31 Ekim 2015 Cumartesi

Din Bağlamında Sanatın Kritiği

    Etimolojik olarak sanat Arapça kökü itibariyle ustalık,hüner gibi manalara gelmektedir yani sıradan bir iş değil akıl ve zeka kullanılarak yapılan bir iştir. Bu ilahi/tahayyülsel ilim alanı matematik gibi beşerin yaratılışıyla hatta diyebiliriz ki beşer yaratılmadan önce Tanrının dünyaya “kün” deyişiyle ortaya çıkmıştır. Eğer bütün mevcudata sanatçı gözüyle bakmayı becerebilirsek Tanrının en büyük sanatçı olduğunu müşahede ederiz. Evren, sanat eseri olması itibariyle kullanılan malzemesi, renkleri, aheng(-i ezelisi) ve sayamayacağımız daha birçok özelliğiyle üzerinde uzun uzun konuşmaya ve bir sanat eleştirmeni edasıyla yorumlamaya değerdir. Kuranda hareket eden dağlar ve bulutlar için Allahın sanatı(صُنْعَ اللَّهِ )  kelimesi kullanılmıştır.(Neml-27/88)

    Kadim ifadesiyle alem-i sağir (küçük evren), olan insan da Tanrının sani’i olduğu bir sanat eseridir. Fakat kendisi bu eseri yani kendisini anlamada güçlük çekmiş veyahut üzerinde o kadar düşünmemiştir. Bu eserin parçaları yorumlanırken farklı bazen birbirine zıt görüşler beyan edilmiştir. Kalbi ele alacak olursak manevi anlamda sufi bir Müslüman ile harici bir Müslümanın, maddi anlamda kardiyoloji profesörü ile organ mafyasının kalbe bakış açısında bir tenakuz mevcuttur. İnsanın doğumu dahi çokları için sıradan bir olay iken hakikatte gayet mucizevi bir olaydır. Allah Kur’anın daha ilk ayetlerinde ve devamında birçok yerde buna işaret etmesi dikkate değerdir.
Velhasıl sanat yeryüzünün, doğanın içindedir yani potansiyel olarak (bil kuvve) vardır. Sanatçı bunu oradan çıkarabilendir. Bir heykeltraşa “bu heykeli siz mi yaptınız” diye sormuşlar, o da “hayır ben sadece fazlalıkları attım” demiş. Bu misalden hareketle amacımız doğada var olan bu potansiyel gücü ortaya çıkarmak olmalıdır.

    ‘’Dinde sanatın yeri veya sanatta dinin yeri var mıdır” gibi bir soru ontolojik olarak anlamsızdır. Bu soru düalizm doğurur fakat din ve sanat iç içedir tıpkı Çin diyalektiği olarak da adlandırılan Ying Yang gibi. Yani din olmadan sanatın sanat olmadan dinin bir kıymeti harbiyesi kalmamaktadır.
Cemil Meriç’in deyişiyle sanat, din ve şiir boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza uzattığı merdivenlerdir. Meseleye Tarkovski gibi bakacak olursak sanat yaratıcının aynadaki cilvesidir, tecellisidir. “Biz sanatçılar” diyor Tarkovski, “bu jesti tekrarlamaktan taklit etmekten başka bir şey yapmıyoruz. Sanatın anlamı yakarmadır, duadır, acı çekmedir.’’ Bir söyleşisinde de şöyle der Tarkovski: “ben peygamber değilim. Ben Tanrının şair olma, yani inançlıların katedrallerde yaptığından daha başka bir biçimde dua etme imkanı tanıdığı bir insanım!” Bu sebeplerle edebiyatı mimariyi bilhassa sinemayı din anlayışımızın ve anlatışımızın içine dahil etmek zorundayız. Fakat bu anlayış tevhid çizgisinde, tanrının dünya projesi ile uyum içinde olmalıdır. Her şeyden önce Faruki’nin çizdiği ufuk muvacehesinde tevhide dayalı bir sanat felsefesi geliştirmek durumundayız. Felsefeden yoksun bir sanat ruhsuz bir ceset mesabesindedir.  

    Bu sanat felsefesinin en başta sinema meselesinde bir takım sorunları çözebilecek esneklik ve kuvvette olması gerekmektedir. Sinemanın ehemmiyetini şöyle bir kıyas ile delillendirme yoluna gidebiliriz: Antik Arabistanda düşüncelerin yayılması şiir yani edebiyat ile olurken Kur’anın mucizevi nesirde nazım gibi iki sistemi birleştiren bir anlayışta olduğunu hatırlayalım. Günümüzde düşüncelerin, yaygın olarak kullanılan görsel alanlarda yayıldığını düşünürsek o halde bizler anlatmak istediklerimizi yazı,konuşma ve şiirin yanında görsel araçlarla da sinema ve video ile anlatmak mecburiyetindeyiz.

    Dünyada bu zamana kadar yazılan siyerlerin toplamının etkisi en azından bu çağ için bir Çağrı filminin etkisinden daha fazla değildir. Mecid Mecidi’nin deyimiyle peygamber bugün yaşasaydı kesinlikle dinini anlatırken sinemayı kullanırdı. Fakat Müslümanların bir kısmı dinden taviz vererek batıya tebliğ yaparken diğer büyük bir kısmı da şiddetle dini tebliğ etme uğraşında. Bugün vazifemiz tefsirci, hadisçi yetiştirmek değil kaliteli sanatçılar yetiştirerek bu dini otantik olarak yani olduğu gibi veya olması gerektiği gibi anlatmaktır. Sonra “dileyen iman eder dileyen inkar eder(Kehf-18/29)”, ama müslüman olarak sorumluluğumuzu yerine getirmek adına bunu yapmaktan kaçınamayız.

M.Emin Bozyiğit

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder