27 Şubat 2018 Salı

De Providentia (Tanrısal Öngörü) \ Seneca



“Senin zavallı olduğunu düşünüyorum, çünkü hiç bir zaman zavallı olmadın. Yaşamını rakibin olmaksızın geçirdin; ne yapabileceğini kimse bilmeyecek, kendin bile...”

İ.Ö. 4 yılında Kurtuba’da dünyaya gelen Lucius Annaeus Seneca Roma’ya getirilir ve iyi bir felsefe eğitimi alır. Stoacı anlayışı benimseyen Seneca şarap içmeyi, güzel kokuları, yumuşak yataklarda uyumayı terkedip dervişane bir yaşamı tercih eder. Dönemin imparatoru felsefeden hiç hoşlanmamaktadır, gençlerin ve halkın Seneca’nın düşüncelerinden etkilendiğini görünce İmparator çareyi Seneca’yı sürgün etmekte bulur.

Roma’ya tekrar döndüğünde bir süre avukatlık yapan Seneca yıllar sonra tekrar sürgün edilecek ancak imparatoriçe Agrippina zamanında geri çağrılacaktır. Bu dönemden sonra yönetimde hak sahibi ve büyük bir servetinde maliki olur. Felsefi düşüncelerine uymadığı için bütün bu görkemli yaşamı reddeder. Ancak adı imparator suikastine karışınca, imparator kendisini öldürmesini emreder. İS 65 yılında damarlarını keserek intihar eder.

“Hiç kimse bilgeliği öğrenmedikçe mutlu bir yaşam süremez” diyen Seneca “Tanrısal Öngörü” kitabında "iyi insan neden kötülüklerle karşılaşır" sorusuna yanıt arar. Tanrı, kader, ölüm, intihar üzerinde düşündüğü konular arasındadır. “Ruhun iyisini ruh bulabilir” savı, ruh akıldan daha iyi temyiz gücüne sahiptir düşüncesine çıkarır yolumuzu.

Eserin girişinde bu muazzam kainatın bir yaratıcısı olduğunu örneklerle açıklar ve rastlantıya yer olmadığını vurgular. Devamında doğanın, iyilerin iyilere zarar vermesine asla izin vermeyeceğini söyler; “çünkü iyi insanlar ile tanrı arasında erdemin yarattığı bir dostluk vardır. Dostluk mu diyorum hayır daha çok bir akrabalık ve benzerlik demeliyim, çünkü iyi insan tanrının öğrencisi, taklitçisi olduğu için ondan sadece zaman bakımından farklıdır.”

İyi insanların kötülüklerle karşılaşmasına tanrının izin vermesini baba otoritesine benzetir. “Muhteşem baba (tanrı) tıpkı sert babalar gibi iyi insana diğerlerinden daha katı bir eğitim verir. O halde tanrılar tarafından kabul gören iyi insanların sıkıntı çektiğine, ter akıttığına şahit olduğunda onu kendisine hazırladığını bil.”

“İyi insanlara karşı sevgi dolu olan ve onların çok iyi, mükemmel olmalarını isteyen tanrının, onlara mücadele edecekleri bir yazgı bahşetmesine şaşırır mısın? İnanın ki tanrılar zaman zaman cesur insanların bir felaketle güreş tuttuklarını seyretmek isteyebilir. İşte size kendi eserinin üstüne titreyen tanrının seyredebileceği soylu bir gösteri, işte tanrıya yaraşır bir rakip: kötü yazgısıyla yüz yüze gelmiş bir insan, hele bir de ona meydan okuyabilmişse!”

İnsanın aslında bu denli güçlü olabileceğine vurgu yapan Seneca’nın karşısında buna zıt bir söylemi olan Nef'i’yi hatırlasak kafamız çok mu karışır:
“Tûtî mucize guyem ne söylesem laf değil,
çarh ile söyleşemem âyinesi saf değil”
Nef'i; evet ben mucizeler söyleyen bir papağanım öyle boş laflar etmem ama felek (talih, kader) ile aşık atamam onun içi dışı bir değil neler yapacağını bilemiyorum, derken insanın yazgı karşısında güçsüz olduğunu çok da ona kafa tutalamayacağını mı söylemek istedi acaba!

“Başına bir felaket gelmemiş insandan daha şanssızı yoktur” diyen Demetriusu, Seneca onaylar “çünkü böyle bir adama hiçbir zaman kendini deneme fırsatı tanınmamıştır. Bu adam hiçbir zaman kaderine karşı zafer kazanacak değerde görülmemiştir. Nasıl ki dövüş meydanında yiğit adam kendine eş bir rakip ararsa kader de kendisine rakip olarak en cesur insanları arayıp bulur, en inatçısına, en dürüstüne saldırır.”

Buradan sonraki bölümde başına felaketler gelmiş önemli şahsiyetlerin (Mucius ateşle sınanmıştır, Fabricius yoksullukla, Sokrates zehirle, Cato ise ölümle) hayatlarını, refah içinde yaşayanların hayatlarıyla karşılaştırır ve örnek alınacak büyük insanların yaşadığı kötü kaderle keşfedilebileceğini söyler. Erdemli davranmak uğruna zorluklara göğüs germenin insanı dirilten bir yanı vardır, belki de en güzel tesellisi bu olur insanın.

“Devletin nezareti altında karılıp hazırlanan o zehri, adeta ölümsüzlük iksiri gibi bir dikişte içen Sokrates’e kötü davranıldığını mı düşünüyorsun? Halbuki o bu zehri keyifle ve seve seve içmiştir. Bana göre tanrı mümkün olan en yüksek onura ulaşmasını istediği insanlara ne zaman yiğitçe ve cesurca bir iş yapma olanağı tanısa ve bu iş için yaşamlarında biraz zorluk çekmek zorunda bıraksa onlardan lütfunu da esirgemez”

Seneca insanın onurlu bir hayata sıkıntılar karşısında verdiği cevaplarla erişebileceğini savunur. Yoksullukla karşılaşmamış bir insanın ona nasıl tepki vereceğini bilemeyiz, der, ya da rezalete, kötü şöhrete, terk edilmeye ne ölçüde dayanıklısın! “Seni başkalarını teselli ederken dinledim, ama kendi kendini teselli etmiş ve kendine kederlenmeyi yasaklamış olsaydın ancak o zaman dikkatimi çekerdin”

“Aşırılıktan kaçının, takatinizi kesen mutluluktan kaçının; ruh bunlarla pelteleşir ve kendisine insani durumunu hatırlatan bir olay olmadıkça da (ölüm gibi) adeta sonsuz bir sarhoşluk içinde öylece uyuşup kalır. Tanrı soylu ruhları sert biçimde sınıyorsa bunda şaşılacak ne var. Erdemin kanıtı asla kolay olmaz. Tarih bizi kamçılar ve vurarak ezer, dayanalım. Bu vahşet değil mücadeledir. Bu mücadeleyle ne kadar sık karşılaşırsak o kadar cesur oluruz. Ruh kötülüklere göğüs gererek sonunda onlara göğüs germeyi bile küçümser”

Fe-te-ne arapça; saptırmak, ayırmak, denemek, sınamak, aklını başından almak, tutulmak (meftun olmak) gibi anlamlara gelir. Birçok ayette denemek, sınamak, saptırmak anlamında kullanılsa da bir şeyi başka bir şeyden ayrıştırmak anlamını da akılda tutmak gerekir. Nitekim araplar “fetentu’z-zeheb bi’n-nar” derler, altının ortaya çıkması, diğer metal parçalarından arınması ve saf hale gelmesi için "onu ateşte erittim" anlamında yine fe-te-ne fiilini kullanırlar. Denenmek, sınanmak, saptırmak, aynı zamanda da aşık olmak, büyülenmek gibi iki zıt gibi görünen anlamın bir kelimede buluşması sanki Seneca’yı destekler nitelikte, aşk gibi üstün bir duyguya eza, cefa çekmeden ermek ne mümkün diyor.
Halil Cibran ise bunu şu vecizeyle ifade ediyor: “büyük bir acı ya da büyük bir sevinç olmadan içindeki gerçek ortaya çıkmaz. Eğer kendi gerçeğin açığa çıksın istiyorsan, ya güneşin altında çıplak dans etmeli ya da kendi çarmıhını taşımalısın”

Son bölümde ise tanrı insanlara şöyle der: “Sizi kötülüklerden alıkoymadığım için zihinlerinizi her şeye karşı silahlandırdım, cesurca dayanın. Bu özelliğinizle tanrıdan üstün olursunuz, çünkü tanrı kötülüklere katlanmanın ötesindedir siz ise üstünde.  Siz istemedikçe hiçbir şeyin sizi ele geçirmemesine özen gösterdim, çıkış yolu açıktır. Dövüşmek istemiyorsanız kaçıp gidebilirsiniz. Sizin için zorunlu olmasını istediğim olaylar içinde bir tek ölümü kolay kıldım. Ruhunuzu bir bayıra yerleştirdim; aşağıya çekilirken sadece dikkat edin, özgürlüğe giden yolun ne kadar kısa ne kadar kolay olduğunu göreceksiniz. Yaşam soluğu derinlerde gizlenmez, bıçakla oyup çıkarmanıza gerek yok onu, ölüm hemen avucunuza geliverir. Son vuruş için kesin bir yer belirlemedim gövdelerde, nereye isterseniz vurun, yol açıktır. Ölmek dediğimiz olay ruhun bedenden ayrılmasıdır, o kadar kısadır ki hızını hissetmezsin bile, nasıl gelirse gelir ölüm ama hızla gelir. Utançtan yüzünüz kızarmıyor mu? Bu kadar çabuk olan bir olaydan onca zamandır korkuyorsunuz.”

Haz. Leyla Benek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder