Üçüncü Dünya ülkelerindeki kalkınma sürecini Batılı örneklere yetişmek anlamında gören, o dönemin modası modernleşme kuramlarıyla yakından bağlantılıydı. Yalnızca, ulusallık ve ulus devletin temel kategoriler olduğu bağlamında ekonomik ve politik kalkınma vaat olarak başarılı sayıldı. Ekonomik kalkınma, bir pazar ekonomisinin yürürlüğe konması ve ulus devlete doğru bir politik gelişme olarak algılanıyordu. Öncelikle bir ulus inşası süreci olarak görülüyordu. Bu ikisi birbiriyle bağlantılı ve modernleşme olarak görülmekteydi. Bu kalkınma anlayışının Avrupa’nın deneyimlerini Üçüncü Dünya’ya daha çok şematik biçimde uygulandığı açıktır. Ulus inşası 1950 ve 1960’larda Doğu-Batı çatışması bağlamında da yerini aldı ve sosyalizm ile Sovyetler Birliği’nin Üçüncü Dünya’daki etkisini frenlemek için Batı stratejisini teşkil etti. Ulus inşasının bağımsızlık hareketlerinin zaferine ve devrime karşı bir seçenek oluşturması amaçlanmıştı. Ulus inşası Birleşik Devletlerle Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş yarışının bir parçası, stratejik ve rekabetçi bir atılımıydı. Ulus inşası terimi 1970’lerde neredeyse unutularak gözden kaybolmuştu.
Başarıya ulaşmış ulus inşasının, çoğu durumda birbirleriyle yakından bağlantılı üç ana öğesi arasında ayırıcı bir hat çizilebilir: Birleştirici ve ikna edici bir ideoloji,toplumun bütünleşmesi ve işlevsel bir devlet aygıtı. Ulus inşası, ancak bütünleştirici bir ideolojiden filizlenmişse ya da böyle bir ideolojiyi belli bir noktadan sonra üretirse uzun vadede başarılı olacaktır.
Ulus inşası, demokratik potansiyeli ortaya çıkarır, ancak gerçek demokrasiye çıkan kapıyı açmaz. Ulus adına iktidar, feodalizm veya tanrısal hak örgütlerinden daha da baskıcı olabilir.
Geleneksel ulus–devlet zayıfladıkça siyasallaşmış etnisitenin kısmen sahnede yer alma şansı artmaktadır. Şimdilerde, rakip gruplar tarafından kültürel faklılıkların siyasallaştırılması dünyanın hemen hemen her yerinde, hem zengin hem de fakir ülkelerde, sebepler farklı bile olsa popüler bir olgudur. Etnisitenin siyasallaştırılması veya etno-nasyonalizm, kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasındaki değişkenlerden sadece biridir.
Etnik anlaşmazlıklar demokratik reformların halen talep ettiği ülkeler için birer sınav olabilir. Etnik liderlerin talepleri, kırılgan ulus inşası süreçleri üzerinde çoğunlukla gerilim yaratır. Pek çok ülkede kanun vasıtasıyla alınmış ve az ya da çok başarıyla kurulmuş bu tasarımlardan bazıları, önceki yasal ve politik kurumlardaki önemli reformları temsil etmektedir. Gerçekte bunlar, normal olarak merkeziyetçi tepkide bulunurlar ve özümlemeci eğilimler etnik açıdan farklılaşmış ve belli çıkarlara uyarlanmış kurumsal çözümler için daha fazla fırsat yaratırlar. Bölünmüş toplumlarda anlaşmazlıkların dönüştürülmesi ve barışın sağlanması yönündeki en önemli demokratik yenilikler: uzlaşma, yerel temsil, federalizm ve kültürel özerklik.
Ulus inşası süreci hem risk hem de fırsatlar taşımaktadır. Bölgesel istikrar hemen her dış politika hedefleri kataloğunda ortaya çıkmaktadır. Sanayileşmiş ve gelişmiş ülkeler, uluslararası küresel ve bölgesel örgütlerin yanı sıra AB bölgesel istikrar hedefini üzerlerine almıştır. Bölgesel istikrar birbiriyle özel ilişkileri olan ülkelerin vatandaşları için var olma temelinin şartlarını yaratmak üzere çıkarlarını uzlaştırmak amacıyla karşılıklı anlayış ve barışçı bir şekilde çabaladıkları kesintisiz bir süreç olarak tanımlanabilir. Bölgesel istikrar bir netice değildir. İnsani güvenliği kurmak için bir araç olarak hizmet eder.
Ulus inşası tarihte karmaşık bir politik konsept olmuştur ve hala daha öyledir. Ulus inşası etrafındaki tartışmalar, terimin seçmeci politik öğelerin dışarıdan gelen toplumların kontrolü amaçlı istikrar politikalarının emperyal bir değişkenin ve istikrar ile güncel ve potansiyel kriz ülkelerinde çatışma önleme amacı güden bir kalkınma ve barış politikası yaklaşımının tarifinde keyfe göre kullanımları arasında dönüp durmaktadır. Ulus inşası, mucizevi bir tedavi ya da yeni ya da özgün bir kalkınma dış güvenlik veya barış politikası yaklaşımı değildir, daha çok farklı politik araç ve metotların bir konsept dahilinde bütünleşmesi için bir olanak sunmaktadır. Otantik ulus inşası süreçlerine dışarıdan destek sağlayan böylesi bir politika, bu yolla kalkınma ve barışın ilerlemesinde etki sahibi olabilir bu politika 1950-60’larda yürütülen ilgili tartışmaların bir hatası olan üçüncü dünya ülkelerinde çarkı yeniden icat etmeye veya basitçe bu ülkelere kendi modellerini uygulamaya kalkışmamaktadır. Şu ana kadar sadece faal ve destekleyici bir ulus inşası politikasının başlangıç sinyalleri görülmüştür.
Haz. Gaffar Türkoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder