12 Temmuz 2014 Cumartesi

İsra ve Miraç Gerçeği \ İsrafil Balcı

İsra suresinin birinci ayetinde ‘esra bi’ şeklinde kullanılan kelime ‘gece yürü(tül)dü’ anlamına gelmektedir. Ancak ayette kullanılan bağlam, gece yürütülmenin yanı sıra Allah katında yücelme ve derece kat etme manasındaki yoruma mani değildir. Örneğin, Fatır suresinde geçen ‘’Güzel sözler ona yükselir.’’(Fatır 10) ayetindeki yükselme manası bu yorumu destekler mahiyettedir. Zira dilciler ‘isra’ kelimesinin ‘bir şeyi yükseklere taşımak’ veya ‘yüceltmek’ gibi manalara geldiğine de işaret etmişlerdir.1 Dolayısıyla ayette geçen ‘esra bi abdihi’ ifadesinin, Hz.Peygamber’e yaptırılan gece yolculuğunun ‘Allah katında yüccelme ve yükselmeyi’ ifade eden manayı da ihtiva edebileceğini söylemek mümkündür.2
1. İbn Manzur II,140; Rağıb el-İsfehani, 338-39.
 2. İbn Manzur II, 140-141.

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Miraç Gerçeği, Giriş, s.29.

İsra hadisesine işaret eden ayette dikkat çeken bir başka husus ise, gece yolculuğundan bahsedilmekle birlikte direkt olarak Hz.Muhammed’in isminin zikredilmeyerek ‘kul’ ifadesinin kullanılmasıdır. Buradaki ‘kul’ ifadesinden kastın Hz.Muhammed olduğuna dair İslam uleması arasında tam bir ittifak söz konusudur. Her ne kadar Hz.Muhammed’in ismi direkt olarak zikredilmemişse de, ayetteki ifadelerden –örneğin el-Mescidü’l Haram’dan (Kabe) bahsedilmesi- Resul-i Ekrem’in kastedildiği çok açıktır. Bununla birlikte ilgili ayetin hemen akabinde gelen ayette Hz.Musa’nın isminin zikredilmesinden hareketle ve yine bu surede Hz.Musa’ya verilen mucizelerden söz edilmesi gibi nedenlerle ayetteki ‘kul’ ifadesinden Hz.Musa’nın kastedilmiş olabileceğine dair Richard Bell ve John Wansbrough gibi kimi Batılı araştırmacılar tarafından çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bu görüşü savunanlar iddialarını temellendirmek için İsra suresinin birinci ayetinin akabinde yer alan Hz.Musa’dan bahseden ikinci ayeti delil gösterirler.Ardından da İsra suresinin ilerleyen ayetlerinde Yahudilerden bahsedilmesi, yine diğer ayetlerde işaret edilen ve vahiy alması için Hz.Musa’nın Tur Dağı’na yapmış olduğu yolculuk gibi hususları da zikrederek görüşlerini temellendirmek isterler.Şunu öncelikle belirtelim ki, her ne kadar ilgili ayetin akabinde gelen ayetlerde Hz.Musa ve İsrailoğullarından bahsediliyorsa da, buradaki ‘kul’ ifadesinden Hz.Muhammed’in kastedildiği tartışmaya mahal –vermeyecek kadar açık bir konudur. Zira Hz.Musa’nın, el-Mescidü’l Haram’ın (Kabe) bulunduğu Mekke’ye gelmediği çok açıktır. Onun burada yaşadığına dair herhangi bir nass yada tarihi bir bilgi de bulunmamaktadır. Aynı şekilde onun, ayette kastedildiği ileri sürülen el-Mescidü’l Aksa’nın bulunduğu Kudüs’e de gittiğine dair herhangi bir bilgi yoktur. Bilindiği üzere o, Kudüs topraklarına varmadan önce vefat etmiştir. Dolayısıyla bu tarihi gerçeklere bakıldığında ayetteki ‘kul’ ifadesinin Hz.Musa’yla ilgili olmadığı gayet açıktır. Ancak şunu da hatırlatalım ki, Hz.Musa’nın Tur Dağı’na yaptığı yolculukla, Hz.Peygamber’in gece yolculuğu arasında birtakım olağanüstlüklerin yaşanması veya müşahede edilmesi anlamında bir benzerlikten söz edilebilir. .fakat Resul-i Ekrem’in yaşadığıyla ilgili hiçbir ayrıntıya sahip değiliz. Bir bakıma Kur’an bu benzerliğe dikkat çekercesine iki olayın muhatabı olan peygamberleri peş peşe zikretmiştir. Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Miraç Gerçeği, Kur’an’da İsra ve Miraç, s. 54-55.

Müfessir İbn Kesir, Yüce Allah’ın Peygamberlerine ayetlerini göstermesinin ‘sünnetullah’ olduğunu söyler ve bu düşüncesini desteklemek için Enam (6/21) suresinde Hz.İbrahim’e ve Taha (20/23) suresinde de Hz.Musa’ya Allah’ın ayetlerinin gösterildiğine işaret edildiğini hatırlatır.1 Böylece o, isra hadisesi sırasında Hz.Peygamber’e de ismi geçen peygamberlere benzer bir takım mucizelerin gösterildiğini anlatmaya çalışır. Benzer yorumlar diğer müfessirler tarafından da dile getirilmiş ve özellikle Hz.İbrahim örneği verilmiştir. Nitekim Razi, Hz.İbrahim’e ‘göklerin melekutunun’ gösterildiğini ifade eden ayeti zikrederek onunla Hz.Muhammed’in tanık olduğu mucizeler arasında bir bağlantı kurmaya çalışmıştır.2 Bu ayet, özellikle Sünni gelenek tarafından büyük bir çoğunlukla Hz.Muhammed’in miracının delili olarak gösterilmiştir.3 Bu anlayışta olan müellifler ayetteki ifadelerden Hz.İbrahim’in göklere çıkarıldığı yorumunu yapmışlar ve onun semaya çıkarıldığı gibi, Hz.Muhammed’in de semaya yükseltildiğini delillendirmeye çalışmışlardır.4 Ancak unutmamak gerekir ki, Hz.İbrahim’e gösterildiği işaret edilen ‘göklerin melekutundan’ kasıt, ekseri ulemanın yorumladığı gibi Hz.İbrahim’in sema yükseltilmesi değil, imanının kuvvetlenmesi için ona düşünme ve akıl yürütme yoluyla kainattaki varlıklar üzerinden Allah’ın tek gerçek Tanrı ve hükümran olduğunun anlayıp kavratılması hadisesidir. Dolayısıyla ilgili ayette Hz.İbrahim’in müşahedeleriyle Hz.Peygamber’e gösterilen olağanüstülükler birbirinden farklı şeylerdir. Bununla birlikte İbn Kesir, Hz.Peygamber’e yaptırılan gece yolculuğunun da, benzer bir mucize gösterme sebebine dayandığını söyler, ancak ona ne tür ayetlerin veya mucizelerin gösterildiğine dair herhangi bir bilgiden bahsetmez.5 Erken dönem siyer müelliflerinden İbn Hişam ise, isra tecrübesi sırasında Yüce Allah’ın Hz.Muhammed’e istediği şeyleri apaçık olarak gösterdiğini belirtir, ancak Resul-i Ekrem’e ne tür olağanüstülüklerin gösterildiği konusunda herhangi bir bilgi vermez.6 Zira unutmamak gerekir ki, Kur’an bu noktada herhangi bir açıklayıcı bilgi vermemiştir.1. Kitabu mucizetü’n-nübüvve, thk.Hamza Neşerti-Abdulaziz Ferğali-Abdulhamid Mustafa, Mektebetü’l-Kayyime, Kahire 1996, 479.2. Razi, XIV, 390.3. Beyhaki, Delail II, 106; İbn Ali eş-Şami, 64.4. Köksal, 4.5. İbn Kesir, Kitabu mucizetü’n-nübüvve, 479.6. İbn Hişam II, 268.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Kur’an’da İsra ve Mirac, s. 56-57.

Görebildiğimiz kadarıyla İsra suresinde işaret edilip detayı hakkında bilgi verilmeyen mucizelerin veya sembollerin neler olduğuna dair bir açıklık olmadığı için, Necm suresinde işaret edilen ve Hz.Peygamber’in müşahede etmiş olduğu olağanüstülükler, isra olayı sırasında yaşanan fakat detayı verilmeyen olağanüstülükler olarak yorumlanmıştır.1 Bu yorum biçimini benimseyen ve herhangi bir sorgulamaya tabi tutmayan müfessirler geçmişte dile getirilen görüşleri eserlerine alarak gelecek kuşaklara taşımışlardır.2 Böylece İsra suresiyle Necm suresi arasında sanki doğrudan bir ilişki varmış gibi bir anlayış, yaygın kabul haline gelmiştir. Neticede iki surede farklı konulardan ayetler sanki aynı konuya işaret ediyormuş gibi yorumlanmış ve farklı dönemlerde inen ayetler arasında böyle bir mesnetsiz ilişki kurulmuştur.3 Üstelik bu ilişki kurulurken ne tarihsel gerçekler ne ilgili ayetlerin nazil oldukları dönem ne de isra hadisesinin akabinde gerçekleştiği iddia edilen miraç anlatılarının muhtevası gibi konularda ciddi bir yorum ve inceleme yapılmıştır.1. Taberi, Camiü’l-Beyan, XXVII, 40-57; Razi, XX, 477-508; Elmalılı, 287-305.2. Kadı Iyaz,, Şifai Şerif, çev.Naim Erdoğan-Hüseyin S.Erdoğan, Çile Yay., İstanbul 1997, 177.3. İbn Kesir, Tefsir IX, 4602.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Kur’an’da İsra ve Mirac, s.61.

Örneğin, çağdaş müfessirlerden Elmalılı’ya göre ilgili ayetlerde Cebrail’le Hz.Peygamber’in buluşmasından bahsedilmektedir. Ancak onnun iddiasına göre bu buluşma miraç gecesi vuku bulmuştur. Hatta o, bu konuda müfessirler arasında bir ittifak olduğundan bile söz etmiştir.1Elmalılı’nın da ifade ettiği gibi ayette Hz.Peygamber’in Cebrail’i görmesi ve onunla buluşması hadisesi doğrudur, ancak bu buluşma ve görme hadisesi onun –ünlü müfessir Razi’nin görüşlerinin etkisinde kalarak-2 iddia ettiği gibi, miraç gecesi semada değil, ilk vahiy alış sırasında yeryüzünde gerçekleşmiş bir olaydır. Şayet Razi ve onun etkisinde kalan Elmalılı ayette3 buluşma ve görme hadisesinin iniş sırasında vuku bulduğuna işaret edildiğini, buna mukabil rivayetlerde ise mezkur buluşmanın miracda yani semaya çıktıktan sonra gerçekleştiğinin iddia edildiğini göz önünde bulundurmuş olsaydılar, daha farklı bir yorum yapmak zorunda kalacakları muhakkaktı. Yine bu görüş sahipleri, rivayetlerde iddia edildiği üzere Hz.Peygamber’in semaya Cebrail eşliğinde çıktığı iddialarını ve dolayısıyla kendisiyle birlikte seyahat etmiş olduğu Cebrail’i zaten görmüş olacağı gerçeğini de gözden kaçırmışlardır.1. Elmalılı VII, 296.2. Bkz. Razi, XX, 500-503.3. Necm 53/13.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Kur’an’da İsra ve Mirac, s. 65-66.

İbn Kesir’e göre, Hz.Peygamber’in Cebrail’i görmesi hadisesi, Razi ve onun görüşlerine benzer düşünceler dile getiren müfessirlerin iddia ettiği gibi, semada değil bizzat yeryüzünde gerçekleşmiş olaylardır. Dolayısıyla ayetlerde dile getirilen inen, yaklaşan, sarkan ve ufku kaplayan me Allah ne de Peygamber’dir. Burada kastedilen sadece ve sadece Cebrail’dir.1Çağdaş müfessirlerden Ateş konuyla ilgili yaptığı açıklamada dikkat çekici bir detayın altını çizmiştir. Ona göre Hz.Peygamber’in Cebrail’i gördüğünü haber veren Necm suresindeki ayetler2, ilk vahiy tecrübesiyle alakalıdır ve Hz.Peygamber’in Cebrail’i ilk gördüğüne işaret etmektedir.3 Ateş’in yorumuna göre her ne kadar müfessirlerin bir çoğu Necm suresindeki pasajda anlatılan yaklaşıma, sarkma ve iki yay ucu kadar yakına gelme hadisesini Allah’la Hz.Peygamber’in yaklaşması olduğu yorumlarını yapıp aynı zamanda bunu isra olayıyıla ilişkilendirmeye çalışmışlarsa da, aslında ilgli ayetlerdeki anlatım vahyin ilk başlangıcı sırasında yaşanmış olaya işaret edilmektedir. Böylece o, isra hadisesiyle Necm suresindeki ayetler arasında bir bağlantı kurulamayacağını ortaya koymuştur.1. İbn Kesir, Tefsir, XIII, 7531; İbn Ali eş-Şami, 99.2. Necm 53/13-14.3. Ateş, Tefsir IX, 112.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Kur’an’da İsra ve Mirac, s.66-67.

Hz.Peygamber'in vahiyle ilk tanıştığı sırada Cebrail'i bu ağacın yanında gördüğü tespiti bize göre doğrudur. Ancak Ateş'in dile getirdği gibi mezkur ağacın Hira Dağı'nda olma ihtimali yok denecek kadar azdır. Zira Hira mağarasının büyük bir kayadan ibaret olduğunu ve o iklim koşullarında tamamen kaya olan bir mekanda ağacın yetişmeyeceğini göz ardı etmemek gerekir. Bu durumda mıhtemelen Resul-i Ekrem mağarada yaşadığı olağanüstü hadisenin ardından hızla dağdan uzaklaşıp evine giderken yolda Cebrail'i görmüş olmalıdır.Doc.Dr. İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Kur'an'da İsra ve Mirac, s.73.

Bilindiği gibi Südretü’l münteha kavramı Necm suresinde geçer. İlgili ayetlerde Hz.Peygamber’in Cebrail’den vahiy alma süreci anlatılır ve o sırada Resul-i Ekrem’in onu gördüğüne işaret edilir. Necm suresindeki bu pasaj vahiyle ilk tanıştığı sırada Hz.Peygamber’in yaşadığı olaya işaret etmektedir. Bu itibarla ayetteki Sidretü’l münteha kavramı, Mekke ile Hira dağı arasındaki yolda ve dağa yakın bir yerdeki ağaçlık alandaki en uzak ağacı işaret etmektedir. Müfessir Kurtubi de Hz.Peygamber’in Cebrail’i Hira dağına yakın bir yerde gördüğünü söyler.1 Dolayısıyla bizce ayetteki Sidretü’l münteha kavramı, semadaki hayali mekanı değil, vahiyle ilk tanıştığı sırada, Resul-i Ekrem’in Cebrail’i gördüğü ağacı işaret etmektedir.1. Kurtubi XVI 440.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Kur’an’da İsra ve Mirac, s.74.

Hadis kayıtlarındaki rivayetlerin bir kısmında Sidretü’l münteha kavramı, yeryüzünden semaya çıkıldığı zaman varılacak en son nokta olarak tarif edilmiştir. Örneğin Müslim’deki bir hadis metninde bu kavram şöyle tarif edilmiştir:’’Resulullah semaya çıkarıldığı gece Sidretü’l müntehaya götürüldü. Sidre ağacı semadadır. Yeryüzünden semaya çıkarılan onda son bulur ve ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de yine ona iner ve ondan alınır…’’1 Bunun yanında bazı rivayetlerde Sidretü’l münteha, Hz.Peygamber’in altıncı semada vardığı yer olarak da nitelenmiştir.2 Ancak ilgili ibareye ait detaylar aktarılırken çoğunlukla ağaç tasvirleri yapılmıştır.3 Bu tasvirlerin birisinde Sidretü’l müntehanın ağaç olduğu hususu Hz.Peygamber’in ağzından şöyle anlatılmaktadır:’’Bana Sidretü’l münteha gösterildi. Bir de gördüm ki, Sidre ağacının yemişleri sanki Yemen’in Heccer şehri testileri gibiydi. Yaprakları ise fil kulaklarına benziyordu. Onun dibinde ikisi batın, ikisi de zahir dört nehir vardı. Ben bunları Cebrail’e sordum. O, batın olan iki nehrin Cennet’te olduğunu söyledi. Zahir olanlar ise Nil ve Fırat idi.’’4Dikkat edileceği üzere bu tasvirler Hz.Peygamber’in semadaki müşahedeleri olarak anlatılmıştır. Oysa Sidretü’l münteha ile ilgili açıklamalarda ağaç tasvirlerinden bahsedilmektedir. Örneğin bu ağacın gölgesinde yüzbin atlının gölgelenebileceğinden söz edilmektedir.5 Değişik hadis kayıtlarında da Sidre’nin bir ağaç olduğuna işaret edilmektedir.6 Dolayısıyla Sidre semadaki hayali bir mekan değil, yeryüzündeki bir ağaçtır. Hadis kaynaklarında yer alan bu tür tasvirler aslında Necm suresindeki ayetlerde işaret edildiği üzere Hz.Peygamber’in müşahede etmiş olduğu olağanüstülüklerin konu edildiği ağaçtır,7 ancak bu suredeki ayetler miraç hadisesiyle ilişkilendirildiğinden, ayetteki kavram semadaki hayali mekana dönüştürülmüştür.1. Müslim, İman, 279; ayrıca bkz. Buhari, Menakibu’l-ensar, 42; Tirmizi, Tefsiru’l Kur’an, 53.2. Buhari, Ehadisü’l-enbiya,5, Salat,1; Müslim, İman, 279; Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 53; Nesai, es-Sünen, Çağrı Yay., İstanbul 1992, Salat 1.3. Buhari, Menakibu’l-ensar, 42, Bed’ü’l-Halk, 6; Müslim, İman, 259; İbn Hanbel V, 144; Tirmizi, Sıfatu’l-cenne, 9; Kurtubi XVI 451.4. Buhari, Bed’ü’l-halk, 6; Menakibu’l-ensar, 42.5. Tirmizi, Sıfatu’l cenne,9; Kurtubi XVI, 451.6. Ebu Davud, Tahare, 23.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Kur’an’da İsra ve Mirac, s.74-75.

Bütün bunların yanı sıra isra ve miraç hadiseleriyle en fazla ilişkilendirilen Kur’an ayetleri arasında Bakara suresinin 285 ve 286. Ayetleri gelmektedir. Rivayetlere göre Hz.Peygamber miraca çıktığı zaman Sidretü’l münteha’ya vardıktan sonra perde arkasından Allah’la konuşmuş ve dönüş sırasında elli vakit namaz –ki, rivayetlere göre bu daha sonra beş vakte düşürülecektir- Bakara suresinin 285 ve 286. Ayetleri ile Allah ve Resulü’ne ortak koşmayanların Cennet’e gireceği müjdelerini almıştır.1Şunu öncelikli olarak belirtmekte yarar var ki, her ne kadar isra hadisesinin tarihi konusunda farklı rivayetler varsa da, bu olayın hicretten önce vuku bulduğu kesindir.2 Yine yaygın kabule göre miraç olayı isra hadisesinin akabinde gerçekleşmiş bir hadise olarak bilinir ve Bakara suresinin son iki ayetinin miraçta Resulullah’a verildiğine inanılır. Oysa bu ayetler dahil Bakara suresinin tamamı Medine döneminde nazil olmuştur. Bu durumda Mekke döneminde yaşanmış bir olayla daha sonradan nazil olan ayetler arasında doğrudan bir ilişki kurabilmek mümkün değildir. Ayrıca bu rivayetler aynı zamanda vahiy meleğini devre dışı bırakma gibi bir yanlışlığı da beraberinde getirmekte ve Hz.Peygamber’in doğrudan Allah’la iletişim kurabildiğini ortaya koymaktadır. Oysa böyle bir buluşma veya onun Allah’ı gördüğü iddiaları Yüce Allah’ın zatını, maddi bir varlık olarak niteleme gibi izahı mümkün olmayan problemli yorumu beraberinde getirmektedir.31. Buhari, Salat, 1, Ehadisü’l-enbiya, 5, Menakibü’l-ensar, 42, Tevhid, 37, Bed’ü’l-halk, 6; Müslim, İman, 259, 262, 263, 264, 279; İbn Hanbel III, 148; Nesai, Salat, 1; Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 53.2. İbn Sad I, 213, 214.3. Ali Akpınar, ‘Mirac Gecesi Hz.Peygamber’e Verildiği Söylenen Ayetlerle İlgili Bazı Mülahazalar’ Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:1,, Sivas 1996, 65-100 (ss. 95-101).Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Kur’an’da İsra ve Mirac, s.85-86.

Kimi müfessirler ise Zuhruf 45. Ayeti ile isra ve miraç hadisesi arasında ilişki kurmuşlardır.1 Rivayetlere göre isra gecesi, Hz.Peygamber’den önceki peygamberlerle Beytü’l Makdis’te bir araya gelmiştir. Bu buluşma sırasında Cebrail Hz.Peygamber’e şu vahyi getirmiştir:’’Ey Peygamber! Senden önce gönderdiğimiz elçilere vadettiğimiz mesajları bir düşün. Rahman’dan başka tanrılara tapılmasına hiç izin vermiş miyiz?2 Ayetin çevirisini ‘’Senden önce gönderdiğimiz elçilere sor’’ şeklinde yorumlayan kimi müfessirler, bu çeviriye dayalı olarak birbirlerinin tekrarı niteliğinde yaptıkları yorumlarda ilgili ayeti isra ve miraç hadisesiyle ilişkilendirmişlerdir. Yapılan yorumlara göre ayetin mesajında Hz.Peygamber’e geçmiş peygamberlere soru sorması istenmiş, ancak Hz.Peygamber şüphe etmediği için Cebrail’in sormasını istediği soruyu sormamıştır. Kabul edilen görüşe göre Hz.Peygamber’den bu soruyu geçmiş peygamberlere değil, kendisine itiraz edilen Ehl-i Kitab’a sorması istenmiştir.3Dile getirilen iddialara bakılınca bu rivayetin son derece problemli olduğu gayet açıktır. Örneğin iddialara göre bir taraftan ayette Hz.Peygamber’in geçmiş peygamberlere soru sorması emri yer almakta, bir taraftan da o kendisine indirilen ayetin mesajına uymayan bir peygamber konumuna düşürülmektedir. Oysa bu durum tebliğle görevlendirilen Allah Rasulü’nü, kendisine inzal edilen vahyin mesajını layıkıyla yerine getirmeyen, hatta Allah’ın emrine uymayan ya da istediği zaman kimi emirlerin gereğini yerine getirmeyen bir peygamber konumuna düşmez mi? Halbuki ayetin mesajında Hz.Peygamber’e hitap edilerek kendisinden önce gönderilmiş peygamberlere vahyedilen mesajların hepsinde Allah’tan başkasına kulluk edilemeyeceği ilkesinin yer aldığına vurgu vardır. Nitekim Taberi de mezkur ayetin benzer mesaj içerdiğine ilişkin birtakım rivayetler aktardıktan sonra, ayetin isra ve miraç hadisesiyle ilişkilendirildiğine dikkat çekmiştir.41. İbn Kesir, Kitabu mucizetü’n-nübüvve, 497; Alusi XV, 86; Elmalılı VII, 53.2. Zuhruf 43/45.3. İbn Kesir, Kitabu mucizetu’n-nübüvve, 497.4. Taberi, Camiu’l-beyan, XXV, 77-78.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Kur’an’da İsra ve Mirac, s.86-87.

Bize göre ayetteki bu kavram dikili bir mabed veya camiyi değil içinde Süleyman mabedinin de bulunduğu harem bölgesinin mekanı için kullanılan bir tanımlamadır. Ancak bu kavrama genelde mescid/cami anlamı yüklendiğinden, yapılan yorumlar umumiyetle bu bakış açısına göre şekillenmiştir. Dolayısıyla ayetteki ifadeden mutlak anlamda bir caminin olduğu anlamı çıkarılınca, isra ayetinin indiği dönemde Beytü’l Maktis’te bu isimde bir cami olmadığından hareketle el-Mescidü’l-Aksa isminin burayla bir ilgisinin olmaması gerektiğine dair görüşler ileri sürülmüştür.1 Bu bağlamda isra hadisesinin de Kudüs’le bir bağlantısının olmadığı iddiaları ortaya atılmış ve isra hadisesi de sıradan bir yolculuk olarak değerlendirilmiştir.2 Ancak bu görüşü savunanlar o tarihte Kabe etrafında da bir mabedin olmadığı gerçeğini gözden kaçırmışlardır. Dolayısıyla her ne kadar o dönemde Kudüs’te bir cami bulunmuyor idiyse de, ayetteki el-Mescidü’l-Aksa ismiyle cami değil, Süleyman mabedinin de içinde yer aldığı harem mahallinin kast edildiğini anlıyoruz. 1. Mehmet Azimli, İsra ve Mirac Olayları Üzerine Bazı Mülahazalar, Bilimname (XVI, 2009, I) 48 vd.2. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, X 317-318; Mikail Bayram, Kur’an’da Adı Geçen Mescidü’l-Aksa Nerededir?, İktibas (Ekim 2001) 46-47; Azimli, Siyeri Farklı Okumak Mekke Yılları, 144-154.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, el-Mescidü’l-Haram ve el-Mescidü’l-Aksa Kavramları, s.97-98.

Bilindiği üzere isra ayetinde geçen el-Mescidü’l Aksa kavramı ‘en uzak mescid’ anlamına gelmektedir. Oysa Kur’an sözü edilen el-Mescidü’l Aksa’nın bulunduğu Filistin bölgesini bir başka ayette Arabistan’a göre ‘en yakın yer (edne’l arz)’ olarak nitelemektedir.1 Bir ayette Kur’an el-Mescidü’l Aksa’nın bulunduğu mekanı Arabistan’a en yakın yer olarak nitelerken, bir başka ayette burada olduğu iddia edilen mescid için ‘en uzak mescid’ tanımlamasını kullanmasını ilk bakışta iki ayet arasında bir çelişkinin olduğunu akla getirmektedir. Kur’an ayetleri arasında bu tür çelişkilerin olmayacağı gerçeği göz önüne alındığında, bu hususun ciddi bir soru işareti oluşturduğu aşikardır. Nitekim Hamidullah bu çelişki nedeniyle İsra suresinin birinci ayetinde zikredilen el-Mescidü’l Aksa’nın Kudüs’le bir bağlantısının olamadığını savunmuştur. Hemen şunu belirtmiş olalım ki, Arabistan’a en yakın yer nitelemesi yoruma açık bir konudur. Örneğin bu nitelemenin sınırları belli değildir ve genel bir tanımlamadır. Bununla birlikte belki Medine için böyle bir yaklaşımdan söz edilebilir. Ancak aynı nitelemeyi Mekke için gerekçe olarak ileri sürmek problemlidir. Zira Mekke’nin çok daha güneyde ve Arap Yarımadası’nın ortasına yakın bir yerde olduğunu unutmamak gerekir.1. Rum 30/3.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, el-Mescidü’l-Haram ve el-Mescidü’l-Aksa Kavramları, s.110-111.

Kütüb-i Sitte eserlerinde yer alan kapsamlı rivayetlerin hepsinin Medineli olan Enes b.Malik’e (93/711) dayandırılması oldukça dikkat çekicidir. Aynı şekilde siyer veya tefsir kaynaklarında yer alan kapsamlı rivayetlerin de yine Enes gibi Medineli olan Ebu Sa’id el-Hudri’ye (74/693-94) dayandığını görüyoruz. Aslında bu durum isra ve miraç konusundaki rivayetlerle ilgili ilginç bir detayı ortaya koymaktadır. Dikkat edilirse her iki ravi de Medine’lidir. Dolayısıyla özellikle miraca dair rivayetlerin omurgasını oluşturan kapsamlı rivayetlerin tamamının Medineli raviler tarafından aktarıldığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Oysa bu hadiselerin her ikisi de Mekke dönemine ait olaylardır. Halbuki en önemli ravilerden olan Enes b.Malik ve Ebu Sa’id el-Hudri hem Medine’lidir hem de o tarihte henüz çocuk yaştadırlar. Örneğin Enes b.Malik’in hicret sırasında on yaşında1, Ebu Sa’id el-Hudri’nin ise Uhud Savaşı sırasında on üç yaşında olduğu belirtilir.2 Dolayısıyla her ikisi de henüz Müslüman olmadıkları gibi aynı zamanda bu olayları idrak edebilecek yaşta bile değiller. Kaldı ki, yaşları itibariyle bu olaylardan doğrudan haberlerinin olması da mümkün değildir. Hadis koleksiyonları arasında yer alan miraç olayına ilişkin rivayetlerde özellikle Enes b. Malik isminin ön plana çıkarılması hayli dikkat çekicidir. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse acaba bu rivayetlerden kaç tanesinden Enes’in haberinin olduğu ise gerçekten ciddi bir merak konusudur!1. İbrahim Canan,’Enes b.Malik’,DİA, İstanbul 1995, XI, 234.2. Raşit Küçük,’Ebu Said el-Hudri’, DİA, İstanbul 1994, X, 223.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Hadis Kaynaklarında İsra ve Mirac, s.2114-215.

Şunu hatırlatalım ki, isra ve miraca dair kapsamlı rivayetlerin Medineli raviler kanalıyla aktarıldığına ilişkin tespitimiz, hadis kaynakları arasında yer alan kapsamlı rivayetlerle alakalıdır. Zira konuyla ilgili irili ufaklı bir kısım rivayetlerin Mekke kökenli raviler tarafından aktarıldığını da unutmamak gerekir. Ancak İbn Abbas1 hariç tutulursa diğerlerinden gelen rivayetler ya isra hadisesiyle alakalıdır veya farklı bir konuyla ilgiliyken sonradan isra ve miraç olaylarıyla ilişkilendirilmiştir. Kaldı ki, İbn Abbas’a2 dayandırılan rivayetlerin önemli bir kısmı da ru’yet gibi farklı konularla ilgilidir. Özellikle Hz.Aişe3, İbn Mesud4, Muaviye5, Ubey b.Ka’b, Cabir b.Abdillah ve Huzeyfe’den gelen rivayetler bulunmaktadır. Ancak bu ravilere dayandırılan rivayetlerin önemli bir kısmı, Ebu Zerr’in rivayetinde olduğu gibi, konuyla ilgili değilken sonradan bu hadislerle ilişkilendirilmiştir. Örneğin bu kaynaklara dayandırılan rivayetler Necm suresinde zikredilen Hz.Peygamber’in Cebrail’i görmesi hadisesine ilişkin tartışmalarla alakalıdır.6 Ancak ayette dile getirilen bu konu, miraca dair rivayetlerde Resul-i Ekrem’in Allah’ı gördüğü iddialarına dönüştürülünce, başta Hz.Aişe olmak üzere bir kısım sahabiler bu görüşe karşı çıkınca, onların dile getirdiği görüşler miraca dair rivayetler arasında zikredilmiştir.7Dolayısıyla Necm suresindeki ayetler gereksiz bir şekilde isra ve miraçla ilişkilendirildiğinden bu ayetlerin mesajına ilişkin haberler de mezkur konularla alakalı rivayetler olarak algılanmıştır.1. İbn Abbas rivayetini esas alarak isra ve miraç hadisesini araştıran Colby, rivayetin Kur’an ve diğer rivayetlerle olan benzer ve farklı yanlarını ortaya koyarak geniş bir araştırma yapmıştır. Bk. Frederick S. Colby, Narrating Muhammad’s Night Journey; Tracing the Development of the Ibn ‘Abbas Ascension Discourse, State University of New York, 2008.2. Buhari, Menakibü’l-ensar, 42.3. İbn Hişam II, 270-71, Buhari, Tevhid, 4.4. İbn Hanbel I, 397.5. İbn Hişam II, 270-71; Taberi, Camiü’l-beyan XV,16.6. Necm 53/13-18.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Hadis Kaynaklarında İsra ve Mirac, s.217-218.

Medineli Enes b. Malik ve Ebu Sa’id el-Hudri ile Yemenli Ebu Hureyre’nin yanı sıra Mekke kökenli olan Hz.Aişe, İbn Mesud, Muaviye ve İbn Abbas gibi kaynaklara dayandırılan rivayetlerin de bir takım problemler içerdiklerini unutmamak gerekir. Sadece isra hadisesine ilişkin rivayetlerin dayandırıldığı bu raviler de, olayın vuku bulduğu zaman diliminde henüz çocuk yaştaydılar. Bütün bunların yanı sıra irili ufaklı sayılamayacak kadar çok rivayetin kaynaklarda yer alma hususu göz önüne alındığında, isra ve miraç hadiselerinin Mekke döneminde Resul-i Ekrem’in hayatında hayli önemli bir yer işgal etmiş olması gerekir. Nitekim gelenekte de bu hadiselere büyük ehemmiyetin verildiğini görüyoruz. O halde madem Resul-i Ekrem’in hayatında son derece önemli bir ara kesit olan ve Mekke döneminde vuku bulan bu hadiselere ilişkin haberler, neden en yakınında bulunan Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer, Hz.Ali, Hz.Osman gibi sahabelerden değil de, henüz olayın mahiyetini idrak edemeyecek çocuk yaşlarındaki Medineli ravilerden gelmiş olsun? Bütün bunlar bir çelişki değil midir?Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Hadis Kaynaklarında İsra ve Mirac, s.218.

Bezzar’ın Müsned’indeki rivayete göre miraç yolculuğu ezanla irtibatlandırılmış ve mezkur yolculuğun sebebinin ezanı öğretmek için olduğuna işaret edilmiştir. Hemen şunu dile getirelim ki, bu tarz bir anlatıya daha mukaddem olan kaynaklarda rastlanmamaktadır. Rivayetin içeriğinde şu haberler yer almaktadır: Allah, elçisine ezanı öğretmek isteyince, bunun için Cebrail, Burak adlı binekle Hz.Peygamber’e geldi ve Resul-i Ekrem’i bindirerek yola çıktılar. Burak zorlanıyordu. Cebrail durumu fark edince ‘sakin ol Burak yemin olsun, Allah katında Muhammed’den daha değerli hiç kimse sırtına binmemiştir’ dedi. Neticede Burak, sırtında yolcularıyla birlikte Yüce ve Rahmeti sonsuz Yaratıcının bulunduğu perdeye kadar geldi. Orada durdukları zaman perdenin ardından bir melek ortaya çıktı.Hz.Peygamber, Cebrail’e ‘Bu kim?’ diye sordu. Cebrail de ona,’Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben en erken yaratılmış olan meleklerden biriyim ve yaratıldığımdan beri bunu hiç görmemiştim, daha yeni görüyorum’ dedi. Tam bu sırada perdedar melek ezandaki sözleri kullanarak,’Allahu Ekber Allahu Ekber’ dedi. O sırada perdenin ardından bir ses ‘kulum doğru söyledi, Ben en büyüğüm, ben en büyüğüm’ dedi. Melek ezandaki sözleri sırayla kullanmaya devam ederek,’Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim’ dedi. Perdenin ardındaki ses,’Kulum doğru söyledi, Benden başka ilah yoktur’ dedi. Melek,’Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ederim’ dedi. Perdenin ardındaki ses,’kulum doğru söyledi, Ben Muhammed’i elçi olarak gönderdim’ dedi. Melek,’Haydi namaza, haydi kurtuluşa. Namaz vakti geldi’ diye seslendi. Sonra melek sözüne devam etti ve ‘Allah en büyüktür, Allah en büyüktür’ dedi. Perdenin ardındaki ses,’Kulum doğru söyledi, Ben en büyüğüm ben en büyüğüm’ dedi. Melek,’Allah’tan başka ilah yok’ dedi. Perdenin ardındaki ses,’Kulum doğru söyledi, Benden başka ilah yok’ dedi. Sonra perdedar melek Hz.Muhammed’in elini tuttu ve onu sema ehline takdim etti. Onların arasında Adem ve Nuh da bulunuyordu.1Her ne kadar bu rivayet ezanla irtibatlandırılmışsa da, daha mukaddem kaynaklarda ezanın miracda ihdas edildiği veya ezan için Hz.Peygamber’in miraca çıkarıldığına dair herhangi bir rivayetten bahsedilmez. Kaldı ki, ezanın Medine dönemine ait bir gelişme olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir.2 Üstelik ezanın ihdas edilmesiyle ilgili tamamen farklı rivayetlerden bahsedilmektedir. Bu rivayetler arasında ezanın da bir rüya neticesinde belirlendiğinden söz edilmesi ilginç bir detay olarak dikkat çekmektedir. Örneğin, rivayetlerde ezanın ihdas edilmesinda Abdullah b.Zeyd3 ve Hz.Ömer’in4 rüyalarından bahsedilmektedir. Bu itibarla yukarıdaki söz konusu rivayetin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Dikkat edileceği üzere yukarıdaki rivayette de tıpkı miraç anlatılarında yer alan bir prosedürden bahsedilmekte, ancak bu tecrübenin bilinen miraç hadisesi sırasında gerçekleştiğine dair herhangi bir açıklama yapılmamaktadır.1. Ebu Bekir Ahmed b.Amr Abdulhalık el-Atik el-Bezzar, Müsnedü’l-bezzar, thk. Mahfuz Rahman Zinnullah, Müessesetü ulumu’l-kur’an, Beyrut 1988/1409, II, 146-147.2. Abdurrezzak, el-Musannef I, 456-458.3. İbn Hişam II, 354-355.4. Abdurrezzak, el-Musannef I, 456.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Hadis Kaynaklarında İsra ve Mirac, s.221-223.

İbn Hişam, isra hadisesinden bahsederken ilk önce İbn Mesud kaynaklı rivayeti aktarmıştır. Aslında bu rivayet az önce değinilen İbn İshak’taki (151-768) rivayetin aynısıdır. Dikkat edileceği üzere İbn İshak’da bu rivayeti isra hadisesi başlığı altında ele almıştır.Rivayette Hz.Peygamber’in Burak adlı bir binekle Beytü’l-Makdis’e götürüldüğü, burada kendisi için toplanmış olan Hz.İbrahim, Hz.Musa ve Hz.İsa gibi peygamberlerle buluştuğu ve onlara namaz kıldırdığına işaret edilmektedir. Ardından Kudüs’teyken Hz.Peygamber’e içerisinde su, süt ve hamd (içki) bulunan üç kap sunulduğu haberlerine yer verilmiştir. Bu içecekler sunulduğu zaman Hz.Peygamber gaipten şöyle bir ses duymuştur:’Şayet suyu alırsa kendisiyle birlikte ümmeti de boğulur. Eğer içkiyi alırsa kendisiyle birlikte ümmeti de azıtır. Eğer sütü alırsa hidayet bulur ve ümmeti de hidayete erer.’ Bundan sonra Hz.Peygamber’in süt dolu kabı tercih ettiğine işaret edilmiş ve rivayet sonlandırılmıştır.1Bu rivayetteki en dikkat çeken noktalardan birisi, Hz.Peygamber’e sunulan üç farklı içecekle ilgili bilgilerdir. Hadis kaynaklarındaki rivayetlerde bu olay miraca dair anlatılar içerisinde zikredilmiş ve adeta Hz.Peygamber’in birnevi imtihana tabi tutulması şeklinde sunulmuştur. Neticede Hz.Peygamber süt dolu kabı tercih edince Cebrail tarafından fıtratı seçtiği için isabet ettiği söylenmiş ve şayet içki dolu kabı seçmiş olsaydı kendisinin ve ümmetinin sapıtacağını haber vermiştir. Oysa burada sütü tercih etmesi için Hz.Peygamber teşvik edilmiş, hatta gaipten bir sesle sütü alması için uyarılmıştır. Halbuki hadis kaynaklarında sütü seçtiği zaman Hz.Peygamber’e Cebrail tarafından isabet ettiği söylenmiştir. Ayrıca hadis kaynaklarındaki rivayetlerde içilmek üzere sunulan nesneler genelde süt ve şarap iken, burada ayrıca su eklenmiştir. Kimi hadis rivayetlerinde ise bu olayın semada gerçekleştiğinden bahsedilmiştir. Görüldüğü üzere ibn Mesud kaynaklı rivayette Hz.Peygamber’in Kudüs’e kadar götürüldüğünden söz edilmiş ve bu olayın devamında yer aldığı iddia edilen miraca dair herhangi bir anlatıya işaret edilmemiştir.1. İbn Hişam II,268-269.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, Siyer Kaynaklarında İsra ve Mirac, s.235-236.

Tespit edebildiğimiz kadarıyla Hz.Peygamber’in Allah’ı gördüğü iddialarını ilk dillendirenlerden birisi, Yahudi kökenli mühtedi olan Ka’bu’l-Ahbar’dır. O, aralarında Mesruk’un da bulunduğu bir grupla sohbet ederken, Hz.Musa gibi Hz.Muhammed’in de Allah’ı gördüğünü iddia etmiştir.1 Bunun üzerine Mesruk, Hz.Aişe’ye gidip bu iddianın gerçeklik payını sorunca, o şu karşılığı vermiştir:‘’Her kim sana ‘Muhammed Rabb’ini gördü’ derse yalan söylemiştir. Çünkü Allah,’Gözler onu görmez, halbuki o, gözleri görür.’2 buyurmaktadır. Sözlerine devam eden Hz.Aişe yine ‘Kim sana Muhammed’in gaybı bildiğini söylerse, muhakkak o da yalan söylemiştir. Çünkü Allah,’Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez…’’3 ayetlerini hatırlatarak bu iddiaya şiddetle karşı çıkmıştır.4Bu sözlerle Hz.Peygamber’in Allah’ı gördüğü iddialarına karşı çıkan Hz.Aişe daha da ileri giderek bu iddiayı dillendirenlerin Allah’a iftira atmış olacaklarını söylemiş ve Hz.Peygamber’in Allah’ı değil Cebrail’i gördüğünü ısrarla vurgulamıştır.5 Onun yanı sıra İbn Mesud6 ve Ebu Hureyre7 kaynaklı rivayetlerde de benzer görüşler dile getirilmiş ve Necm suresindeki ayetlerin8 miracla bir ilgisinin olmadığına ve buradaki açıklamaların Hz.Peygamber’in Cebrail’i görmesine işaret ettiğine vurgu yapmıştır.9…Hz.Peygamber’in Allah’ı gördüğü iddiasının Ka’bu’l-Ahbar tarafından dillendirilmesi oldukça dikkat çekicidir. Bilindiği üzere Ka’b, Yahudi alimlerinin önde gidenlerinden birisidir ve bu kültüre ait bir çok israiliyat haberini İslam kültürüne taşıyan kişi olarak nitelenir.10 Onun Müslümanlığıyla ilgili farklı rivayetler olsa da, Hz.Ömer döneminde fethedilen Kudüs’ün teslim alınmasının ardından İslam’ı kabul ettiği anlaşılmaktadır.11 Bu durumda Ka’b, bu iddiayı muhtemelen Hz.Osman veya Muaviye dönemi içerisinde dile getirmiş olmalıdır. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse bu mesele sahabe arasında bu dönemlerde tartışılmış olmalıdır. Fakat daha sonradan bu mesele yeniden miraca dair rivayetlerde gündeme getirilmiştir. Hz.Peygamber’in Allah’ı gördüğü iddialarının tekrar gündeme getirilmesinde de Yahudi kültürünün etkisinden söz edilebilir. Zira bu kültürdeki birçok israiliyat haberinin İslam kültürüne tevarüs ettiği ve özellikle tefsir konusundaki yorumlarda bu etkilenmeye sıkça rastlanıldığına dair çarpıcı örnekler anlatılmaktadır.121. Tirmizi, Tefsiru’l-kur’an, 53.2. Enam 6/103.3. Neml 27/65.4. Buhari, Tevhid, 4, Bed’ül-halk,7; Müslim, İman, 283, 287.5. Buhari, Bed’ü’l-halk, 7; Müslim,İman 290.6. Buhari, Bed’ü’l-halk, 7; Müslim, İman, 280.7. Buhari, Tefsir (İsrail),1.8. Necm 53/13-18.9. Müslim, İman, 283.10. İbn Teymiyye, 418; Bk.Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyat, Beyan Yay., İstanbul 1992, 94-98.11. Ezdi, Fütühi’ş-Şam, 259.12. Bk.Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyat, Beyan Yay., İstanbul 1992; Ali Kuzudişi, Yahudi Kültürünün Hadislere Etkisi (yayımlanmamış doktora tezi), Dokuz Eylül üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2004.)Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin Muhtevası, s.286-288.

Öte yandan şunu da hatırlatalım ki, Resul-i Ekrem’in Allah’ı gördüğü iddialarındaki bir başka çelişki ise, bu hadisenin miraçta, yani semada gerçekleştiğini ileri sürerler. Halbuki ayet inişteki buluşmadan bahsetmektedir. Oysa rivayetlerde Hz.Peygamber’in miraca çıkışından ve semada Allah’la buluşmasından söz edilmektedir. Sadece bu detay bile ayetin ne derece çapıtılarak yorumlandığını rotaya koyması bakımından yeterlidir. Bu gerçekler ortadayken, bunların görülmemesi ve hala miracda ru’yetin gerçekleştiğinin savunulması şaşırtıcıdır. Örneğin ünlü İslam düşünürü Gazzali’nin eserlerinden seçilerek üretilen bir derlemede Hz.Peygamber’in bedenen ve ruhen miraca çıkarıldığına vurgu yapıldıktan sonra, onun Allah’la ‘zamansız, mekansız ve sessiz sözsüz olarak’ buluşup konuştuğundan söz edilmektedir. Ancak maddi bir varlığın hem zamansız hem mekansız, hem de sessiz ve sözsüz olarak Allah’la buluşabileceği veya onunla konuşabileceği iddialarını izah edebilmek mümkün değildir.11. Abdullah Aydın, İlahi Nurlar; İslam Düşüncesi, Ahlakı ve Peygamber’in Mucizeleri; İmam-ı Gazzali’nin Eserlerinden Seçmeler, Aydın Yayınevi, İstanbul 1967, 120-121.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin muhtevası, s.291.

Ebu Said el-Hudri kaynaklı olarak İbn Hişam1 ve Taberi’de yer alan kapsamlı bir rivayette, Hz.Peygamber’in miraç gecesi tanık olduğu bir takım müşahedeler kendi ağzından şöyle aktarılır:‘’Dünya semasında çıkarıldığım zaman ortada bir adam gördüm. Onun görüntüsü Allah’ın yarattığı ilk günkü gibi olup hiçbir değişikliğe uğramamıştı. Kendisine soyundan olan insanların ruhu arz ediliyordu. . Mümin ruh, hoş ruh ve hoş kokuludur. Bunun kitabını illiyyün ‘iyilerin defterinden kılın’ diyordu. Kafir ruh ise, kötü ruh ve kötü kokuludur. Bunun kitabını ise siccin ‘kötülerin defterinden kılın’ diyordu. Ben Cebrail’e ‘Bu kim?’ diye sorduğumda ‘Baban Adem’dir’ dedi. Sonra o bana ‘Hoş geldin salih peygamber ve salih evlat’ diye seslendi ve beni samimi bir şekilde karşıladı. Ayrıca bana hayrı duada bulundu.’’1Bu rivayetin baştan sona kadar çelişkilerle dolu olduğunu görebilmek hiç de zor değildir. Örneğin bu anlatıda Hz.Peygamber’in Hz.Adem’i, yaratıldığı ilk günkü gibi hiçbir değişiklik olmadığı şekliyle gördüğüne işaret edilmiştir. Acaba bu iddia ortaya atılırken Hz.Peygamber’in Hz.Adem’in ilk yaratılışını nerede gördüğü hususu hiç düşünülmüş müdür? Ayrıca bu rivayette Hz.Peygamber dünya semasının kapısına getirildiğinde emrinde 70 bin meleğin bulunduğu İsmail adlı melek ile yine her birisinin emrinde de yüz bin meleğin yer aldığından söz edilmektedir.2 Oysa İbn Hişam’da yer alan yine Ebu Said el-Hudri kaynaklı rivayette ise İsmail’in emrinde 12 bin meleğin bulunduğundan söz edilmektedir.3 .ayrıca Taberi’deki sınırlı olan Ebu Said el-Hudri kaynaklı rivayette de İsmail adlı meleğin emrinde ise yine 12 bin melek olduğuna ilişkin anlatılar bulunmaktadır.4 Bütün bu rakamlar ve tasvirlerin hayali kurgudan başka bir şey olmadığını ifade ederek daha fazla detaya girmeyi gerekli görmüyoruz.1. Taberi, Camiü’l-beyan XV, 12-13.2. Taberi, Camiü’l-beyan XV, 12.3. İbn Hişam II, 273.4. Taberi, Camiü’l-beyan XV, 14.5. İbn Hişam II, 273-274.Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin Muhtevası, s.295-296.

Hiç kuşku yokki elli vakitlik namazın beş vakte düşürülmesi iddiaları, hem vahyin mesajına hemde Allah’ın sıfatlarına aykırılık teşkil etmektedir. Örneğin Fatır suresinde Allah’ın üstün kudret sahibi olduğu, her buyruğu ve fiilinin isabetli olduğuna vurgu yapılır.1 Oysa rivayetlerdeki iddialara göre (haşa) yüce Allah takdir etmiş olduğu günlük elli vakitlik namaz yükümlülüğünün yaratmış olduğu kulları için ağır geleceğini fark edememiştir. Ancak ne zaman ki, Hz.Musa bu hükmün ümmete ağır geleceğini fark edip Hz.Muhammed’i uyarmış, o zaman Hz.Peygamber de durumun farkına varmış, hatta Cebrail’in de onaylaması üzerine Rabbine gidip miktarı azalttırmıştır. Kulunun bu isteği ve uyarısı üzerine Yüce Allah da önceden verdiği kararı değiştirmiştir. Oysa İsra suresinde ‘Allah’ın takdir ettiği yasalarda bir sapma olmayacağı’ vurgusu yapılmıştır.2 Kur’an’ın bu açık hükmüne rağmen, üstelik elli vakitlik namazın beş vakte düşürülmesi hadisesi bir sefer değil, dört beş kez tekrarlanmış ve adeta çetin bir pazarlığın(!) sonucunda beş vakte kadar indirilip tatlıya bağlanmıştır. Böylece başta Hz.Musa olmak üzere onun uyarısıyla Hz.Peygamber ve Cebrail de durumun farkına varmışlar ve adeta büyük bir yanlışı(!) Allah’a düzelttirmişlerdir. Diğer bir ifadeyle söylenecek olursa, her şeyi yaratan ve mutlak kudret sahibi olan Yüce Allah, Hz.Musa, Hz.Muhammed ve Cebrail’in durumu fark etmesi üzerine, yaratmış olduğu kullarının kaldırabilecekleri yükümlülüklerin kapasitesinin farkına varamamış, fakat Hz.Muhammed’in uyarısı üzerine durumun ciddiyetini anlayınca bu kararını değiştirip makul bir ölçüye getirmiştir. Hiç kuşku yok ki, mutlak kudret sahibi olan ve bütün eksikliklerden uzak olan Yüce Allah’ın zatıyla bu tür iddiaları yan yana anmak, en basit deyimiyle onun zatına saygısızlık ve hadsizlik olacaktır. Şunu da hatırlatalım ki, biz bu tür iddiaların yer aldığı rivayetlere itibar ettiğimizden değil, durumun vehametini gözler önüne sermek için hatırlatmaya çalıştık. Anlaşılan o ki, Hz.Peygamber’in ümmeti için ne derece büyük fedakarlıklarda bulunduğunu gösterebilmek için ve onu yüceltebilmek adına yapılan yorumlar, bu tür rivayetlerin kaynaklara girmesini beraberinde getirmiştir. Ancak bu tür rivayetler ciddi bir bilgi kirliliğinden başka hiçbir işe yaramamaktadır.31. Fatır 35/2.2. İsra 17/77; ayrıca bk. Ahzab 33/33; Fatır 35/43; Rum 30/30.3. Abdullah b.Ömer’e dayandırılan bir rivayete göre, miracda elli vakit namazın yanı sıra, cünüplükten dolayı yedi kez, aynı şekilde idrardan dolayı da yine yedi kere abdest alınması emredilmişti. Hz.Peygamber ise bu yükümlülüklerin hafifletilmesi için, Allah’a yakarışlarına devam etmiş ve neticede elli vakitlik namaz beş vakte, cünüplükten dolayı yedi kez gusül abdesti alma yükümlülüğü bire ve aynı şekilde idrardan dolayı yedi kez abdest alma yükümlülüğü de yine bir kez abdest alma yükümlülüğüne indirilmiştir. (İbn Hanbel II, 110).Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin Muhtevası, s.306-307.

Dile getirilen bu hususlarla ilgili bir başka manidar çelişkiye daha işaret etmek istiyoruz. Dikkat edilirse beş vakit namazla birlikte miracda ayrıca Bakara suresinin son iki ayetinin de hediye verildiğinden söz edilir. Oysa bu ayetlerde Yüce Allah kullarını çekemeyeceklerinden fazla yük yüklemeyeceğini haber vermektedir.1 Şayet rivayetlerdeki iddialar esas alınacak olursa, bu ilahi buyruğa rağmen (haşa) Yüce Allah aslında başlangıçta sözünde bile durmamış, ancak peygamberinin uyarısıyla bu durumun farkına varmıştır. Hiç şüphe yok ki, böyle bir senaryo mutlak kudret sahibi Allah’ın sıfatlarıyla örtüşmez. Zira o her türlü eksiklikten münezzehtir.1. Bakara 2/286.Doc.Dr.İsrafil BALCI, , İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin Muhtevası, S.307.

Muhtemelen bazı raviler böyle bir durumun ciddi sakıncalar içereceğini fark etmiş olacaklar ki, bir ara formül bulmaya çalışmışlar, ancak yaptıkları açıklamalar, tabiri yerindeyse özrü kabahatinden büyük mizansene dönüşmüştür. Geliştirilen ara formüle göre Hz.Peygamber namazların miktarını azalttırması için dört beş kez huzur-u ilahiye vardıktan sonra, en son gidişinde yine aynı talepte bulununca, bu sefer kendisine Allah tarafından şu karşılık verilmiştir:’Benim nezdimde hüküm değiştirilemez. Bu, senin ve ümmetinin üstüne Ana Kitab’ta farz kıldığım gibidir.’1 Bu ifadelere göre Allah kulu Muhammed’le senli benli konuşur bir konuma indirgendiği gibi, aynı zamanda tamamen cismani bir varlık gibi nitelenmiştir. Görünen o ki, Allah’ın hükmünde değişikliğin olamayacağı gerçeği kimi raviler tarafından fark edilince, böyle bir ara formül geliştirilmiştir. Ancak her nedense rivayetlerde iddia edildiği üzere elli vakitlik namazın beş vakte düşürülmesinden sonra böyle bir ilahi hitaba muhatap olmuştur. Madem ki, Allah verdiği hükmü değiştirmeyeceğini söylemiş ve onun nezdinde hükmün değiştirilmesi de mümkün değildir, o halde elli vakitlik namazı beş vakte indirene kadar neden birkaç kez hüküm değiştirmiş olsun ki?1. Buhari, Ehadisü’l-enbiya, 5, Salat,1, Tevhid, 37; Müslim, İman, 263; İbn Hanbel I, 144.Doc.Dr.İsrafil BALCI, , İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin Muhtevası, s. 308.


Öte yandan miraçta verildiği iddia edilen hediyelerden birisi olan ‘Allah’a ortak koşmayanların cennet’e gireceği müjdesi’ hakkında herhangi bir ayrıntıdan bahsedilmemesi de düşündürücüdür. Oysa diğer hediyelerle ilgili bir çok detaydan bahsedilmiştir. Şunu hemen belirtelim ki, aslında Kur’an’ı Kerim zaten Allah’a ortak koşmayanların Cennet’e gireceğini haber vermektedir. Bu durumda zaten malum olan birşeyin tekrar miraçta Hz.Peygamber’e verilmiş bir ‘hediye’ veya ‘müjde’ olarak takdim edilmesi ne derece mantıklı olabilir veya böyle bir durum hediye olarak nitelenebilir mi?

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin Muhtevası, s.314.

Örneğin bir rivayette Cebrail Hz.Peygamber’i Sidretü’l Mühtehaya kadar götürdükten sonra buradan ileriye geçemediği için, yalnız bırakmış ve Allah Resulü tek başına ilerleyip Rabb’inin huzuruna çıkmıştır. Oysa yine bu rivayetteki iddiaya göre, Resul-i Ekrem Allah’ın huzuruna çıkınca, Cebrail onu uyarmış ve işaret ederek selam vermesini istemiştir. Bu durumda bir taraftan Sidretü’l Münteha’dan ileriye Cebrail dahil hiçbir meleğin geçemediği iddiaları dillendirilirken diğer taraftan da tek başına Allah’ın huzuruna varan Hz.Peygamber’e Cebrail’in bir takım uyarılarda bulunduğundan bahsedilmektedir.Sırf bu detay bile rivayetin ne derece düzmece olduğunu göstermesi bakımından kafidir. Belli ki, bu tür iddialar zaten bütünüyle rüya türü anlatılara dayalı olarak kurgulanan miraca dair haberlerin muhtevasına iliştirilmiş ilavelerdir.

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin Muhtevası, s. 316.


El-İzniki (ö.838/1434) ise miraca çıkış vasıtaları arasında Cebrail’in yanı sıra ayrıca İsrafil’in isminden bahseder. Onun iddiasına göre yolculuk sırasında Cebrail yorulmuş ve geri kalmıştır. Bu nedenle Allah Resulü bir süre İsrafil ile yürüyüşe devam etmiştir.1

1. İzniki, 77-78.

Doc.Dr. İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin Muhtevası, s.317.


Bazı rivayetlerde yer alan iddialara göre Burak getirildiği zaman Hz.Peygamber ona binmeye hazırlanırken hayvan huysuzluk yapmış1 ve bunun üzerine Cebrail şu sözlerle azarlamıştır:’’Yaptığından utanmıyor musun? Ey burak? Daha önce sana Allah’ın kulları arasında Muhammed’den daha değerli hiçbir kul binmemiştir.2 Bu uyarıdan sonra Burak mahcup olup sakinleşmiş veHz.Peygamber ona binerek Beytü’l-Makdis’e götürülmüştür.3

1. İbn Hanbel III, 165; Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 17.
2. Müsnedü Bezzar II, 336,344.
3. Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 17.

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Mirac Hadiselerinin Muhtevası, s. 318-319.


Unutmamak gerekir ki Müslümanlar Yahudi geleneğinde var olan kral peygamber olan Hz.Süleyman’ın kahramanlık hikayeleri ile antik İran kültürüne ait Rüstem hikayelerinden haberdar olmuşlardır.1 Buna ilaveten Hıristiyan azizlerin yükseliş motifleri dahil olmak üzere bu geleneğe ait pek çok pek çok karmaşık anılar, destanlar, hikayeler ve mitleri de miras olarak almışlardır. Bunun yanı sıra Yahudi mühtediler de kendi dini ve kültürel geçmişlerine hikayeleri İslam kültürüne aktarmışlardır.2 Ayrıca onların kaynaklarını inceleyen İbn Abbas ve Ebu Hureyre gibi sahabilerin de bir takım haberleri İslam kültürüne taşıdıklarını görüyoruz.3 Dolayısıyla Müslümanların karşı karşıya kaldıkları bu zengin mirastan etkilenmeleri aslında doğal bir süreçtir. Bu itibarla miraç anlatılarındaki pek çok tasvirlerde Yahudilik, Hıristiyanlık ve kadim İran kültürüne ait izlerin bulunması çok da şaşırtıcı olmamalıdır.

1. Hz.Peygamber’in tebliğ faaliyetine başladığı zaman müşrikler okuduğu Kur’an ayetlerini kendisinin uydurduğu iddialarını dillendirip ona bir çok iftiralar atmışlardı. İçlerinden Nadr b. Haris adlı şahıs Hz.Muhammed’in okuduğu ayetlerden daha güzel sözleri kendisinin bildiğini söyleyip bir takım hikmetli sözlerle Hz.Peygamber’i alaya alıyordu. Onun Hire’ye gittiği ve Rüstem ve İsfendiyar’a ait bir takım hikmetli sözler öğrendiğinden bahsedilir. (Bk.İbn İshak, 261; İbn Hişam I, 195, 239) Dolayısıyla bu tür rivayetler daha İslam’ın ilk yıllarından beri bir kısım Araplar tarafından biliniyordu.
2. Aydemir, 94-98.
3. Hadis koleksiyonları arasında israiliyat haberlerinin karıştırılmasıyla ilgili yapılan bir doktora tezinde,  bu etkilenmenin hangi yollarla olduğuna dair bir takım tespitler dile getirilmiş ve hadis koleksiyonları içinde bir takım israiliyat haberlerinin bulunduğuna işaret edilmiştir. Geniş bilgi için bk.Kuzudişi, 77 vd.
Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Mirac Gerçeği, İsra ve Miraca Dair Rivayetlerin Arka Planı, s.340.


Klasik İslam kelamcılarından Nesefi ise miraç gecesi Hz.Peygamber’e on iki emir verildiğini ve bunların İsra suresinin 22 ve 37. Ayetleri arasında yer aldığını söyler.1 Hz.Peygamber’e verilen on iki emir özetle İsra suresinde şu şekilde yer alır:

- Allah’tan başkasına ilah olarak tapmayın ve yalnızca ona kulluk edin.2
- Akrabaya, yolcuya ve yolda kalmışa hakkını ver.3
- Bu konuda ne savurganlık yap ne de cimri ol.4
- Rızıklarını temin edememe korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.5
- Zinaya yaklaşmayın.6
- Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin.7
- Yetimin malını yemeyin.8
- Ahde vefa gösterin.9
- Ölçü ve tartıda hile yapmayın.10
- Bilmediğiniz konuların ardına düşmeyin.
- Böbürlenerek yürümeyin.11

Bunlara mukabil Kur’an’ı Kerim’de işaret edilen12 ve Hz.Musa’ya verilen on emire ait hükümler Tevrat’ta şu şekilde yer almıştır:14

- Benden başka Tanrın olmayacak.
- Puta tapmayacaksın.
- Tanrı’nın adını boş yere ağzına almayacaksın.
- Şabat (Sebt) Günü’nü kutsal sayarak hatırlayacaksın.
- Anne babana hürmet et.
- Adam öldürme.
- Zina etme.
- Hırsızlık yapma.
- Yalan yere tanıklık yapma.
- Başkasının malına göz dikme.

Görüldüğü üzere Tevrat’taki on emirle isra suresinde işaret edilen ve Hz.Peygamber’e verilen on iki emir arasında muhteva olarak ciddi benzerlikler bulunmaktadır. Muhtemelen bu tür ayetlerin etkisinde kalan müellifler, tıpkı Hz.Musa’nın Tur Dağı’na çıkarak Rabb’inden vahiy alması gibi Hz.Muhammed’in de isra hadisesinin akabinde miraca çıkarılarak Allah’tan vahiyler aldığını iddia etmek için miraca dair hikayelere bu tür tasvirler eklemişler ve sonradan bunlar isra ve miraç kurgusu olarak kaynaklarda zikredilmeye başlanmıştır. Her ne kadar bu anlayış direkt olarak ifade edilemezse de, rivayetlerdeki yorumlara bakıldığında bu hususu kolayca fark edebilmek mümkündür.

1. Nesefi, 235-236.
2. İsra 17/22-23.
3. İsra 17/23.
4. İsra 17/26.
5. İsra 17/26,27,29.
6. İsra 17/31.
7. İsra 17/32.
8. İsra 17/33.
9. İsra 17/34.
10. İsra 17/34.
11. İsra 17/35.
12. İsra 17/36.
13. İsra 17/37.
14. Çıkış (Mısır’dan Çıkış), 20; 3-17; Tesniye, 5; 6-21. Tevrat’ta sözü edilen on emir yukarıya özetlenerek alınmıştır. Mezkur emirlerin Tevrat’ta yer aldığı şekil için aynı yere bk.

Doc.Dr.İsrafil BALCI, isra ve Miraç Gerçeği, İsra ve Miraca Dair Rivayetlerin Arka Planı, s.341-343.


İki Peygamber’i kıyaslama ve Hz.Muhammed’i ondan daha üstün peygamber olarak gösterebilme gayreti bu peygamberlerin ümmetlerine dair anlatılara bile yansımıştır. Örneğin Hz.Peygamber miraçtayken kendisinden önceki peygamberlerden bir kısmının hiç, bir kısmının  çok az ve bazılarının ise kalabalık ümmetlerinin olduğuna tanık olmuş ve özellikle Hz.Musa’nın ümmetinin çokluğunu görünce hayretini gizleyememiştir. Ancak o esnada gaipten bir sesle başını yukarı kaldırması istenmiş, Resul-i Ekrem de yukarı bakınca kendi ümmetinin bütün ufukları kapladığını ve tüm peygamberlerin ümmetlerinden çok daha fazla olduğunu görmüştür. Bütün bu anlatılar aslında Hz.Muhammed’i Hz.Musa ve diğer peygamberlerden üstün gösterebilme gayretinin bir neticesinden başka bir şey değildir. Şunu da hatırlatalım ki, özellikle Yahudi kültürü önemli ölçüde İslam kültürünü etkilemiştir. Bu etkinin bir neticesi olarak da özellikle miraca dair rivayetlerde Hz.Musa ismi pelesenk edilmiştir.

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Miraç Gerçeği, İsra ve Miraç Rivayetlerinin Arka Planı, s. 390.


Emeviler döneminde Şam bölgesinin yönetim merkezi olması ve bu bağlamda Kudüs’ün dini politik kimliği gibi nedenler halifelerin bu bölgeye özel önem vermelerinde etkili olan unsurlardandır. Bu bağlamda özellikle Abdulmelik döneminde Kubbetüssahre gibi görkemli bir mabedin yapılması ve akabinde Mescid-i Aksa’nın inşası bölgenin önemini ve Müslümanların nazarındaki kutsallığını daha da artırmıştır. Özellikle inşa edilen camiye ayette geçen el-Mescidü’l-Aksa adının verilmesi, zamanla yanlış bir anlamayı da beraberinde getirmiş ve adeta ayette zikredilen el-Mescidü’l-Aksa’nın bu camiyle alakalı olduğu gibi bir algı ortaya çıkmıştır. Oysa bu mabetlerde isra ve miraç hadiseleri arasında herhangi bir ilişki yoktur.

Doc.Dr.İsrafil BALCI, isra ve Miraç Gerçeği, İsra ve Miraç Rivayetlerinin Arka Planı, s.390.


İbn Ferruh es-Saffar’da yer alan uzunca bir rivayette miraç sırasında Allah’la Hz.Peygamber’in karşılıklı konuşmasından söz edilmektedir. Bu anlatı büyük oranda Sünni gelenekteki rivayetlerle benzerlik arz eder. Ancak rivayetteki en dikkat çekici hususlardan birisi ise, tıpkı Sünni gelenekte olduğu gibi bazı iddiaların Kur’an ayetlerine dayandırılması ve te’vil yoluyla zorlama yorumlar yapılarak kurgunun bütünüyle Hz.Ali’nin şahsında toplanmış olan Şia’nın imamet doktrinini üzerinde şekillendirilmiş olmasıdır. Dolayısıyla Sünni gelenekte Hz.Peygamber’in yaşadığı bir olay olarak sanılan miraç hadisesi, burada bütünüyle Hz.Ali ile ilgili yorumlara dönüştürülmüştür. Daha çok Kur’an ayetlerinden alıntılanarak oluşturulan kurgu, Hz.Peygamber’in ağzından şöyle anlatılır:

‘’Rabbim beni gece yolculuğuna çıkardı. O bana perde arkasından vahyedeceğini vahyetti1 ve benimle perde arkasından konuştu.2 Bana şunları söyledi:’Ey Muhammed! Ali ezel ve ahirdir (ilk ve sondur) ve o herşeyi bilendir.3 Ben dedim ki,’Ya Rab! Bu ayetler seni tanımlamıyor mu? Bunlar senin sıfatların değil mi?’ O dedi ki,’Ey Muhammed! Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur’4 Sınırsız hükümranlığın mutlak hakimiyim, her türlü eksiklikten münezzehim. Esenlik ve huzurun kaynağıyım. Her şeyi görüp gözetenim. Üstün kudret sahibiyim. Mutlak otorite sahibiyim ve yüceler yücesiyim.5 Ey Muhammed! Ben ilahım, benden başka ilah yoktur. Mutlak yaratıcıyım. Var ettiğini eşsiz ve örneksiz yaratan, yarattığı şeyleri dilediği gibi şekillendirenim. En güzel isimler onundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onun şanını yüceltir. O, üstün kudret sahibidir, her buyruğu ve her fiili mutlak isabetlidir.6 Ey Muhammed ! Ben ilahım ve benden başka tanrı yoktur. Ben ezelim ve benden önce hiçbir şey yoktur. Ben ebedim ve benden sonra da hiçbir şey yoktur. Ben aynı zaman da zahirim ve benim üzerimde hiçbir şey yoktur. Ben aynı zaman da batınım ve bu nedenle benim dışımda hiçbir şey yoktur. Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur. Herşeyin bilgisine sahibim. Ey Muhammed! Ali evveldir ve razı olduğum imamların ilkidir. Ey Muhammed! Ali ahirdir ve o söz başlarına geldiğinde onlarla konuşacak7 imamların sonuncusudur. Ey Muhammed! Ali zahirdir ve sana vasiyet ettiklerimin hepsini bütün açıklığıyla ona göstereceğim. Ondan herhangi bir şeyi saklamana gerek yok. Ey Muhammed! Ali batındır. Sende muhafaza ettiğim sırrı onda saklayacağım. Aramızdaki hiçbir sırrı Ali’den saklamayacağım. Yarattığım gizli aşikar her şeyin bilgisine Ali sahiptir.8

1. Dikkat edileceği üzere metinde geçen ‘vahyedeceğini vahyetti’ ifadeleri Necm 53/10. Ayetinde geçmektedir. Sünni gelenekte de miraca dair rivayetlerin bir kısmında, mezkur ayetteki bu ifadeler kullanılmaktadır. Sonuçta her iki gelenekte de miraç anlatımlarıyla Necm suresinin baş tarafındaki ayetler arasında bir ilişki kurulduğundan söz etmek mümkündür.
2. Şura suresinin 51. Ayetinde Yüce Allah’ın bir beşerle ancak perde arkasından konuşacağına vurgu vardır. (Şura 42/51.) Yukarıdaki metinde geçen söz konusu ifadeler, muhtemelen bu ayetten esinlenerek alındığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Şia da, tıpkı Sünni gelenekteki gibi Allah’ın miraçta perde arkasından Hz.Peygamber’le konuştuğunu kabul etmekte ve kimi ayetlerden alınan ifadelerle bu tür iddialara meşruluk kazandırmaktadır.
3. Şia, yukarıdaki ifadeyi Hadid suresinin 3. Ayetinden alarak kendisine göre te’vil etmiş ve tamamen çarpıtmıştır. Halbuki ayet tamamen Allah’ın zatı ve sıfatlarından bahsetmektedir. Oysa Şia bu ayeti Hz.Ali ile ilişkilendirmiştir. İlgili ayetin tamamı şu mesajı içermektedir:’ O hem evveldir hem ahirdir, hem zahirdir, hem batındır. O herşeyin bilgisine sahiptir.’ (Hadid 57/3).
4. Metindeki ifadelerin bir kısmı Taha suresinden alınmıştır. Adı geçen suredeki ayetin tamamında şu ilahi buyruk yer almaktadır:’Şüphen olmasın ki, Ben, evet ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur. O halde sadece bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl’ (Taha 20/14).
5. Bu ifadelerin bir kısmı da Haşr suresinin 23. Ayetindeki ilahi buyruk te’vil edilerek miraçla ve dolayısıyla da Hz.Ali ile ilişkilendirilmiştir. Mezkur ayetin tamamında şu ilahi hitap yer almaktadır:’O, kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. O, sınırsız egemenlik sahibidir. Her türlü eksiklikten münezzehtir. Esenlik ve güven kaynağıdır. Her şeyi görüp gözetendir. Üstün kudret sahibidir. Sınırsız ve karşı konulmaz bir irade sahibidir. Yüceler yücesidir. Şanı Yüce Allah, müşriklerin tanrılık yakıştırdıkları şeylerden yüce ve münezzehtir. (Haşr 59/23).
6. Dikkat edileceği üzere metinde yer alan ifadeler de yine Haşr suresinin 24. Ayetinde geçmektedir. Bk. Haşr 59/24. Şunu da belirtelim ki, yukarıdaki alıntının yer aldığı kaynakta herhangi bir Kur’an ayetine işaret edilmemiştir. Ancak metindeki ifadelerin büyük bir kısmı Kur’an ayetlerinden esinlenerek üretilerek oluşturulmuştur. Bu nedenle biz metinde yer alan ve ayetlerde zikredilen ifadeleri, tırnak içine alarak veya belirgin hale getirerek ilgili oldukları ayetlerle referans gösterdik.
7. Metinde tırnak içinde gösterilen bu ifadeler de Neml suresinin 82. Ayetinden esinlenerek alınmış ve bir bakıma bu ayet Hz.Ali’nin imametini meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Her ne kadar metin içerisinde direkt olarak bu ayete işaret edilmemişse de, kurgulanan senaryodaki ifadelerin bir bölümünün ayetten esinlenerek üretildiğini kolayca anlamak mümkündür. Oysa Neml suresindeki ayetin tamamında şu ilahi buyruk yer almaktadır:’(Kafirlere mutlak gerçek olduğu söylenen) O söz (yani kıyametin kopma vakti gelip çattığında) onların karşısına yerden bir yaratık çıkaracağız ve o yaratık (kimi) insanların bizim (kıyametle ilgili) ayetlerimize inanmadıklarını söyleyecek.’(Neml  82/27).  Ayette geçen ve yerden çıkarılacağı söylenen yaratık veya Dabbe, Şii yorumuna göre Hz.Ali ile ilişkilendirilmiş ve böylece kıyamet günü son sözü söyleyecek imam olarak nitelendirilmiştir.

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Miraç Gerçeği, Şii Kaynaklarında İsra ve Miraç, s.395-397.


 Şia, Hz.Ali’ye Allah katında böyle bir statü verildiği iddialarını temellendirmeye çalışırken, bu anlayış aynı zamanda masum imam anlayışına ve onların da Allah katında özel statülerinin olduğu inancına kapı aralamıştır. Haddizatında kimi Şii fırkaların iddialarına göre imamlar kendi yerlerine naipler görevlendirebildiklerinden, nübüvvetin kesintisiz olarak devam ettiğine dair yorumlar yapılmıştır.1 Örneğin Şia’nın aşırı kollarından birisi olan Hattabiyye, imamların konuşan peygamberler ve Allah tarafından gönderilen önderler oldukları fikrini yaymıştır. Onlara göre halk içerisinde sürekli ilk nebi (peygamber) bulunmaktadır. Buna göre Hz.Muhammed natık (konuşan, açık) peygamber, Ali b.Ebi Talib ise sami (susan, gizli) elçidir. Bu fırka aynı zamanda kurucusu Ebu’l-Hattab’ın da bir nebi olduğunu ve ona itaat etmenin farz kılındığını iddia eder.2 Eş’ari’nin verdiği bilgilere göre Hattabiyye fırkası3, kurucusu Ebu’l-Hattab’ı ilahlık makamına kadar yükseltmiş ve Sad suresinin 72. Ayetini te’vil ederek bu iddiasına referans göstermiştir. Örneğin ayette yer alan ‘Onu biçimlendirip ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın.’’4 emri, Ebu’l-Hattab’ı imlemektedir.5

1. Eş’ari, 40.
2. Eş’ari, 41.
3. İsmini kurucusu Ebu’l-Hattab el-Esedi’nin (138/755) adından alan Hattabiyye, aşırı bir Şii fırka olarak isimlendirilmektedir. Başlangıçta İmam Cafer Sadık’ın yakın adamlarından biri olan Ebu’l-Hattab’ın  daha sonraları Muğire b. Said el-İcli adlı bir şahsı kendisine örnek alınca giderek sapkın fikirler benimsediğinden söz edilmektedir. Geniş bilgi için Bk. Hasan Onat,’Hattabiyye’, DİA, İstanbul 1997, 492.
4. Sad 38/72.
5. Eş’ari, 41.

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Miraç Gerçeği, Şii Kaynaklarında  İsra ve Miraç, s. 398-399.

Şia, Sünni geleneğe alternatif olarak kendi isra ve miraç kurgusunu oluşturmuş, ancak Sünni anlayıştaki Hz.Muhammed metaforu yerine, ilk önce Hz.Ali ve imamet doktrinini oluşturmıştur. Örneğin İbn Fettuh es-Saffar’da yer alan bir hadis kaydında yer alan iddiaya göre, Allah Hz.Muhammed’in miraçta tanık olduğu mucizeleri tecrübe etmesi için bu yolculuğu sırasında Hz.Muhammed’den Ali’yi de beraberinde getirmesini istemiştir. Rivayete Hz.Muhammed kendisine verilen bu emri Ali’ye açıklamıştır. Ardından miraca çıkarmak için Cebrail geldiği zaman, Hz.Peygamber’e Ali’nin nerede olduğunu sormuş, Hz.Peygamber de kendisinden sonra yerine onu halife bıraktığını haber vermiştir. Bunun üzerine Cebrail Hz.Peygamber’e Ali’yi de kendisiyle birlikte getirmesini istemiş  ve bunun Allah’ın emri olduğunu haber vermiştir. Böylece Hz.Ali Peygamber’le birlikte miraca çıkarılmış ve Resul-i Ekrem’in yaşamış olduğu bütün olağanüstülüklere ve onun sahip olduğu tüm bilgilere sahip olmuştur.1 Böylece Hz.Ali’nin Allah katında Hz.Peygamber’le eşit statüde tutulduğu iddiaları dile getirilerek, aynı zamanda onun bütün gizli ilimleri elde edebilme yeteneğine sahip olduğu inancı yerleştirilmeye çalışılmıştır.2 Bu kapı aralanınca, Ali’den sonra onun yerine halef olan imamlar da, tıpkı Ali gibi  gizli bilgilere sahip otoriteler olarak nitelenmişler ve bu anlayış bir inanç doktrini haline dönüştürülmüştür.3

1. İbn Ferruh, es-Saffar, 2, 127, 128.
2. İbn Ferruh, es-Saffar, 2, 128.
3. İbn Ferruh, es-Saffar, 2, 129.

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Miraç Gerçeği, Şii Kaynaklarında İsra ve Miraç, s.402.

İbn Furat el-Kufi’nin miraç anlatıları aynı zamanda Bakara suresinin son iki ayetiyle de ilişkilendirilmiş bu ayetlerin yorumlarını bütünüyle Ehl-i Beyt ekseninde kurgulamıştır. Dikkat edilirse Sünni kaynaklarda da Bakara suresinin son iki ayeti miraçla ilişkilendirilmiş ancak, miraca dair rivayetler bu ayetlerin tefsirlerine ilişkin açıklamalar arasında değil İsra suresinin birinci ayetiyle Necm suresinin ilk on sekizinci ayetleri arasında zikredilmiştir. Buna mukabil Bakara suresinin son iki ayetinin miraç gecesi doğrudan Hz.Peygamber’e verildiği iddiaları dillendirilmiştir. İbn Furat el-Kufi’nin aktardığı habere göre ise Hz.Peygamber,  ali ve Fatıma üçlüsü, rivayetteki yorumların odağını oluşturmuştur. El-Kufi, beşinci İmam Bakır’a dayandırdığı rivayette Hz.Peygamber’in ağzından şu haberleri nakleder:

‘’Semaya çıkarıldığım zaman, Allah azze ve celle bana ‘Elçi, Rabb’inden kendisine indirilene inandı mı?’ diye sordu. Ben de ‘ben ve tüm müminler inandı’ karşılığını verdim. Rabb’im dedi ki,’Doğru söyledin Ey Muhammed! Sana selam olsun. Senden sonra ümmetin için yerine kimi bıraktın?’ Ben de ‘ümmetim için en hayırlı olanı bıraktım’ dedim.Rabb’im ‘O, Ali b. Ebi Talib mi?’ diye sorunca ben ‘evet Ya Rabbi!’ dedim.
Rabb’im dedi ki,’Ey Muhammed! Ben yeryüzünün üstüne çıkarmak için insanlardan birisini seçeceğim ve ben onlar arasından seni tercih ettim. Ben senin için benim isimlerim arasında birisini ayırdım. Ben hiçbir yerde benimle birlikte anılan bu ismi sensiz zikretmedim. Ben ‘Mahmud’um (hamd edilen) ve sen de ‘Muhammed’sin’ (çok övülen). Sonra ben miraca çıkarmak için ikinci kişi olarak Ali’yi seçtim. Ben isimlerim arasından onun için bir isim ayırdım. Ben ‘En Yüceyim’ ve o da ‘Ali’dir’ (yücedir).
Ey Muhammed! Ben senin için nurumdan bir parça olarak Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i (ve onların soyundan gelen imamları) yarattım. Ben yeryüzü ve sakinlerininkinde olduğu gibi, göklerin ve onun sakinlerinin velayetini de sana verdim. Kim senin velayetini tanırsa benim nazarımda en yakın ümmetin olur ve kim bu yetkiyi tanımazsa inanmayanlardan olur. Ey Muhammed! Şayet bir kul yaşlanıncaya kadar bana ibadet etse ve sonra senin velayetini inkar etmiş olarak huzuruma gelse, senin velayetini kabul etmedikçe onu bağışlamam.
Ey  Muhammed! Onları görmek ister misin? Ben dedim ki,’Elbette ya Rabbi!’ O dedi ki, tahtın sağ tarafına bak. Ben tahtın sağ tarafına baktığımda bir nur deryası şeklinde Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Mehdi’ye kadar ki, tüm imamları gördüm. Onlar ibadet ediyorlarken Mehdi, adeta parlayan bir yıldız gibi ortalarında bulunuyordu. O bana dedi ki,’Ey Muhammed! Bunlar delillerdir ve senin soyunun intikamcılarıdır. O, benim güç ve ihtişamımla düşmanlarımdan intikam alacak olan arkadaşlarım için zorunlu delildir.1

1. İbn Furat el-Kufi,1, 74-75. (no:48).

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Miraç Gerçeği, Şii Kaynaklarında İsra ve Miraç, s.408-409.


İbn Furat el-Kufi Bakara suresinin son iki ayetini, miraçla irtibatlandırarak zikrettiği rivayetlerde Hz.Ali’nin imameti ve Ehl-i Beyt’in kutsal davasını meşrulaştırmaya çalışmıştır. Örneğin bazen öylesine abartılı ifadeler kullanmış ki, melekler bile Allah katında Hz.Ali ve imamlara duyulan sevgiyi kıskanmışlar, hatta bu konuda serzenişte bile bulunmuşlardır. Nitekim rivayetin sonlarında melekler şu yakınmalarda bulunduklarından söz edilmiştir:’’Ey Allah’ın elçisi! Allah katında Ali b. Ebi Talib’e duyulan muhabbetten şikayetçiyiz. Allah onun suretinde bizim için bir melek yaratarak onu inci ve mücevherlerle süslemiş olan altından bir döşek üzerinde Arş’ın sağ tarafına otutturdu. Bu döşeğin direkleri yeşil zeberceddendir. Döşeğin içerisinde ise beyaz incilerden bir kubbe vardır. O kubbenin içi dışından, dışı da içerisinden görünüyor. Ayrıca döşeğin altında bir destek olmadığı gibi üstünde de bağlantısı yoktur. Arş’ın sahibi döşeğe ‘Benim gücüm ve kudretimle kalk’ dediği zaman, o, Allah’ın emriyle kalkar. Biz ne zaman yeryüzündeki Ali’yi görmeyi arzularsak onun semada yaratılmış olan benzerine bakarız.1

1. İbn Furat el-Kufi, 2, 374 (no:503).

Doc.Dr.İsrafil BALCI, İsra ve Miraç Gerçeği, Şii Kaynaklarında İsra ve Miraç, s.412-413.

Haz. Emre Koç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder