Neden ölüm acı gelir insana? Yaşamını sürdürebilmesi için belki de bu denli sevmesi gerekiyordu hayatı..
Lucy filmi, beynin %100’ünü kullanırsak neler olur kurgusu üzerinden işleniyor. Bir hap sayesinde insan vücudunda kimyevi bir takım değişiklikler sonucu normal insanın ulaşamayacağı bir beyin kontrol ve fonksiyonuna sahip olunduğunda nasıl bir hayat olurdu, gayet cezbedici bir soru. Nitekim beyne saniyede on milyon bit veri aktığını ancak, bilincin bunun kırk bitini fark edebildiğini söyleniyor.
Homo sapiensin evrimleşmesinden yani iki yüz bin yıl kadar önceki bir zamandan bu zamana baktığımızda, olayları çok fazla karmaşıklaştırmış ve konuları çok fazla detaylandırmışa benziyoruz. Şu soruyu sormadan edemiyorum; insanoğlu gittikçe artan bir külfete ve zahmete neden talip olmuş?
İlk dönem insanlarını düşünelim (1974 gibi yakın bir zamanda bulunan bir fosil üzerinde yapılan çalışmalarda insanın ilk atası olduğuna inanılan Lucy’nin dönemine) yemek, barınmak, üremek, kısaca hayatta kalmak için çalışmak dışında pek bir aktiviteleri yok. Nitekim filmin bir yerinde bu basit döngü “ortam hücrenin yaşamı için uygun değilse ölümsüzlüğü yani kendi kendine idare etmeyi seçer, eğer ortam müsaid ise bu durumda çoğalmayı” şeklinde bir çıkarımla dile getiriliyor. Burayı çıkış noktası olarak alırsak hepimizin malumu insan tanımını (hayvan-ı natık) hemen buraya yerleştirebiliriz, insanı insan yapan ve onu diğer canlılardan ayıran en önemli özellik akıl ve irade. Canlı kendi hayatını devam ettirebilesi için beslenme, korunma ve çoğalması yeterliyken, insan denen canlı neden anlaşılması ve yorumlanması gereken şeyleri çoğaltmış!
İlim için! İlim, yani arayış.
Arayış insanın kaderi. Neler olduğunu bilmek, olanlara anlam verebilmek için insan durmadan bilgi ve yorum üretir, arar durur; yasak meyveyi yediği o günden beri.
Ali Şeriati bu dünya ve maddenin hiçbir zaman insanı razı edecek donanıma sahip olmadığını söyler. Çünkü insan, doyum, hoşnutluk ve itminan diyarından varlık duvarlarıyla sarmalanmış bu dünyaya düşüyor veya Heidegger’in tabiriyle geworfenheit (fırlatılıyor). Ve ruhunu daraltan bu madde âleminde sürekli bir ızdırab duyuyor. Bu yüzden daima gitmek, çabalayıp beklemek, aramak durumunda hissediyor kendini.
Aradığı şey acaba meyveyi yemeden önceki bildiği şey mi, o tanıdığı duyguyu mu arayıp duruyor? O tanıdığı duygu sonsuzluk ve ölümsüzlük duygusu mu?
Yazan: Leyla Benek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder