakim olabilir. (…) Hatunların öyle olması, bir zayıflık değil, duyu ve duygularının erkeklere nispetle daha güçlü olduğunu ifade eder. (s.130)

Şahitlikten her yönden daha mühim olan rivayet hususunda hatunların her bakımdan ehil olduğu icma ile sabit olup, bu konudaki sözlerine tam olarak itibar edildikten sonra, şahitlik huşunda ehil olmamaları yahut ehliyetlerinin eksik sayılma her halde biraz garip ve uzak bir yorum olsa gerektir.
Bana göre, hatun şahitlik hususunda erkekler kadar ehildir. Ancak hatunlar tekliften, yani mahkemelere çağrılmak, hakimlerin huzurunda konuşturulmak gibi külfetlerden uzaktır. Ehliyeti tamdır; ancak külfet mecburiyeti yoktur. (s.132)

(…) Kur’an-ı Kerim hatunların şahitlik vazifelerinden azat etmiş olabilir. Bu, hatunların mahremiyetini değil, hürmetlerini gösterir; eksikliğini değil, fazlalığını gösterir.
Haddlerde, cezalar uygulanırken hatunlara, şahitlik kasvetlerinden uzak tutulmak suretiyle saygı gösterilmesi, hatunların şereflerine güzel bir ilavedir. Bu, akıllarının noksanlığını değil, kalplerinin büyük merhametini gösterir. (s.132)

Haz. Seda Midi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder