Muhammed Gazâli / İslam'ı Nasıl Anlamalıyız ?
Giriş :
İslam ümmetine baktığımızda, genel manzaranın insanı mateme boğan bir görünüm arz ettiğini görürüz. Bünyesi felce uğramış, ölüm belirtileri taşıyan bir hastaya benzemektedir. Bir zamanlar İslam coğrafyasını uzaktan uzağa kollayan düşmanlar, bugün bu coğrafyanın üzerine çullanmışlardır. Nitekim bugün azgın güçlerin kimi İslami bölgeleri yahudileştirme, kimilerini de hristiyanlaştırma çabaları içerisinde olduğunu sessizlik içinde seyretmekreyiz. İslam ümmeti bugün zor bir aşamadan geçmektedir. Bu hengâmede ya hastalığı ve düşmanı alt edip kurtuluşa erecek, ya da dininin gitmesi ve hakkın perdelenmesiyle âleme karanlıklar çökecektir.
Çoğumuzun işittiğinde hayretini gizleyemeyeceği köklü İslami bazı gelenekler vardır ki bunlar bize yabancı gelmektedir. Bunların yerine Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği gelenekler oturmuştur. Bu köksüz gelenekleri değiştirmeye yeltendiğiniz de, cahili değil de dini mirası değiştirmeyi hedeflemişsiniz gibi feryâd-u figan sesleri işitirsiniz. Son zamanlar da ne yazık ki ilim uzlete, ilim adamları da yalnızlığa hapsolmuşlardır. Öte yandan makam ve kuvvet hırsızları, çevrelerinde şeriat tâcirleri olduğu halde her tarafta rahatça cirit atmaktadır.
Tarihimiz de seçkin âlimler pek çoktur. Ancak bunların isimleri kasden ya da gaflet eseri unutulmakta, daha sonra eserleri de tedricî ya da âni olarak aynı akıbete dûçâr olmaktadır. Hiçbir milletin Müslümanlar gibi devraldığı mirası hoyratça tükettiğini ve şahsiyetlerini uzlaştırdığını sanmıyorum. Şüphesiz Müslümanlar bugün, yapılan ihmallerin ve işleri hafife almanın neticesine katlanmaktadırlar. Babalarının akabinde gelen çocuklar, dedeleri takip eden torunlar, hepsi topyekün eksik İlmî gıdalarla beslenmekte ve aşağılanmış manevî bir atmosferde yaşamlarını sürdürmektedirler. Hayatlarındaki bütün dinamizm gitmiş ve canlılık sönmüştür. Bütün dünya yürüyorken onlara oturmuş, insanlar yeni hamleler peşindeyken onlar hala emeklemektedirler.
Şayet Müslümanlar his ve fikir dünyalarını kayıt altına alan vehim zincirlerini kırıp, dinin getirdiği berrak fıtrat kaynaklarına yönelmezlerse; sağlıklı bir hayata ve bakış açısına kavuşmaları ya da ayakları üstünde durur hale gelmeleri mümkün değildir.
Müslümanlar, İslamî öğretilere aykırı davrandıkları ölçüde İslâm'ı lekelemişlerdir. Şayet günah işlemek fert ve cemâat aleyhine bir talihsizlik ise, bilmek gerekir ki İlâhî hidâyeti lekelemek ve ondan olmayanı ona dâhil etmek daha büyük bir talihsizlik ve daha fecî bir cinayettir. İslâm alemini enine boyuna incelediğimiz de, Allah Rasûlü'nün bıraktığı mirasla yakından uzaktan ilişkisi olmayan milletlerle karşılaşırız. Bir atom bilginiyle inekperest biri arasında ne kadar uçurum varsa, Peygamber'le bu milletler arasında da o derinlikte bir uçurum vardır. Buna rağmen bu milletler Müslüman olduğunu iddia etmektedirler.
İSLAM'I TANIMAYA DAİR
Allah'a ve âhiret gününe iman konusu, büyük işlere gösterilen ihtimamdan nasibini alamamıştır. İslâm, temel ilke ve amaçlarıyla özüne uygun bir şekilde bilinmeyen kapalı bir din konumundadır. Müslüman milletlerin, her alanda geri kalmışlık arz eden bu hâlleriyle yerküre sakinleri nezdinde itibar görmesi çok uzak bir ihtimaldir. Bunun tabiî sonucu olarak, İslam dini de mensuplarının geri kalmışlığı devam ettiği sürece üzerinde düşünülecek ve beğenilecek bir din olarak algılanmayacaktır. Bazen kendme şu soruyu yönelttiğim oluyor: Şayet ben bir Amerikalı ya da Avrupaı olsaydım; acaba İslamı benimseme, yüce Rabbime ve Kur'an-ı Hakîm'e iman etme ve hz. Peygamberin getirmiş olduğu gerçeği üstün tutma şansını yakalayabilirmiydim? Sanmıyorum. Bu irfana nasıl varır, bunun yolunu nerden bilebilirdim? İslam'ın bu iki kıtaya ulaşan tablosu lekeli ve ürkütücü bir tablo görünümü vermektedir.
Avrupa ve Amerika sakinleri, Arap petrolünü Arapça olan Kur'andan daha iyi tanımaktadırlar. Arap petrolü sahip olanlarının değerini bilmediği ve çıkarmaktan âciz olduğu büyük bir servettir. Batı bu servete gereksinim duyduğundan, baş döndürücü cihazlar ve özel bilgilerle donanmış uzmanlarını fışkıran bu serveti çıkarmak üzere göndermektedir. Bunu yaparken yurtlarından çıkarılan bu hâzinelere şaşkın şaşkın bakan, ancak bunlara mâlik olamayan veya bu serveti kullanmayı beceremeyen yerlilere de bunun parasını ödetmekteler. Acaba Müslüman Araplar, petrollerini araştırmak üzere gelen heyetler gibi vahyi araştırıp talep etmek üzere gelecek heyetler mi bekliyorlar? Kuşkusuz bu bir anlamda vahye hakaret olup, onu çocukların avuntusu ya da âciz ve işlevsiz bir ümmetin mirâsı konumuna düşürmektedir. Sy.16
Köküne kibrit suyu dökülecek küfür, hakkı bütün aydınlığıyla ortaya çıkmasına rağmen reddeden küfürdür. Sy.18
Hakkı insanlara bu denli ulaştıran kimdi? Doğru sözlü ve nezih, izahı fevkinde izah bulunmayan, bilim ve ihlasta zirve olan bir peygamberdi. O'nun öğretimde izlediği yöntem şu minvâl üzereydi. Ben sizi atalarınızdan miras aldığınız bâtıldan çeviriyor, size bir olan, sizi yaratıp rızıklandıran Rabbinizi tanıtıyorum. O'na iman etmeniz ve o'nun yaşamınız gerekiyor. Bu hakikatleri bana O öğretti. Ben de size öğretmekteyim. Binaenaleyh hiçbirinizin habersizliği ya da mazereti ileri sürerek mazur görünme hakkınız yoktur. Bütün bunlara rağmen inkarda diretiyorsanız, Allah'ın üzerinize yağdıracağı azaptan sakının. Bu azap hakka karşı büyüklendiğiniz sürece her an ansızın sizi yakalayıp şaşkına çevirebilir. Sy.21
İslamın simgesi olan şehadet kelimesi birbirine eşit iki ilkeyi içermektedir: "Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şehadet etmek." Peygamberin risaletine şehadet etmek, bir şahsı yüceltmek ya da bir aile reisini ebedileştirmek değildir. Hakikatte bu, risaletteki ilmi boyuttan ameli boyuta geçişi sembolize eden bir ilavedir. Binaenaleyh Kur'an, eğer Allah'ın yaratıklara bir hidayetiyse, Muhammed (s.a.v) O'nun taşıdığı manaların pratiği ve içerdiği irşâd ve öğütlerin pratik bir görüntüsüdür. Sy.26
Müslümanlar arasında hayatı bulandıran ve İslam'ın berrak tablosunu lekeleyen bazı hatalar yaygın bir hâl almıştır. Hakkı örten perdenin kalkması ve müslümanların geri kalış sebeplerinden bazılarını anlamak için bu hataları Allah'ın kitabına ve Rasul'ün sünnetine arz ederiz.
"Hayat denen şey kötü müdür acaba?"
Yeryüzünde hayat sürmek Müslümanın çabucak bitirip kurtulması gereken bir merhale midir acaba? Dünyaya ait hallerle esaslı hiçbir ilişki kurmadan, dünyevi işlerle ilişkisi zeytin yağıyla su ilişkisine benzeyen bir garip olarak göçüp gitmek dini bir vecibe midir?
Müslümanların geneli dünyayı bu tarzda anlamıştır. Kısacası vâiz ve tarikat erbâbı pek çok zât, müslümanların dünya hayatından el etek çekmesini ısrarla telkin etmekte; bu kanaati pekiştirmek için birçok âyet ve hâdis zikretmektedirler. Bunların âyet ve hadîslere bakışı gözü iltihaplı birinin güneş ışığına bakmasından farksızdır. Söz konusu âyet ve hadîsler mana itibariyle şu rivayet etrafında toplanmaktadır: "dünyada bir garip ya da bir yolcu gibi ol" sy.45
İnzivâya çekilip dünyadan kaçmak ibadet midir? Asla!
Kuşkusuz hayat iyidir. Gün ışığına gözümüzü açtığımız her gün şükredilmesi ve değerlendirilmesi gereken bir nimettir. Olgun bir müslümanın yaşadığı sürece dünyaya ait olan düzgün ilişkiler inşa etmesi gerekir. Insan sorumluluğunun nihaî noktası halifelik görevi yaptığı yeryüzünde iyi bir hayat sergilemesidir. Sy.46
Ölmeden önce ölüleşmek, kişinin varlık alanındaki sorumluluğundan kaçışı, hayatın yükünü taşımada tembellik etmesi ve yüce hikmetlerin sırlarını anlamaması demektir. Bu ölü halin din olması mümkün değildir. Çünkü din, şirâzesinden çıkan hayatı ıslâh etme hareketi olup, hayatın âtıl kalan güçlerini uyarıp yönlendirerek Rabb'ini tanımasını sağlar.
Bu ölmeden önce ölmenin mikropları, hezimete uğramış duyguların ve karamsarlığa düşmüş düşüncelerin doğurmuş olduğu dünyadan el etek çekme felsefeleriyle bizlere bulaştı. Ardından da bu vebâ mikrobu, tasavvufun islam ümmeti arasında yaygınlaşması ve son asırlarda başgösteren eğitim metotlarının ve yönetim şekillerinin bozulmasınlar birlikte yaygınlık kazandı. Sy.48
Ölü gibi davranma, müslümanları gerek dinî gerekse dünyevî bakımdan çökerten bir anlayıştır. Müslümanlar Allah rızasını ve dünyayı talep ediyorlarsa tavırlarını değiştirmeli, dünyayı dikkatle süzmeli ve hakla bâtılı karıştırmamalıdırlar. Yeryüzünde güçlenmek ve dünyanın dizginlerini ele geçirmek haram olan istekler cümlesindendir ya da kısmen imân dairesinden çıkmaktadır anlayışı, hakkı batılla karıştırmanın bir örneğidir. sy.49
Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: "Ve kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlara birçok faydalar bulunan demiri indirdik ki Allah kimin gaybda kendisine ve elçilerine yardım edeceğini bilsin." [Hadid-25]
Şimdi kendimize soralım. Savaş veya Barış'ta kullanılan bir cihazdan kaçı bize aittir? Gayet cılız bir oran, binde bir... Bu âyetler sanki Rus ve Amerikalılara hitâp etmekte, bizlerle ilgili hiçbir anlam taşımamaktadır. Sy.54
Bugün korkunç ve feci gerçeği görmek üzere geçmişin uykusundan uyandığımızda, dışımızdakilerin dünyaya, tabiat ve servete hâkim olduğunu; kara hava ve denizde bize üstünlük sağladığını; yerküreye yetinmeyip uzak mesafedeki gezegenler arasında yüzen koca koca uzay gemilerini yaptıklarını görmekteyiz. Bütün bunlar karşısında biz, beyin bilgi ve deneyde geri kalmış; toprağını, Servet ve şerefini yitirip teslim bayrağını çeken şaşkın insan konumundayız. Bizden önce göçenler bize karşı ödevlerini yaptılar mı acaba? Bırakın bunu, kendilerine ve dinlerine karşı görevlerini ifa ettiler mi acaba? Sy.65
Müslümanların dünya işlerinde gerilemesini İslam'la ilişkilendirmek, Allah ve rasûlüne yapılan en büyük iftiradır. sy.69
İşte gaflet ve aptallık dünyası... Sorumlulukları terkedip heveslere kapılma dünyası... Kişiyi Allah'tan alıkoyup âhireti unutturun dünya.
Korkuların yöneldiği, elimizden çıkar ya da eksilir endişesiyle hakkı söylemekten çekindiği dünya.
sy.72
Ey müslümanlar!
Bu günlerin, yeme içme ve giymede yaşanan sefih israf geleneğine tahammülü yoktur. Nitekim bazı batılılar yaşadıkları zorunlu şartlarda yiyeceklerinde dahi tasarrufta bulunmuş, bununla kendilerini koruyan silahlar almışlardır. Bu makul ve anlaşılır bir tasarruftur. Hatta denebilir ki bu şerefli yaşamın yolu ve zekî toplumların izlediği bir metottur. Sy.74
Ey müslümanlar!
Bütün olanlara rağmen hâlâ düşmanın ördüğü ipeği giymeyi düşünen bir kadın, katillerin ürettiği yünü giymeyi düşünen bir erkek, gerçekte öldürülen evlatlarımızın ve kardeşlerimizin katilleridir. Böyle bir erkek ve böyle bir kadın, asil bir milletin esası ve değerli bir geleceğin çekirdeği olamaz. Saldırganların yurdundan ithal edilen eşyanın derilerimize temas etmemesi gerekir. Sınırlarımızdan kovmayı düşündüğümüz işgalcilerin ürettiği giysilerin vücutlarımızı işgal etmesine müsamaha gösterdiğimizde kendimize çelişmiş oluruz. Sy. 75
Allah'la olan irtibat zayıflayıp Allah'ı anma azalınca, hevâ ve hevesler coşar, arzu ve istekler azgınlaşır ibadetler ihmal edilir ve vecîbeler hıyânete uğrar. Nitekim Kur'an-ı Kerim çözülen nesilleri şöyle nitelemektedir; "onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki; namazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular. Onlar kötülük bulacaklardır." [Meryem 59] sy.77
İslami mesajın dünyada ki durumuyla müslümanların içine düştüğü ezik ve zelîl durumu hiçbir şekilde karşılaştırmak mümkün değildir. Müslümanlar, dinlerine karşı vurdum duymaz davranıp hidâyet yerine hevâ ve hevesleriyle uğraştığından, dinin yüce hedeflerini ve kutsal maksatlarını bırakıp şahsi amaçlarıyla meşgul olduktan beri dine yapılabilecek en çirkin ihâneti yapmışlardır. Yüce kitap ümmetini nitelerken şöyle buyurmaktadır: "siz insanlar yararına çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz, iyiliği emreder ve kötülükten men edersiniz ve Allah'a inanırsınız." [Al-i İmran 110] sy.79
Islam; bağlılarına, yöneticilerini diledikleri yolla ve diledikleri şartlarda seçme serbestiyeti tanımıştır. Onun nihaî noktada öğütleyeceği şey, bu seçme işinin saygın bir bi'at veya ümmetin arzusundan kaynaklanan ve iradesiyle paralellik arz eden bir kaynağa dayanmasıdır. Herhangi bir zorlama, sahtekarlık ve şiddet olmadan... Islam, yönetiminin şûrâya dayanmasını istemekte, despotların diktatörlüğüne müsamaha göstermemektedir. Yönetim, gerek içte gerek dışta Kur'an'ın, peygamber ve ashâbın rûhî ve fikrî mirası olan sünnetin ümmete ait yüce ideallerini gerçekleştirmelidir...
On dört asır boyunca Müslüman ülkelerde egemen olan yönetimlerin îslamî olduğu ve bunların dinî öğretilere güvenilir bir örnek teşkil ettiği sözü gerçekten uzak, ölçüsüz bir sözdür. Sy.82
Yönetim ve idare artık güçlü insanların üstlenmekten çekindiği bir konumdan, heva ve heves ehlinin talip olduğu bir arzu haline geldi. Yönetim bir bakıma dini, diğer bir bakıma dünyayı anlamaya dayanmaktaydı. Zira dünyayı anlamadan dinin dünyayla ilgili hükümlerini tatbik etmek mümkün değildir. Günümüzde ise ne dinden ne dünyadan anlamayan insanların göz dikip ele geçirdiği bir meta haline geldi. Yönetim dünyayı din uğruna musahhar kılma aracıyken, bugün hem dini hem dünyayı bayağı insanların, yalancı ve soysuz ailelerin hizmetine sunan yönetim haline geldi. Sy.83
Ilim ehli olmadığı halde ulema kisvesine bürünenleri durduran bir mekanizma olmadığından bunların üreyip çoğalmaları çok rahattır. Dinin çehresini değiştiren ve toplulukları yanlış eğiten vaazlar az olmamıştır.
Halkı bilen biri olarak şunu gözlemledim: halk ilimle ve coşturucu kıssalarla teselli olma eğilimindedir. Dinî öğretim tüccarları da halkın bu alandaki rağbetini tatmin etmek istemektedirler. İslam haddi zatında küstahlıkları içermediğinden, bazı âlim kisveliler israilî rivayetleri ithal edip, bunları ve bunlara benzeyen kıssaları sentezlemeye koyuldular. Sonuçta bu rivayetler, bugün çocuklar arasında yaygınlık kazanan yabancı aşk ve polisiye maceraları gibi yaygınlık kazandı. Sy.86
Toplumlarda ki gelenekler daha ziyade ferdi düzeyde âdetlere benzer. Kişi bir yolu âdet edindiğinde herhangi bir düşünce gerçekleştirmeden onu sürdürür. Herhangi bir işi yapmayı âdet edince, bilinç ve şuura ihtiyaç duymadan onu yapar. Psikologların da belirttiği gibi bu tür davranışlara zemin hazırlayan bilinç alanında benzer bir alan bulunmamaktadır. Insanın birçok eylemi keskin bir uyanış ve sakin bir idrâk olmadan, zihnî bilinçten habersiz bir şekilde (toplanmış bir proje gibi) gerçekleşir. İşte islam ümmetinin sinirlerini geren ve onu bütün dünya karşısında hiçbir şey olmamış gibi dimdik ayakta tutan gelenekler de böyledir. Şayet islam ümmetinin başına gelen idâri bozulma ve ilmi eksiklik bir başka millete isâbet etseydi, asırlarca önce mezara gömülürdü. Sy.97
Allahım ne olacak şu müslümanların hali! Surat asan yöneticiler ve kısıtlı öğretim imkanlarına sahip şu dine ne olacak?
Islam tarih boyunca kurulan tuzaklara ve yokluğunu gerektiren âmillere rağmen günümüze kadar varlığını korumuştur. Zira o, öğretileri kalplere kök salmış ve ruhlara süzülmüş bir dindir. Şayet siz gerçek ve siyasal hayatı onun öğretileriyle şekillendiremezsiniz, o kendi kendisini hayata müdahil kılar. Başka bir ifadeyle, o kendi kendini garantiye alır. Önüne arkasına baktığınızda yönetim ve yönlendirme dünyasının ondan uzaklaşıp ona karşı çıktığını müşahade edersiniz. Sy.101
Şimdi islamın bugünü ve yarını üzerine titreyen insanlar, ümmetin bekâsı ve sömürüden kurtulması için zamanla yarışıyorlar. Sömürü sistemi ümmetin üzerinde gelişip sıhhatine kavuşacağı ve eski şerefli konumuna döneceği konumun temeli olan hürriyeti boğmak istiyor. Bugün avrupalı simsarlar İslami hareketleri söndürmek ve ahlaksızlığı yaymak için korkunç bir çalışma içerisindedirler. Öte yandan müslümanları parçalama, komplo ve fitne üretmek için de aynı gayreti gösteriyorlar. Bununla din denen şeyin ortadan kalkmasını ve islamın aramızda işlevsiz kalmasının amaçlıyorlar. Sy.110
İNANÇ, İLAHİ BIR BAĞ VE İNSANİ BİR METODDUR
Kur'an-ı Kerim, Allah'ı ve kemâl sıfatlarını tanıtmada tek bir üslup takip eder. Bu üslup, gözleri ve basiretleri varlık aleminde bulunan kanıt ve eserlere çevirmeye dayanır... Sy.111
Dünya en güzel aklî ürünleri, filozofların yönetimini terk edip salt tabiî bilimler doğrultusunda yani imanın ve Kuran'ın ögütlediği doğrultuda yol almakla elde etti. Kainatın sayfalarına bakıp uzun uzadıya düşünmek ve tabiat ötesiyle ilgili haberleri (sağlam kaynaktan aktarılmış olması şartıyla) kabul etmek.
Insanlara Allah'ı tanıtmanın en güzel yolu onları tabiî sahnelere taşımaktır. Örneğin; öğrencileri canlı bir bahçe veya yeşil bir alana götürüp dikkatlerini topraktan biten bitki ve çiçeklere çekebiliriz.
Bataklığın ortasında bulanık sularla beslenen şu kamışın içinde akıp duran şekeri kim yarattı?
Şu değişik güllerin ve açan çiçeklerin renk ve kokularını yayan kimdir?
Şu müphem gökleri yükseltip binlerce yıldız ve gezegenlerle donatan, masmavi kubbesine beşerin hâlâ idrâk edemediği ve endişeye izlediği sırları yerleştirmen kimdir? Kim? Evet bütün bunları yapan cenab-ı Hakk'tır. Aksi takdirde kim olabilir ki? Sy.113
Îmâm Ebû Hamid el-Gazali alanın zirve ismini oluşturmaktadır onun el-Muksidu'l-esnâ fi şerhi esmail-lahi'l-hüsnâ adlı eseri, insana ilahi kemâlât yolunu açma bakımından eşsiz bir eserdir. Allah-u Teala'nın isimlerinden "Akdes" ismini şerh ederek başlayan kitap, insanlarda bulunması gereken isimleri açıklayarak devam eder. Bu şekilde sünnette Allah'ın ismi olarak geçen doksan dokuz ismi sayıp açıklar. Eserden bazı parçaları iktibas edip buraya almak istiyoruz. Yazar (Gazzalî) Rahman ismini açıkladıktan sonra şöyle der: kulun rahman isminden alması gereken hisse, Allah'ın gafil kullarına şefkat gösterip onları, şiddete kaçmadan vaaz ve nasihatle gafletten çekerek Allah yoluna iletmek, günahkarlara incitici bir gözle değil şefkat gözüyle bakmak ve dünyada işlenen her günahı kendi nefsine aitmiş gibi görerek, günahların ilahi gazaba uğraması veya rahmet-i ilâhiyye civarından uzaklaşmaması için gücü nisbetinde o günahları ihale etmeye çalışmalıyız. Sy.118
Kulun Rahim isminden alması gereken, gücü oranında muhtaç olanların ihtiyacını karşılamak, çevresinde veya şehrinde bulunan fakirleri gözetip mal ve makam yada aracılıkla onların fakirliğini gidermesidir. Şayet kişi bütün bunları yapmaya güç yetiremiyorsa, fakir kişinin zarar ve ihtiyacını paylaşarak dua ve üzüntüsünü belirtmekle ona yardımcı olmalıdır. Daha sonra "melîk" ismini açıklar ve bu hassas sıfattan insanın alması gereken hisseyi şöyle belirtir: Kul her anlamda müstağni olmayıp daima Allah'a muhtaç olduğundan, mutlak anlamda "melik" olması tasavvur edilemez. Allah'tan başka herşeyden müstağni olsada sonuç aynıdır. Kullardan "melik", Allah'tan başka herşeyden müstağni olan kimseye denir. Bununla birlikte memleketindeki ordusu ve halkı ona itaat eder. Insanın şahsi memleketi kalbi ve bedenidir. Ordusu ise arzuları öfkesi ve hevâsıdır. Tebası: dili, gözleri elleri ve uzuvlarıdır. Sy.119
Müsteşriklere göre müslümanların Allah'la ilişkileri ürkek bir köleyle zorba bir efendi arasındaki ilişkiye benziyor. Kulların Rabb'leri için yaptığı ameller ticari mübâdele esası üzerine kuruludur. Yapılan iyiliğe ecir, işlenen suça ceza anlayışı bu ilişkinin mihverini teşkil etmektedir. Böyle bir ilişki insanın değerini düşüren ve konumunu alçaktan bir ilişkidir. Buna karşı deriz ki: islama göre insanın rabbiyle olan ilişkisi bu dar anlayıştan daha nezih ve bu kısır değerlendirmeden daha yücedir. Allah-u Teala her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi olduğundan, elbette mutlak üstünlükle vasfedilecek ve bütün insanların, O'nun gücü ve azameti karşısında aciz kullar olduğu belirtilecektir. Bunun yadırganacak hiçbir tarafı yoktur. Bununla birlikte cenab-ı Hakk mü'minlerle olan irtibatını zor ve şiddet üzerine değil dostluk sevgi ve koruyup gözetme üzerine bina etmiştir. "Allah iman edenlerin dostudur.Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır" [Bakara-257] sy.121
İslam'ı, muttakilere cenneti, azgınlara cehennemi vadettiği gerekçesiyle eleştirmek, insan tabiatında bulunan kasıtlı cehalete dayanmaktadır. Bu, aynı zamanda beşer cinsinin yönetim amillerini bilmemektir. Bunun ötesinde islam, oryantalistleri haklı çıkaracak şekilde mükâfat ve cezayı yükümlülüklerin esası olarak öne sürmemiştir. İslam, yaratıcıyı ve o'nun insanlar üzerindeki hakkını, şeriatındaki hikmet ve maslahatları tanıtıp kurtuluş yolunun da kalbi ıslah etmekten ve nurlandırmaktan geçtiğini belirtir. Bütün bunlardan sonra hem müjdeleyen hem korkutan ve kişinin yaptığı iyilik ve kötülükleri sayıp sıralayan İslam'ı kınamak akıl karı değildir. Bununla birlikte İslamî ibadetlere hakîm olan espri, parlak ve aşkın duygular içerir. Sy.123
İSLAM TOPLUMUNUN BİRLİĞİ
"dinlerini ayırıp parça parça olanlar var ya, senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır, O yaptıklarını kendilerine haber verecektir." [En'am-159]
Çabuk davranıp muhatabını tekfir etmek veya ileri sürdüğü bir fikir nedeniyle hasmım tekfirle susturmak, sıcak tartışma ortamında pek kolaydır. Ancak bu ne düzeltmedir, ne de düzelmiş olmanın belirtisidir. Toplumumuzda evliya kabirlerine sarılıp yalvaran yüzlerce hatta binlerce insan vardır. Bu yaptıklarından dolayı hepsini müşrik addetmek mümkündür. Ancak bu, ümmetin yıkılışını hızlandırmaktan başka birşeye yaramaz. Yapıcı ve onarıcı olanlar, câhil halkı bu sapkınlıktan alıkoyup onları yararlı ve nezih bir üslûpla katıksız tevhîd anlayışına yöneltirler. Sy.130
SAĞLAM BİR EĞİTİMİN ESASLARI
istenen ideal eğitim seviyesini yakalamamız için, öncelikle akideyi ve onun kutsallığını korumamız gerekmektedir. Zira Allah'a ve ahiret gününe iman edip, Allah'tan ve Rasûlü'nden gelen herşeyde mutlak şekilde teslim olmak ideal eğitimin köklü dinamikleridir. Hatta bütün davranış türlerinin Ata bağlı araba gibi akideye bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Kişinin tutum ve davranışlarını sınırlayan bir iman olmadığı takdirde meydan başka yönlendirici etkenlerin eline geçecektir. Yani alan heva ve heveslere veya güdü ve arzulara açık hâle gelecektir. Gördüğüm kadarıyla islam alemine baktığımızda sağlam bir imanın boşluğundan ve meydanın zehirli otlara bırakılıvermesinden kaynaklanan acı meyveler görürüz. Sy.138
nice cehâlete ilim, nice bid'atlere sünnet, nice sapkınlıklara istikamet ve nice heveslere din adı takıldı. İşte böylece aramızda iyiyi kötü, kötüyü iyi gösteren birçok sahte unvan ve pek çok çirkin kavram yayıldı. Hayatında böyle zikzaklar çizen bir millet, kuşkusuz başarıdan yoksun olacaktır. Bu artıkların yanı sıra batı medeniyeti, beraberinde hasta ümmetin hastalığını artıracak başka sapkınlıklar da ithal etti. Anarşiye özgürlük dendi. Gayri meşrû cinsel ilişkiler aşk veya arkadaşlık adını aldı. Allahı inkar etme ilericilik olarak algılandı. Dünyadaki bütün pislikleri olduğu gibi kabul etmeye gerçekçilik adı verildi. İslami değerlere dönüş gayretine gericilik dendi. Herşey iki uç nokta arasında değerlendirilmeye başlandı. Buna göre kadının beşikten mezara kadar hapsedilmesi din, erkekle birlikte meydanlara sürülmesi ise medeniyet idi. Halbuki her iki tavırda din ve medeniyet adına uydurulmuş birer yalandan ibaretti. Sy.145
Biz sömürgeci güçlerin mümkün olan her vesileye başvurarak İslam'ı yıkmaya çalıştığının ve imanı sallantıda veya imansız nesiller yetiştirmek için binlerce kişiyi seferber ettiğini biliyoruz. Komünizm ve kapitalizm hiçbir konuda, islamî toplumun saptırılıp akîde esaslarından uzaklaştırılmasında olduğu kadar fikir birliğine varmamışlardır. Onlar islam toplumunda hiçbir sağlıklı eğitimin olmamasını, hiçbir canlılığın gerçekleşmemesini ve bunun sonucu olarak yabancı kin ve emellere karşı koyacak kitlesel direniş unsurlarının tamamen yıkılmasını hedeflemede mutabakat içindedirler. Sy.147
kahire mescitlerinin birinde, halktan biri ölümden sonraki hayat hakkında soru sordu. Ben, kendisine sarı dağ tarlasını bilip bilmediğini sorduktan sonra şöyle söyledim: Kahire kanalizasyonu taşıdığı milyonlarca insanın atıkları ve pisliğiyle bu tarlaya dökülmektedir. Bu tarla tek bi kudret sayesinde Kahire'yi meyve ve gıdaya boğan bir cennet haline gelmektedir. Peki, bu tat ve renkleri bu tatlı kokuları dengeli bir tarzda yayın kimdir? Bütün bunların özünü kokuşmuş çamurdan süzüp çıkaran kimdir? Her dakika başı, gözlerimizin önünde diriltip öldüren cenab-ı Hakk için ölümden sonraki hayat gayet basittir. Binaenaleyh her an benzeri tahakkuk eden bir şeyi uzak görmenin hiçbir anlamı yoktur. Sy.151
Kuran'ı Kerim islamın birinci kaynağıdır. Bu kitabı bize ulaştıran Muhammed (s.a.v), kitabın ilk fakihi, ilk müfessiri ve içerdiği öğretilerin ilk uygulayıcısı olmuştur. Bu nedenle o'nun sözü, ameli ve takriri, kitab'la birlikte esas alınmakta ve islamın ikinci kaynağı olarak kabul edilmektedir. Binaenaleyh anlayışlarımız farklılaştığında ve önümüzdeki yollar çatallaştığında manayı belirleyip yolu aydınlatan yegane merci cenab-ı Hakk'ın kelamı ve peygamberin sünnetidir. Sy.165
Biz Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî, İbn Hanbel ve diğer fakihlerin İslam'ın parlak çağında sarf ettikleri niyet ve gayretleri takdir etmekle beraber, inanıyoruz ki, şayet bu zâtlar geri gelip sonrakilerin fıkhî miraslarının başına neler getirdiklerini görselerdi, karşı çıkanların ilki kendileri olurdu. Ben bir müslümanın şu sözü sarf ettiğini biliyorum: "Hanefi olmam, Rasulullah'ın sözünü anlamada Ebû Hanefi'ye tâbi olmam anlamına gelir." Sy.188
Şeyh İsa Menün şöyle demektedir:
"İslamda ruhbanlık yoktur sözüne gelince; eğer ruhbanlıktan maksat şeriate dayanmaksızın kendi arzu ve istekleriyle haram ve helal tayin eden, günahlandırıp cezalandıran veya affedip bağışlayan dini liderlerin varlığıysa bu tip insanlar kesinlikle islamda yoktur. Şayet maksat, şer'i hükümleri hakkıyla insanlara açıklama sorumluluğu taşıyan, Müslüman yöneticilerle birlikte islamı liyakatsiz ellerin işgalinden koruyan, nizamı bozanlara karşı hadleri uygulayan, islama ve ahkamına karşı başkaldıranları etkisiz kılan alimlerin varlığıysa: bu islamda vardır ve bunun yokluğuda kıyametin alametlerinden olan bir husustur. Sy.195
Dua teşvik edilen bir ibadettir. Duanın en makbulü, Allah'ın kelâmı ve Rasulullah'ın sünnetiyle yapılanıdır. Dua ne kadar sade bir ifade ve samimi bir dille yapılırsa o kadar kabule yakın olur. Peygamberimiz (s.a.v) duada kendini zorlamaktan ve felsefi ibareler kullanmaktan hoşlanmazdı. Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "...sizden biri dua ettiğinde, "Allah'ım beni dilersen bağışla, dilersen bana merhamet et" demesin. Aksine kararlı bir şekilde istekte bulunsun. Zira Allah'ı zorlayacak kimse yoktur." Sy.201
Yığınlarca insan bu dini benimseyip bayraktarlığını yaptığı ve islama mensup olmakla tanındığı halde İslam'la olan bağı çok zayıftır. Faraza, Peygamber (s.a.v) tekrar hayata gönderilip "bu senin ümmetindir" denilse, Allah Rasulü ümmeti içerisinde garip hâle gelen risâleti, Kitab'ı ve sünneti tanıyamayacaktır. Binaenaleyh Müslümanlarla, benimsedikleri din arasındaki uçurumun bertaraf edilmesi zarurîdir.
Öte yandan, bilgisizlikten dolayı islama ve müslümanlara tavır alıp savaşan kalabalıklar da bulunmaktadır. Bu gerçeği büyük bir çerçevede ortaya koyup, mü'min kâfir herkesin dikkatlerini bunun esrârına çevirip, söz konusu cehaletten kurtulmalıyız. Bu işin sorumluluğu ise, sadece biz Müslümanlara aittir. Ümidimiz şu ki, bu ve benzeri kitaplar istenen gayeye bir adım daha yaklaşmaya vesile olur.
"Muhakkak ki Rabbim dosdoğru yol üzerinedir" hûd-56
Sy.228
Hazırlayan: Duygu Sedef Demir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder