11 Kasım 2015 Çarşamba

Bilgi Sosyolojisi ve İslam Araştırmaları \ Adil Çiftçi


Teoloji: Teoloji'yi, çok umûmi olarak, "Evren'i din/Tanrı merkezli ve dinsel açıdan yorumlama etkinliği" diye tanımlamak mümkündür. Onu var kıldığına ve nihai geleceğini "elinde" tuttuğuna inanılan bir Kudret ile ilişkilendirerek, Evren'i ve hayatı kavrama ve kuramlaştırma tarzı ve kuramın bizzat kendisi şeklinde de tanımlanabilir (Gustafson/195).
Bunları açarak denilebilir ki; "toplumsal ya da fiziksel olaylara ve durumlara Tanrı ile irtibatlandırarak bakmak" diye tanımlanırsa, bir "bakış açısı"dır. "Her türden insani fenomen ve fiziki olgu üstüne Tanrı ile bağlantıları kurularak sistemli konuşmak" şeklinde tanımlarsaki, bir bakış"söylem"dir. "Fiziki ve insani evrene dair dinsel fikirler, kabuller ve inançlar toplamı" biçiminde tanımlandığında ise, bir "düşünce sistemi"dir (s.22).

 ...sosyolog "din"i en az iki ana gerekçeyle "sosyolojik açıdan" inceleyecektir. Birinci gerekçe; dinsel algılamaların sayısız insanın hayatındaki ehemmiyetinin; şu ya da bu türden davranışlarını etkilemesinin, günlük hayattaki psikolojik, toplumsal, fiziksel deneyimlerini anlamada ve yorumlamada yardımcılığının kabul edilmesidir (s.25).
Sosyoloğun din'i "sosyolojik açıdan" incelemesinin ikinci gerekçesi; toplumun, insansal/tarihi koşulların ve günlük hayattaki psikolojik, toplumsal, fiziksel deneyimlerin din üzerinde etkide bulunup dinsel algılamaları, değerleri, anlamlandırmaları ve bunlara dayandırılan dinsel davranışları biçimlendirmesi hatta değiştirebilmesidir(s.26).

 Birbirine ille de düşman sayılmamaları için "müminin bakış açısı" ve "sosyoloğun bakış açısı" birbirini yanlışlayamaz; ikisini uzlaştırmak da umumiyetle imkansıza yakın zordur. Ama ne niçin? İman bazı anlam, değer, fikir ve uygulamaları her bağlamda fiilen izhar ve tatbik edilmiyor olsa bile sorgusuz tasdiki, doğruluklarına ve geçerliliklerine güvenmeyi gerektirir bazı müminler nazarında. Onlar ikide bir "irdelenecek konular" olarak görülmez mümin tarafından. Sosyolog ise, bir yandan bu anlam, değer,  fikir ve uygulamaları; diğer yandan müminin olaylara, durumlara ve kavramlara verdiği anlamları "toplumsal bağlamda (ortamda)" veya "bağlamları (ortamları)" gözeterek derinden ve derinlemesine "irdeleme konusu" yapar. Ama birbirlerini yanlışla(ya)mazlar. İman derecesinde onaylanan bir "bildirim"(dinsel emir, yasak, uygulama vb) sosyolojik bulguya ve delillendirmeye aykırı düşse de, sosyolog onu kıymet açısından yanlışlaymaz.Bildirimin Tanrı'danlığına inanan mümin de, onun belli bir toplumsal ortama denk düştüğünü kanıtlayan sosyolojik tesbitleri yanlışlayamaz.(s.30)

Müminlerin kabul ettiği "doğaüstü"nü reddetmişlik konumuna düşmek istemeyebiliceğinden; sosyoloji, çareyi, bir olay ya da durumun "hangi ölçüde Tanr kaynaklı olduğu" sorusunu, fenomenoloji diliyle dersek "paranteze koyma" yani "yöntemsel askıya alma" tekniğine başvurmakta bulur. (s.30)  O, din'in ya da dinsel addedilen inanç ve davranışlarının "İlahîliğini" yanlışlamaz, yanlışlayamaz.  Böyle bir görevi, işi ve işlevi de yoktur onun. (s.31)

İnsan veya insanlar bir takım zihinsel süreçlerini dışarı vurarak bir toplum ( inançlar, kurallar, örf ve adetler, davranış biçimleri, bir şey yapma tarzları, kurumlar ve diğerleri kastedilir "toplum" denince) üretir. Bu ürün, üreten insanın veya insanların dışında bir mevcûdiyet kazanır. Bu mevcûdiyet başkaları kadar üretenlerini de şekillendirir. İmdi, sürece sonuçları açısından değil de, başlangıç açısından bakarsak, ilişki, dediğimiz, gibi aslında ve asıl itibariyle insandan, insan zihinden topluma doğrudur öyleyse (s.39).

 ("Toplumun kuruluşu"nun bir toparlamasını yapacak olursak)
"Dışsallaştırma", insanların zihinsel süreçlerini dışa yönelterek fiziksel tezahürlere büründürme, nesnelleştirme etkinlikleridir. Böylece o, yönelimsel bilinçlerin bir gerçekliği, bir dünya kurma yönelimidir. Öyleyse toplum (dünya) bir "insanî ürün" sayılacaktır, sayılmalıdır.
"Nesnelleşme", insan bilinçlerinin dışarıya yönelmeleriyle kurdukları ürünün veya ürünlerin bizzat kendilerinin yani üretenlerin karşısına hârici bir olgusallık yapısında çıkmasıdır. Bu, kuşkusuz, Durkheim'ın kullandığı anlamda bir "olgu" olamaz. Çünkü hem olmuş bitmiş bir sabit yapı değildir, hem de mevcûdiyetini sürdürmesi tekil insanların sürekli onayına bağlıdır. Evet kendine özgü bir varlığı vardır ("toplum bir dışsal, nesnel gerçekliktir"), ama benim tasdikimle kâimdir varlığı yine de.
"İçselleştirme", insanların bir şekilde dışında bulunan nesnel dünyayı, öznel dünyalarına bilinçlerine aktarma, bilinçlerince tasdik etme vetîresidir. İşte bu vetîreyle "insan toplumun bir ürünü"dür. Çünkü, sosyalleşmesiyle, toplumda nesilden nesile iletilmiş nesnelleşmiş anlamları ve anlamlandırmaları (değerleri) içselleştirmesiyle o, o olmuştur (s.55,56).

 Doğuş itibariyle İslam, metinleşme sürecinde Kur''an "soru/sorun-cevap ilişkisi"ne göre kurulmuştur. İslam en kapsamlı anlamıyla toplumsal-tarihsel koşullar dolayısıyla ve onları mukabele olarak doğmuşken; Kur'an bu fenomenin kuruluşunun 'yazılı belgesi' özelliğine maliktir. (s.68) 


 Kur'an'ın serimlemeye çalıştığımız tarihsel, sosyolojik-dilsel yapı özelliklerini fark etmek onu anlamanın başlangıç noktasını teşkil etse de, anlama çabalarında sorun da çıkarır. Başka türlü söylersek bunu; açıkça kabul edilsin ya da edilmesin, Kur'an'ın tarih ile bu denli sıkı ilişkisi onu "anlama sorunu"na yol açmıştır ve açar. Çünkü araya Peygamber ve Kur'an sonrası insanların kendi tarihleri, sosyolojik yapıları ve dilleri ile sıkı ilişkileri girmiştir. (s.72)

 ...hukuksal bildirimlerin içeriğini anlama usûlü de sırf  "dilsel" değil "tarihsel-dilsel" konulmalıdır: Geçmiş koşulları ve geleceğe yönelik olasılıkları kapsayacak tarzda okunmalıdır tüm hukukî bildirimler. "Allah'ın hatta bazen Peygamber'in gaybı bildiği" akidesi, geleneksel anlamıyla anlaşılan "kader, takdir"  ("İlahi determinizm") ile irtibatlandırılmayıp böyle anlaşılsa, bu usûlün teolojik zemini de kurulabilir ve şöyle denilebilir: Allah, hükümleri geleceğe yönelik farklı toplumsal/tarihsel olasılıkları hesaba katarak ve böylece değişken tabiata sahip tarzda vazetmiştir ve bundan dolayı böyle de okunmalıdır tüm hukukî bildirimler (s.76).

 ... bir yeni teoloji, tercihen bilgi sosyolojisi yardımıyla, bir yandan geçmişin eleştirel yorumunu yapmalı, diğer yandan günümüze veya halihazıra yönelik olarak onu yeniden inşâ ile ilgilenmeli. Bilhassa fenomenolojiye dayanan bilgi sosyologları bilir ki, sembolik düzenler büyük ölçüde ortak hafızalarla sürdürülür. Teoloğun geçmişi yorumlaması böyle sembolik evrenlerin devamında ve değiştirilmesinde aslî unsurdur. Yani geçmiş, mevcut sembolik düzeni hem öz (senaryo) itibariyle sürdürmek, hem de değiştirmek için dikkate ve hesaba alınır. Bu hazır sembolik sistem, hafızalarda yer etmiş diye, Kelâmcı sanki eleştirel düşünme yeteneğini kaybetmişçesine, "otorite olarak" yüceltilemez elbette. Tam aksine; mevcut sembolik sistem hayata hälâ anlamlı, doğru ve kuvvetli tarzda yönlendirme kudretine biraz olsun sahipse ancak göz önünde bulundurulur. 

Ahlâkî ve siyasî olarak çökmüş görünüyorsa, mevcut teolojik anlam (sembol) sistemi tadilatla bile devam edilemez ve dikkate alınması bile gerekmeyebilir. Ama eğer toplumsal hayatı yönlendirme kaynaklarına ve etkilerine bir şekilde sahipse, sürdürülebilir. Bu ziyadesiyle önemlidir. Zira, Aydınlanma ile birlikte, "aklı bütün diğer otoritelerden özgürleştirme çabasında" tüm gelenekler "köleleştirici" görülerek, kayıtsız şartsız reddedilmiştirler. Bir geçmiş otoritenin veya geleneğin gerçekten bir hakikat tamamlaayıcısı veya ifadesi olabileceği duygusu kaybolmaya yüz tutmuştur. Geçmişin otoritenin reddi, hakiki ve doğru fikirlerin ve görüşlerin mümkün kaynağı olarak geçmişin de reddedilmesi ile elele gitmiştir. Halbuki, geçmişe yeniden yönelmek, eleştirel aklımızı ona teslim etmek ya da eleştirel akıldan vazgeçmek değildir. Geçmişe yöneliş, onun, kendi önyargılarımızın maskesini düşürme ve yeni hakikatler açığa çıkarma gücüne sahip olabileceğini, en azıyla varsaymaktadır.


Kısacası, sosyal bilimlerden, özellikle de bilgi sosyolojisinden alabildiğince faydalanan teolojik hermeneutik, geçmişe bir hakikat habercisi, ifşa edicisi veya göstericisi olarak bakmakla birlikte; ona teslim olmayacaktır. bu yenilikçi teolojik hermeneutik, "eleştirel bakış"ı, tarihsel olarak ve yaygınlıkla bazı kurumsal tezahürlere bağlanmış "geleneksel akide" ile değil de, "Sonsuz Zihn'in Kelâm'ı" ile uzlaştırma çabasına girişecektir. Biz bu "eleştirel bakış açısı ile Sonsuz  Zihn'i uzlaştırma çabası"nın, şimdiki çalışmada esas aldığımız anlamı ve yöntemi kullanılarak bilgi sosyolojisi yardımıyla başarılabileceğini ileri sürüyoruz (s.147,148).

hazırlayan: Zeynep Andıç


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder