TECRÜBE-İ
HAYAT
Ahlak ve Davranış Tarzları Nefislerdeki Ahlaki
Hastalıkların Tedavisi, İbn HAZM, Ahlak
klasikleri 3, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
2012 Haziran, Ankara, 2000 adet, s.283
2012 Haziran, Ankara, 2000 adet, s.283
Dünyamız gelişiyor ve her
gün ihtiyaçlarımız farklılaşıyor. İletişim
dediğimiz şey hızlanırken ruhların iletişimi ne âlemde? Diye, sormadan
edemiyorum. Sonuç olarak ruhların durumunun pek de iyiye gitmediğini sanki
teknolojiye ters orantılıymış gibi hep gerilediğini görüyorum, bilimde
ilerleyen dünya iletişimde ve devamında ahlakta hep yozlaşıyor. Bu sorunun
çözümünün ahlaki konulara eğilmek olacağının ve ahlakın pratik bilgiden çok
tecrübi bilgiyle düzeleceğinin kanaatindeyim. Hayat bütün tecrübeleri kazanmak
için fazla kısa ise ahlaka dair evrensel öğretilerden faydalanmak bizim için
kolay yol olabilir. Dünyada bu konuda yazılmış birçok esere rastlayabiliriz
fakat biz şimdilik İslam kültürü üzerine yazılanlardan faydalanacağız.
Ahlak, insanın fıtratına oturtulmuştur, Allah’ın, insanlara yaptıkları şeyi en güzel yapmaları için verdiği bir nimet diyebiliriz. Bir önceki paragrafta dediğimiz gibi biz kendi mirasımızın peşine düştük, Türk Diyanet Vakfı da aynı dertten muzdarip olmuş olacak ki ; ‘’Ahlak Klasikleri’’ adı altında eserler yayınlamaya başlamıştır. Biz bu eserlerden Mustafa Çağrıcı’nın çevirmiş olduğu İbn Hazm’ın “Ahlak ve Davranış Tarzları, Nefislerdeki Ahlaki Hastalıkların Tedavisi” eserini incelemek üzere seçtik.
Esere geçmeden önce İbn Hazm hakkında kısa bir
bilgi vermekte fayda görüyorum. İbn Hazm batının ve doğunun paylaşamadığı bir
yazardır. Araplar İbn Hazm’ı sahiplenirken, İspanyollar “Güvercin Gerdanlığı”
isimli eserini delil göstererek, “Aşka dair bu kadar incelik gösteren bir
adamın Arap olması mümkün değil, o olsa olsa İspanyol’dur.” demişlerdir. [1]
İbn
Hazm; Endülüs’ün Kurtuba şehrinde doğmuştur. Babası Ahmed b. Said, Endülüs
Emevi hükümdarı Abdülmelik el Muzaffer’in vezirliğini yapmıştır. Babasının
vezir oluşundan dolayı çocukluğunda aristokrat bir hayat yaşamıştır. Daha sonra
Endülüs’teki taht kavgaları sebebiyle sıkıntılı dönemler geçirmiştir. Ülkedeki
iç karışıklıklar sebebiyle farklı yerlere yerleşmiş, birkaç kere de yerleştiği
yerlerde vezirlik yapmıştır.
Babasının
saray mürebbiyelerinden okuma yazma öğrenmiş, Kur’an’ı Kerim’i ezberlemiş, şiir
meclislerine katılmış; birçok hocadan fıkıh, hadis ve kelam dersleri almış;
ayrıca edebiyat, tarih, mantık ve bazı felsefe dersleri konusunda iyi bir
eğitim almıştır.[2] Fıkıh
alanında gelişmiş, Şafii mezhebi ile ilgilense de Zahirilik mezhebini benimsemiş
ve sistemleştirmiştir.
İbn Hazm;
fıkıh ve fıkıh usulü, Tarih ve biyografi, kelam ve felsefe ve son olarak
edebiyat alanlarında birçok eserler vermiştir. Bizim ele alacağımız eseri, yaygın ismi ile “ Mûdâvâtün Nüfûs ve Islâhu’l
Ahlâk” yani “ Ahlak ve Davranış Tarzları, Nefislerdeki Ahlaki Hastalıkların
Tedavisi” isimli eseridir. Yazılış tarihini bilmemekle beraber eserin
içeriğinden net bir şekilde belli olan “tecrübe”, bize kitabın İbn Hazm’ın
olgunluk döneminde yazılmış bir eseri olduğu fikrini veriyor.
Kitap
içerik olarak; İbn Hazm’ın pratik zekâsını, mefhumu geniş bir beynin sözleri
olduğunu ve tefekkür derinliğini çok net bir şekilde aktarıyor. Bu kitabı
okurken, mal-i hülyaya kapılıyor, sanki kitabı okumuyormuşuz da yaşlı bir
dervişin dizlerinin dibine oturup ondan öğütler dinliyormuşuz gibi hissediyoruz.
Bu hisse elbette İbn Hazm’ın dilinin, tecrübesinin büyük bir ağırlığı var fakat
kitabın sarı kuşe kâğıda basılmış olması, ciltli olması ve en güzeli İbn
Hazm’ın kendi el yazmalarına da kitapta yer verilmesi yadsınamaz.
İbn Hazm,
kitabını bölümlere ayırmış anlatacağı konuyu maddeleyerek anlatmayı tercih
etmiştir. Bu bölümler; Nefislerin Tedavisi ve Ahlakın İyileştirilmesi, Akıl ve
Rahatlık, İlim, Ahlak ve Yaşayış Tarzları, Kardeşler; Dostluk ve Nasihat, Bazı
Faziletleri ve Reziletleri Birbirinden Ayırt Etmenin Zorluğu, Sevgi ve
Çeşitleri, Fiziki Güzelliğin Türleri, Ahlak ve Alışkanlıklar, Kötü Huylar ve
Tedavi Yolları, Nefsin İlginç Huyları, İnsanın Duyduğu ve Gördüğü Şeyin Aslını
Öğrenme Arzusu ile Övünme ve Sürekli Anılma duygusu ve son olarak İlim
Meclislerinde Bulunma Âdabıdır.
Müellifimiz,
âdet olduğu üzere kitabına hamdele ve salvele ile başlayıp, bu kitabın büyük
bir tecrübe birikimi olduğunu ve okuyanlara kolaylıkla ulaşmasını umut ettiğini
söylüyor. Kitaba başlar başlamaz insanların peşinde koştukları tek hedefin, “tardü’l
hemm” kaygıdan kurtulma olduğunu söylüyor ve Allah’a yönelmemizi öğütlüyor.
Günlerce, haftalarca, düşünmemize neden oluyor bir anda! Sonra endişeli
insanların sorunlarını çözüveriyor, akıllı ve rahat yaşamak istiyorsan,
“Allah’ın ne dediğine bak insanların ne dediğine değil!”[3]
İlim
konusunda öğütler verirken, kapasitesi geniş bir kimsenin basit bilgilerle
oyalanmaması, ehil olmayan kimselerin yanında ilmi konuları açmamak gerektiğini
ve daha birçok ince noktayı bize aktarıyor. Yine ilmin en değerlisinin seni
Allah’a yaklaştıran ilim olduğunu söylüyor.
Müellifimiz, ahlak ve yaşayış tarzları konusuna gelince; dürüstlüğü,
kötülüğe karşı geliştirmemiz gereken yöntemleri, güveni, ruhların bağını,
cömertliği, secâati, iffeti, adaleti, zulmü, keremi mükemmel edebiyatı ile
anlatıyor. Ayrıca kendisinin de bu kusurlara sahip olduğunu ve bunları tespit
edip zamanla, zor da olsa kurtulduğunu aktarıyor. Müellifimiz, bu bölümde belki
de başka hiçbir yerde karşılaşamayacağımız bir şekilde kendi hayatından
bahsediyor kendisine yapılan iftiraları anlatıyor ve bunlara yanıt veriyor.
Müellifimiz, dostu yalnızca birbirini Allah için sevenler olarak
görüyor. Çokça dost edinmenin, övülmenin ve hatta nasihatin bazı türlerinin söz
taşımaya girmesi sebebiyle fazilet görülen bir rezilet olabileceğinden
bahsediyor. Müellifimiz sevgi konusunda da nefis tespitler yapıyor. Hatta
sevgilerin hep aynı türden olduğunu fakat beklentilerin farklı olduğunu,
beklentileri ne kadar az tutarsak o kadar az üzülebileceğimizi söyleyerek birçok
psikolojik soruna çözüm önerileri sunuyor.
Faziletler
ve reziletlerin temelinin dört olduğunu, bunlardan fazilet olanlarının; adalet,
fehm, cesaret ve cömertlik; rezilet olanlarının ise; zulüm, bilgisizlik,
korkaklık ve cimrilik olduğunu söylüyor.
Müellifimiz, kötü huyların tedavi yollarını açıklarken kendini beğenmiş
olan insanların öncelikle kendine bakmaları ve bayağı huylarını araştırmalarını
öneriyor. Ataları ile övünenlerin belki atalarının günahkâr olduğunu, bedeninin
kuvvetli olması ile övünenlerin katır, eşek ve öküzün onlardan daha güçlü olduğunu
söylüyor. Ve nefisleri terbiye etmenin aslan terbiye etmekten daha zor olduğunu
gözler önüne seriyor.
İbn Hazm,
insanın iki temel zaafından bahseder kitabın devamında… Birincisi, duyduğu ve
gördüğü şeyin aslını öğrenme arzusu ikincisi sürekli övülme ve anılma
duygusudur.
Müellifimiz
kitabını, “ İlim Meclislerinde Bulunma Adabı” başlığı ile son veriyor. Bu
başlık altında bize altın harflerle yazılıp bütün ilim meclislerine asılması
gereken öğütler veriyor. Bunlardan birazını buraya almak istiyorum.
“İlim meclisinde bulunduğun vakit orada
yalnızca bilgini ve sevabını artırma düşüncesiyle bulun; kendi bilgini yeterli
görüp duyduğun basit kusurları yaymak veya dinlediğin bazı tuhaf sözleri diline
dolamak için bulunma. Bunlar, dünyada hiçbir zaman iflah olmayacak aşağılık
insanların yapacağı işlerdir. ... Temiz bir niyetle ilim meclisinde bulunursan,
şu üç davranıştan birine riâyet et; bunun dördüncüsü yoktur.
1.
Ya bilgisizlere yakışır bir şekilde susup dinle; o zaman meclisi
izlemekle iyi niyetinin sevabını elde edersin, faydasız işlerini azaltmış
olduğun için takdir edilirsin, insanlarla bir arada oturmanın güzelliğini ve
birlikte oturduğun kimselerin sevgisini kazanırsın.
2.
Eğer bunu yapmazsan öğrenci gibi
sorular sor; böyle yapmakla az önce sıralanan dört yararı elde ettiğin gibi bir
beşinciyi daha kazanırsın ki o da bilgini artırmandır. Öğrencinin soru şekli,
bildiğini değil bilmediğini öğrenmek olmalıdır. Çünkü bildiğini sorman
ahmaklık, kıt akıllılıktır. ... Sorduğun kimse sana yeterli cevabı vermez veya
anlamayacağın bir cevap verirse, ona anlamadığını söyle ve biraz ayrıntı
vermesini iste. Eğer daha fazla açıklama yapmaz da susar ya da ekleme
yapmaksızın önceki sözünü tekrar ederse, artık başka söz söyleme.
3.
Üçüncü tavır, bir âlim gibi ilmî müzakere ve münâkaşaya katılmandır.
Bunun yolu, [muhâtabın] cevabına itiraz ederken onun görüşünü açık bir şekilde
çürütecek sözlerle itirazda bulunmandır. Şayet bu konuda bilgin yoksa
öncekileri tekrar etmekten başka bir söz söylemeyeceksen yahut dile getirdiğin
karşı görüş, tartıştığın kişinin kayda değer bulmadığı bir görüş ise o takdirde
tartışmayı bırak. ... İnatçı biri gibi soru sormaktan ve bilgisiz olduğu halde
[tartışmada rakibini] yenme peşinde olan ukalâ biri gibi müzâkere yapmaktan
sakın. Bunlar çirkin huylar olup dini sorumluluğun azlığına ve
münasebetsizliğin çokluğuna, aklın zayıflığına ve ahmaklığa delildir. Allah
bize yeter! O ne güzel yardımcıdır!”[4]
Sonuç olarak, kendisinden öğütler alınması gereken bu yazarı ve bu
kitabı çok sevdiğimi, ahlakiliğimizi bir daha kontrol etmemiz gerektiğini,
temellerinin sağlam olduğunu birkaç bozulmuşluğun küçük fakat cerrahi müdahalelerle
eski günlerine getirebileceğine eminim. Umarım ki bu ve bunun gibi kitaplar
hakkın her kesimine ulaşır onları da düşünmeye teşvik eder. Okumaya çok
ihtiyacımız var yozlaşan bir dünyada teknolojik yozlaşan, modern, post-modern,
dindar agnostik insanlar çoğaldıkça bunun daha çok farkına varıyorum. Ahlakı
dinden ayıran tepkisellikle tevhidi tek başına sayanlara da iki çift lafım var:
Ahlaksız tevhid, tevhidsiz ahlak olmaz!
selamünaleyküm hocam ben sakarya ilitam 3. sınıf öğrencisi tuba..
YanıtlaSilfacebookta paylaştığınız ödeviniz vesilesiyle buldum sizi maşallah ellerinize emeğinize sağlık makale gerçekten çok güzel olmuş. kalemi kuvvetli olan bir elden çıktığı belli LLAH ilminizi artırsın . amin
Ve aleykum selam, Allah razı olsun umarım faydalı olur. :)
SilÇok teşekkür ederim yazı için ayrıca sitemi ziyaret etmeyi unutmayın http://islamguzelahlaktir.blogspot.com/
YanıtlaSil