4 Kasım 2015 Çarşamba

Riyazi-Talimi İlimler

Bismillâhirrahmânirrahim.
Allah’a hamd, O’nun seçilmiş kullarına selam olsun!

Fihristü'r Resail

    Bu, bütün anlamları ve buradaki gayelerinin hakikati ile İhvânu’s safâ ve hullânu’l vefâ, ehlu’l adl ve ebnâu’l hamd’in resailinin fihristidir. Resâil, muhtelif ilimler, dikkat çekici hikmetler, edebin incelikleri, meâninin hakikatleri, -hangi beldelere giderlerse gitsinler Allah onların itibarlarını muhafaza etsin- halis sufilerin sözleri(nden müteşekkil) elli iki risaledir.
    Ey Kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruh ile desteklesin! Bil ki, bu resâile sahib olanın misali, ilmi taleb eden, hikmeti seçen, hürriyete muhabbet duyan ve necâtı tercih eden hikmet sahibi, izzetli ve kerim bir adama benzer.
    Resail konusunda emanet hakkını ifa etmek, onları hak edenlere vermek suretiyle onlardan mahrum bırakmamakla olur. Zira resail; cila, şifa, nur ve ziyadır.
    Kim ruhunun necâtını, nefsinin ıslahını, özüne ve hayatının amacına dönmeyi, dünyanın geçici metâına değer vermemeyi, daha hayırlı ve kalıcı olana yönelme gayretini, kendisini boş vesveselerle aldatmamayı ve buna müsâmaha göstermemeyi nihâi gaye olarak hedefleyen, hatta bunu yakinen hakikat kabul eden ve "bilsin ki insan ancak kendi çabası kadardır. Ve elbet onun çabası, günü geldiğinde gözler önüne serilecektir. Sonunda karşılığı eksiksiz verilecektir. Şüphesiz ki nihai varış da Rabbinedir." (53/Necm 39-42) hakikatine muttali olanlardan birine kamil bir dost olur ve onun hakkında hayr dilerse, bu resâili ona, adeta besleyip büyüterek terbiye edercesine sırasıyla versin. Resail dört bölüme ayrılmıştır:
    1. Riyazi-Talimi: cebir, hendese, ilmü'l eflak, musiki, coğrafya, oranlar ve seslerin uyumu, ilmi ve nazari sınaatlar, pratik ve mesleki sınaatlar, ahlak, mantık, kategoriler, ibare, kıyas, burhan. 
    2. Cismani-Tabii: madde ve suret (fizik), gökyüzü ve alem, kevn ve fesad, meteoroloji, madenler, tabiatın mahiyeti, bitkiler, hayvanlar, insan bedeni, hiss ve mahsus, spermin ana rahmine düşmesi, insan küçük alemdir, cüz'i nefislerin yayılışı, insan ilminin sınırları, hayat ve ölümün mahiyeti, lezzet ve elemlerin mahiyeti, dillerin farklı oluşu. 
    3. Nefsani-Akli: akli ilkeler (2), alem büyük insandır, akıl ve ma'kul, küreler ve devirler, aşkın mahiyeti, kıyamet ve ahiret, hareket, illet ve malul, tanımlar ve tarifler. 
    4. Dini-İlahi: görüşler ve mezhepler, Allaha giden yol, itikadımız, beraber yaşamamız, imanın mahiyeti, ilahi kanun, Allaha davetin niteliği, ruhanilerin ve şeytanların efali, siyaset, alemin düzeni, sihir ve büyünün mahiyeti.

1.1 Sayılar Hakkında

    Felsefenin başı ilimleri sevmek, ortası takati nispetinde mevcudatın hakikatlerini bilmek, sonu ise bu ilme muvafık söz ve fiiller serdetmektir. Felsefi ilimler dört çeşittir: matematik, mantık, fizik ve metafizik ilimlerdir. Matematik dörde ayrılır: aritmetik, geometri, astronomi ve müzik. 
    Tabiatta müteal olan şeyler dört basamak üzeredir: birincisi Bari Teala, onun altında külli faal akıl, onun altında külli nefs ve bunun altında da heyula-i ulâ gelir. Ey kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruh ile desteklesin! Bilesin ki, Bari Teala'nın mevcudata olan nispeti bir'in sayılara olan nispeti gibidir. O'ndan olan aklın mevcudata olan nispeti ikinin sayılara nispeti gibidir; nefsin mevcudata nispeti üçün, heyula-i ulânın mevcudata nispeti dördün diğer sayılara nispeti gibidir. 
    Ey kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruhla desteklesin! Bilesin ki, sayıların ikiden önceki bir'den biraraya gelmesi ve ondan ortaya çıkmasına dair anlattıklarımızı iyice teemmül ettiğinde, bunun Bari Teala'nın vahdaniyetine ve eşyayı halk ve 'ibda etmesinin keyfiyetine en iyi delil olduğunu fehmeylersin. Şöyle ki, sayıların ikiden evvelki bir'den vücud bulması ve tekevvün etmesi tasavvur edildiğinde; bir, bulunduğu hâlle alakalı bir tegayyüre uğramaz ve bölünmez. Aynı şekilde her ne kadar Aziz ve Celil olan Allah da eşyayı vahdaniyet nurundan halk ve 'ibda edip meydana getirmiş ve eşyanın vücudiyet kesbetmeleri, mevcudatlarını sürdürmeleri, itmam ve ikmal etmeleri O'nunla olmuşsa da, Allah'ın eşyayı halk ve 'ibda etmesinden evvelki vahdaniyetinde bir değişme olmaz. Nasıl ki bir sayıların aslı, me'hazı, mebdei ve nihayeti ise aynı şekilde Allah da eşyanın sebebi, halıkı ve onların başı ve sonudur. Nasıl ki bir'in sayılar arasında bir parçası ve benzeri yoksa aynı şekilde Aziz ve Celil olan Allah'ın da mahlukat arasında eşi ve benzeri yoktur. Yine nasıl ki bir, tüm sayıları ihata ediyorsa aynı şekilde Aziz ve Celil olan Allah da eşyayı ve mahiyetlerini bilir, Allah zalimlerin söylediklerinden beridir, O yüce ve büyüktür. 
    Ey sadık ve merhametli kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruhla desteklesin! Bilesin ki, hakim feylesofların matematik ilmini incelemedeki ve talebelerini onunla terbiye etmelerindeki gayesi, bu ilimden yola çıkarak tabii ilimlere/fiziğe gitmek ve vasıl olmaktır. Fiziği incelemedeki gayeleri ise bu ilimden yola çıkarak ilahiyat/metafizik ilimlerine uruc ve terakki etmektir. İlahiyat ilimlerinde teemmülün ilk derecesi nefs cevherinin ilmi, mebdei, me'hazı ve ahvalinin tefahhus edilmesidir. İnsan Rabbinin ilmine kendini adamışsa, O'nun ilmine ancak nefsinin ilminden sonra yol bulabilir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "nefsini bilmeyenden başka İbrahim'in dininden kim yüz çevirebilir ki?" (2/Bakara 130) "Nefs, onun yaratılış amacına münasip teşekkülü ve ona iyiyi ve kötüyü tanıyıp sorumsuz ve sorumlu davranma yeteneğini yerleştiren şahit olsun ki, nefsini tezkiye eden ebedi saadete kavuşacaktır; kendini geliştirmeyip çürüten ise kesinlikle hüsrana uğrayacaktır." (91/Şems 7-10)

1.2 Hendese Hakkında Risale

    Ey Kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruh ile desteklesin! Bilesin ki, münferit olarak insan, yalnız başına ancak dertler deryasında yaşar. Çünkü insan envai çeşit sınaatın ustalıkla yapılmasıyla tevlid eden hüsn-ü hayata muhtaçtır. Tek bir insanın tüm bu sınaatı teallümü namümkündür. Zira ömür kısa ve sınaat çoktur. Binaenaleyh şehir ve köylerde bir çok insan birbirlerine yardım etmek (muavene) için biraraya gelmişlerdir. Zaten ilahi hikmet ve rabbani inayet, insanlardan bir kısmının sınaatı, bir kısmının ticareti, bir kısmının umur-u imarı, bir kısmının siyaseti, bir kısmının ilim ve talimi bihakkın yapmasını, bir kısmının da ammenin hizmetine amade olması ve ihtiyaçları için say-u gayret göstermesini münasip görmüştür. 
    Ey Kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruh ile desteklesin! Babamız Adem aleyhisselamın hatasıyla içine düştüğümüz bu dünyanın dert ve afetlerinden tek başına halas olunamayacağını yakinen fehmeylemelisin. Çünkü kevn ve fesad alemi olan bu dünyadan, cehennem azabından, şeyatine komşu olmaktan, asakir-i iblisten kaçıp kurtulmak ve alem-i eflaka, semavatın vüs'atine, meskenü'l illiyyine, melaike-i mukarrebunun katına uruc etmek için kardeşlerinin yardımına muhtaçsın.  
    Mukaddime ve medhal mahiyetinde olmak üzere hissi geometrinin bir kısmını anlattık. Şimdi de akli geometrinin bir mebhasını anlatmak istiyoruz. Çünkü bu, ulum-u ilahiyatta derinleşmiş, riyazatı deruhte etmiş feylesofların gayelerinden biridir. Şöyle ki, sayı ilminden sonra geometriyi takdim etmeleri, talebeleri mahsusattan makulata doğru tekmil eylemek, cismani konulardan ruhani konulara terakki eylemek içindir.
    Şunu da bil ki, geometricilerin ve ulumat üzerine tetkikat yapanların ekseriyeti; en, boy ve derinlik olan üç buudun mücerret ve müstakil olarak mevcudiyetleri olduğunu zannederler, fakat bu mevcudiyetin, ancak cismin cevherinde veya nefsin cevherinde bulunduğunu ve kuvvetü'l müfekkire onları hisle idrak edilen şeylerden tefrik ettiğinde, nefsin cevherinin bu mevcudat için heyula, bu mevcudatın ise nefsin cevherinde suret olduğunu bilmezler. Keşke onlar matematik ilminde tedrisatın en ulvi gayesinin, mahsusatın suretlerini ihsas yoluyla ahzedip tefekkürle onları kendinde tasavvur edecek talebelerin zihinlerini tatmin etmek olduğunu bilselerdi. Zira mahsusat kendileriyle alakalı olan hisslerin müşahedesinden gizlenince, ihsasın muhayyileye, muhayyilenin müfekkireye, onun da hafızaya takdim ettiği o resimler nefsin cevherinde musavvir olarak kalırlar. Bu hâlde nefs kendine nazar ettiğinde, malumatı idrak etmede ihsasa ihtiyaç duymaz, tüm malumatın suretini kendi cevherinde bulur, bu hâlde bedene ihtiyaç duymaz, onunla birlikte olmaktan imtina eder, gaflet ve cehalet uykusundan uyanır, kuvvetiyle kıyam eder ve zatıyla mücerret, ecsamdan mufarık olur, madde denizinden çıkar, tabiatın esaretinden halas olur, cismani arzulara boyun eğmekten azad olur, bedeni hazlara özlem duymanın eleminden kurtulur, alem-i ervaha yükselir ve orayı müşahede eder. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "O'na sadece güzel sözler yükselir, o sözleri yükselten ise salih amellerdir" (35/Fatır 10) 

1.3 Astronomi Hakkında Risale

    Zaman dört kısma ayrılır: ilkbahar, yaz, sonbahar, kış. Yönler dört kısma ayrılır: doğu, batı, kuzey, güney. Anasır dört kısımdır: ateş, hava, su, toprak. Tabiat dört kısımdır: sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluk. Karışımlar dört kısımdır: sarı safra, kara safra, balgam, kan.  
    Ey hayırhah ve merhametli kardeşim! Allah seni de bizleri de katından bir ruh ile desteklesin! Bilesin ki, akleden ve fehim sahibi bir kimse ilm-i nücumu tedris ettiğinde söz konusu feleklerin genişliğini, devir hızlarını, büyüklüklerini, hayretengiz hareketlerini, burçların kısımlarını ve tavsif edilen garib evsafını tefekkür ettiğinde, onun nefsi ay üstü aleme, alemü'l eflaka uruc ederek orada bulunanları bizzat görmeyi arzular. Fakat ağır ve kesif olan bedenle oraya yükselmek mümkün değildir. Buna karşılık, nefis bedenden halas olur ve su'i ef'alden, mudi efkardan, kesafet-i cehaletten ya da ahlak-ı mezmumeden teahhuz eden bir şey kendisine engel olmaz ise göz açıp kapayıncaya kadar oraya vasıl olur. Zira onun vücudiyeti emeline ve mahbubuna meftundur. Tıpkı aşığın nefsinin maşukuna meftun olması gibi. Şayet onun aşkı, bu bedenle birlikte var olmak; maşuku mahsus, cahim, cismani lezzet ve arzular ise burayı bırakıp ay üstü aleme yükselmeyi taleb etmez. Dolayısıyla semavatın kapıları açılmaz ve cennete giremez. Rasulullah aleyhisselamın "cennet gökte, cehennem ise yerdedir." dediği rivayet edilir. 
    Kadim hikmette, bedeni terk eden, hislerinden yüz çeviren ve deruni huzursuzluğu teskin eden bir kimsenin ay üstü aleme yükseleceği ve orada en iyi şekilde ödüllendirileceği anlatılır. Batlamyus'un ilmü'l eflaka aşık olduğu ve geometri ilmini basamak olarak kullanıp ay üstü aleme yükseldiğini böylece el Mecisti isimli eserini yazdığı söylenir. Tabi ki bu yükseliş bedenle değil ruhla tahakkuk etmiştir. Hermes yani İdris Nebi hakkında da benzer bir müşahede nakledilir. Aristoteles, Eseluciya kitabında şöyle der: "sanki nefsimle baş başa kalarak bedenimi terk ettim ve bedenden mücerret bir cevhere tahvil oldum. Zatıma dahil olmuş ve bütün eşyayla alakamı kesmiş gibiydim. Zatımdaki iyilik ve güzelliği görüyor ve artık hayret etmiyordum. İzzetli ve faziletli olan en ulvi alemin bir parçası olduğumu artık biliyorum." Pisagor vasiyetinde şöyle der: "Ey kardeşim, sana söylediklerimi yapar ve bu bedeninden ayrılırsan havadaki bir arıya dönüşürsün. O zaman insana has vasıfları taşımayan ebedi bir yolcu olursun." Mesih aleyhisselam havarilerine vasiyetinde şunları söylüyor: "bu bedenden ayrılınca İlahımın arşının sağında bekler ve gittiğiniz her yerde sizinle beraber olurum. Yarın semavat saltanatında bana kavuşuncaya kadar yolumdan ayrılmayın." Rasul aleyhisselam da bir hutbesinde ashabına şöyle der: "Kıyamet günü bana en yakın olanınız, bıraktığım şekilde dünyadan ayrılanınızdır. Benden sonra sakın hâ değişmeyin.”
    Ey kardeşim! Allah seni ve bizleri kendi katından bir ruh ile desteklesin! Bil ki, gezegenler Allah'ın melekleri ve semavatın hükümdarlarıdır. Allah Teala onları, alemin imarı, mahlukatın sevk ve idaresi için yaratmıştır. Onlar, Allah'ın semavattaki halifeleridir. 
    Bil ki, pek çok insan astrolojinin, gaybın bilgisi anlamında bir iddia olduğunu zannederler. Halbuki mesele onların zannettiği gibi değil. Zira gaybın bilgisi, şuunatı akıl yürütmeye, esbaba başvurmaksızın bilmek demektir. Bunu ise ister müneccim, ister kahin, ister nebi, isterse de bir melek olsun mahlukattan herhangi biri bilemez, ancak izzet ve celal sahibi Allah bilir. Ey Kardeşim! Bil ki, insanın bilgisi üç türlüdür: onlardan bir kısmı olup bitmiş ve geçmişte kalmış şeylerle alakalıdır. Bir kısmı şimdiki zamanda tahakkuk eden, bir kısmı da gelecekte zuhur edecek şeyler hakkındadır. Insan bu üç bilgiye üç yolla ulaşır: geçmişte olanlar hakkında duyum ve haber alma, mevcut hâlde gerçekleşenler hakkında ihsas, gelecekte olacaklarla alakalı da akıl yürütme ile. 
    Hakimlerin bu ilmi tedkik etmeleri ve mevzubahis esrarı araştırmaları nefislerini terbiye etmek ve bu ilimleri daha ulvi ve şerefli olana yükselmek için kullanmak istemelerindendir. Astronomiyi öğrenmenin pek çok faideleri vardır. Birincisi insan gelecekte olacak şeylerden haberdar olursa bunlardan bir kısmını kendisinden uzaklaştırabilir. Yani şuunatı engelleyemese de bunlardan ictinab etmesi veya olacaklara önceden hazırlanması mümkündür. Nitekim onlar, Allah'ın leh ve aleyhlerine yazdıkları dışında başlarına bir şey gelmeyeceğini bilmekle birlikte kışın soğuğunu, yazın sıcağını, kargaşa ortamlarını ve tehlikeli durumları bertaraf etmek için odun toplamak, mal istif etmek, kaçmak, yolculuğa çıkmaktan vazgeçmek gibi tedbirler alırlar.
Astronomi bilgisinin diğer bir hususiyeti şudur; insanlar henüz tahakkuk etmemiş bir vakıadan evvelden haberdar olurlarsa Allah'a dua edip yalvarır, tevbe edip bağışlanmalarını isterler. Zira bilirler ki korktukları şeyi uzaklaştıracak ve endişelendikleri şeyi bertaraf edecek yegane kuvvet Allah'ındır. Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz onu varlık sahnesine çıkarmadan önce kayıt altına aldığımız bir tasarımımız olmadıkça ne yeryüzünün ne de sizin başınıza asla bir musibet gelmez; şüphesiz bu Allah için pek kolaydır. Böyle takdir edilmiştir ki elden kaçırdıklarınıza üzülmeyesiniz, ele geçirdiklerinize de sevinmeyesiniz; nitekim Allah hiçbir kendini beğenmiş şımarığı sevmez." (57/Hadid 22-23)

1.4 Coğrafya Hakkında Risale 

    Bütün kesret Bir'den başlamıştır ve ona dönecektir. Bütün mevcudat Bari'den başlamıştır ve O'na dönecektir. Ey Ademoğlu! Ben ölümsüz olan Allah'ım. Şayet bana itaat eder ve tavsiyemi kabul edersen seni ölmeyen bir canlı yaparım. Ey Ademoğlu! Ben Allah'ım. Bir şeye ol dediğimde oluverir. Bana itaat et ki seni de bir şeye ol dediğinde olduruverecek birisi yapayım. 
    Ey Kardeşim! Bil ki, kim dünyaya gelir ve orada yeme, içme ve evlilikle meşgul olarak; mal ve eşya biriktirme konusunda şehvetli ve hırslı olmaya azmederek; binalar, mimari yapılar ve kaşaneler kesbederek; ebedi olarak idame ettirmeyi dilediği bir mülk isteyerek; ilim taleb etmeyi terk ederek; eşyanın hakikatlerini fehmetmekten gafil olarak, nefis muhasebesini ihmal ederek, ahiret yurduna hazırlık yapma hususunda ihmalkarlık yaparsa, ömür geçip ecel yaklaştığında ve nefsin cesedden ayrılması anlamına gelen sekratü'l mevt geldiğinde, yaşadığı bu âlemden dünyanın mahiyetini anlamayan bir cahil olarak göçüp gider, dünyanın ufkundaki ayetlere bigane kalır, ibret almaz ve şahit olduğu mahsusatı teemmül etmez. (İşte bunların hükmü hakkında) Allah şöyle der:  "kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, öyle ki yolunu büsbütün kaybedecektir." (17/isra 72) 
    Bil ki her devletin bir başlangıç vakti, yükseleceği bir hedefi ve ulaşacağı bir sınırı vardır. En ileri hedeflerine ve en uç noktalarına ulaştıklarında çöküş ve eksiklikleri hızlanır. Halklarında uğursuzluk ve biribirine yardım etmeme hâli zuhur eder. Kuvvet, ihtişam ve intişar başkalarına intikal eder. Birinci devlet zayıflayana ve ikinci devlet onun yerine geçinceye kadar birisi her gün güçlenmeye ve artmaya, diğeri ise zayıflamaya ve eksilmeye devam eder. Bunun misali zamanın kanunlarının sürüp gitmesidir. Allah’ın hatırlattığı ve dediği gibi: "İşte (iyi ve kötü) dönemleri biz insanlar arasında döndürür dururuz." (3/Ali Imran 140)
    Ey Kardeşim! Bil ki, hayır ehlinin devleti, bir görüşte birleşen, bir mezhepte ve bir dinde ittifak eden hikmet sahibi alimlerden ve fazilet sahibi hayırlı kimselerden oluşan bir topluluk içerisinde ortaya çıkar. Onlar birbirleriyle münakaşa etmemek ve biribirine yardım etmeye ehemmiyet vermek üzere aralarında ahid ve akid yaparlar. Böylece dinin nusretini ve ahireti taleb etmek için yöneldikleri bütün işlerinde tek bir adam ve bütün idari faaliyetlerinde tek bir nefis gibi olurlar. Ödül olarak Allah'ın rızasından başkasını istemez ve buna şükrederler. Ey hikmetşinas ve hayırhah kardeşim! Allah onları ve bizi katından bir ruh ile desteklesin! Senin kendisiyle sohbet etmek isteyeceğin, hedeflerine yöneleceğin, ahlakını huy edineceğin, usullerini kavramak için ilimlerini araştıracağın, onlarla birlikte olacağın, zaferleriyle necata ereceğin, kötülüğün dokunmayacağı ve üzüntü içinde de olmayacak olan samimi kardeşlerin, hayırlı ve fazilet sahibi arkadaşların var mı?

1.5 Musiki Hakkında Risale

    Ey Kardeşim! Allah seni de bizi de katından bir ruh ile desteklesin! Şunu bil ki, iki elle yapılan her bir sanat ve orada ortaya konulan heyula, tabii cisimlerdir. Bundan istihsal edilen şeyler ise, musiki sanatı hariç, cismani şekillerdir. Zira heyula musiki sanatının içinde vaz edilmiştir. Musikinin tamamı ruhani cevherlerdir; o da dinleyicilerin nefisleridir, aynı zamanda tesirleri de tamamıyla ruhanidir. Nefisler üzerindeki tesiri oldukça çoktur; aynen sanatkarların sanatlarında ortaya koyduğu heyulalar gibi. Bu melodi ve seslerin bir kısmı, nefisleri zor işleri ve yorucu sanatlara doğru harekete geçirir. Aynı zamanda uğrunda mal stoklarının ve kişilerinin ümitlerinin seferber edildiği bedenlere zor gelen işler konusunda onlara kuvvet verir ve azimlerini takviye eder. Muhzin musiki, işitildiğinde kalpleri inceltir/rikkat, gözleri yaşartır, kişiye geçmiş günahlarından dolayı nedamet hissi verir, gönülleri samimileştirir ve kalpleri tamir eder. Müşecci (cesaret verici) musiki kavga ve savaşlarda askerlerin komutanları kullanır. (Bunların yanında şifahanelerde, düğünlerde çalınan çeşitli makamlar mevcuttur.) 
    Hakimlerin icad ettiği sazların en mükemmeli ve en güzeli ud denilen sazdır. Felsefi mantık metoduyla burhanını kavi bir şekilde ortaya koymuş ve delille de sabit olmuştur ki, semavat ehli ve felek sakinleri, Allah'ın melekleri ve salih kullarıdır. Onlar işitirler, görürler, aklederler, bilirler, okurlar ve gece-gündüz hiç durmaksızın tesbih ederler. Onların tesbihatı, Davud'un mabedde okuduğu Zebur'dan daha tatlı melodiler ve yüce meclislerde çalınan kaliteli udların tellerinden çıkan nağmelerden daha lezizdir. 
    Müziğin bazı nebilerin aleyhimesselam şeriatlarında haram kılınmasının sebebi, insanların müziği hikmet sahiplerinin kullandığı yolda değil bilakis oyun, eğlence yolunda kullanmaları, dünya lezzetlerine rağbet etmeleri ve mağrur olmalarıdır.  
    Ey Kardeşim! Allah seni de bizi de katından bir ruh ile desteklesin! Nefsini tasfiye konusunda heyula denizinden, tabiat esaretinden, cismani şehvetlere tapınmadan kurtulmaya gayret et. Erbabların yaptıkları ve kitaplarında ortaya koydukları gibi yap. Senin nefsinin cevheri, onlarınki ile aynı cevherdir. Ey Kardeşim! Ölüm denen şey, nefsin bedenden ayrılmasından başka bir şey değildir. Nitekim doğum da, ceninin rahimden ayrılmasından başka bir şey değildir. Ona selam olsun Mesih der ki: "iki doğum yaşamayan semaya yükselemez." Allah şöyle buyurdu: "Onlar (semavat ehli) orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar." (44/Duhan 56) Ahiret saadetini kazanamayanlar dünyaya dönmeyi ve ikinci defa bedenlerine kavuşmayı temenni ederler ve ikinci defa ölümü tadarlar. Allah Teala onların hikayesini şöyle anlatıyor: "Rabbimiz derler, iki kere öldürdün bizi ve iki kere dirilttin, artık suçlarımızı da itiraf ettik, buradan çıkmamıza bir yol yok mu?" (40/Mümin 11) Feylesoflar cenneti alemi ervah olarak tesmiye ederler.

1.6 Ahlakın Islahı ve Nefsin Tezhibinde Sayısal ve Geometrik Oran Hakkında

    Ey sadık ve merhametli kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruh ile desteklesin! Şunu bil ki, nebiler aleyhimesselam ve feylesoflar, ortağı ve benzeri olmayan Yüce ve Ulu Yaratıcının bütün mevcudata oranla özü itibariyle bir olduğunda ve onun dışındaki bütün mevcudatın çift kutuplu, müellef ve mürekkep olduğunda ittifak etmişlerdir. 
    Ilaçlar ve tedaviler de misallerindendir ki bunların karakterleri zıt, lezzetleri, kokuları ve renkleri muhteliftir. Orantılı bir şekilde karıştırıldıklarında pek çok fayda ihtiva eden ilaçlara dönüşürler. Ölçüleri ve miktarları orantısız bir şekilde birleştirildiklerinde ise zararlı ve öldürücü bir zehir olabilirler. 

1.7 İlmi Sanatlar Hakkında

    Ey Kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruhla desteklesin! Bil ki, insan; cismani bir beden ile ruhani bir nefsin biraraya gelmesinden ibarettir. Oysa beden ve nefs; vasıfları itibariyle birbirinden tamamen farklı, hâlleri birbirine zıd, arızi birtakım fiilleri ve geçici bazı vasıfları ortak olan iki cevherdir. Insan, cismani bedeni itibariyle dünyada sürekli kalmayı, ebedi olarak burada yaşamayı arzular. Ruhani nefsi itibariyle ise ahiret yurduna talib olur, oraya ulaşmayı temenni eder. Insan bir çok yönüyle ve pek çok durumda böyle dualistik bir yapıya; hayat ve ölüm, uyku ve uyanıklık, ilim ve cehalet, hatırlama ve gaflet, akıllılık ve ahmaklık, hastalık ve sağlık, hayasızlık ve iffet, cimrilik ve cömertlik, korkaklık ve cesaret, elem ve lezzet gibi birbirine zıt hususiyetleri vardır. O kendisinde, yani cismani beden ile ruhani nefsin ittihadından ibaret olan insanda zuhur eden; sadakat ile düşmanlık, fakirlik ile zenginlik, gençlik ve yaşlılık, havf ile reca, doğruluk ile yalancılık, hak ile batıl, doğru ile yanlış, hayır ile şer, çirkinlik ile güzellik gibi birbirine zıt ve biribirinden tamamen farklı söz, fiil ve huylar arasında gidip gelmektedir. 
    Ey Kardeş! Bil ki, saydığımız bu hususiyetler ne salt bedene ne de salt nefse nispet edilebilir. Aksine bu özelliklerin hepsine ve iki vechin toplamına sahib olan insan'a nispet edilir. 
    Ilim nefse ait, mal ise bedene ait bir kazançtır. Insan dünya hayatında yeme-içme nevinden lezzetleri elde etmeyi, mal sayesinde gerçekleştirir. Insanın ahiret yolunu bulması ise ilim ve din sayesinde olur. Yine nefs ilim sayesinde aydınlanır, aydınlatır ve sıhhatli olur. 
    Ey Kardeşim! Bil ki, insanoğlunun meşgul olduğu ilimler üç çeşittir:
a) Riyazi Ilimler 
b) Dini-Ictihadi Ilimler 
c) Felsefi-Hakiki Ilimler. 
    Riyazi Ilimler çoğu geçim talebi ve dünya hayatının iyileştirilmesi için tanzim edilmiştir. Bunlar dokuz çeşittir: okuma ve yazma, dil ve gramer, muhasebe ve iş muameleleri, şiir ve aruz, iyi ve kötü kehanet, sihir ve simya vb, muhtelif meslek ve sınaatlar, ticaret ve ziraat, siyer ve tarih. Dini ilimler; nefislerin tedavisi için ve ahiret talebiyle vaz edilmiştir, altı çeşittir: tenzil ilmi, te'vil ilmi, rivayet ve ahbar ilmi, fıkıh, tasavvuf, rüya tabiri. Felsefi ilimler dört çeşittir: matematik, mantık, fizik/tabiiyyat, metafizik/ilahiyat. (Matematik ilimleri de dört çeşittir: aritmetik, geometri, astronomi, musiki. Mantık ilimleri beş çeşittir: analitika/şiir, retorika/hitabet, topika/cedel, politika/burhan, sofistika/muğalata. Fizik/tabiiyyat ise yedi çeşittir: cismani ilkeler, sema ve alem, kevn ve fesad, meteoroloji, metalürji, botanik, zooloji. Metafizik/ilahiyyat ilimleri de beş çeşittir: Halık'ı esmasıyla bilmek, ruhani varlıklar, nefsaniyyat, siyaset (nebevi, krallık, genel, özel, kişisel), ahiret.) 

1.8 Pratik Sanatlar Hakkında

    Ey Kardeş! Bil ki, ilm, ancak talim ve taallümden sonra hasıl olur. Talim, bilfiil bilen nefsin, bilkuvve bilen zihni tahriki; taallüm ise, zihnin bilinebilir olan şeyin suretini tasavvur etmesidir. Ey Kardeşim! Bil ki, zihin bilinebilir olan şeylerin suretlerini üç yoldan elde eder: duyular, burhan ve tefekkür vasıtasıyla. Ey Kardeşim! Bil ki, bu sanatlardan bir kısmının ilk gayesi zorunluluktan/zaruriyyattan kaynaklanır. Bir kısmı bu zaruri olanlara tabidir ve ona hizmet eder. Bir kısmı da onlara tamamlayıp mükemmelleştirir. Bir kısmı ise bir güzellik ve süs içindir. Ressamların sanatı tabii, beşeri ya da nefsani sanat varlıklarının suretlerini taklit etmekten başka bir şey değildir. 
    Ey Kardeşim! Bil ki, her sanatta mahir olmak, hakiki sanatkara benzemek demektir ki O, Bari Tealadır. "Allah, işinin ehli ve mahir sanatkarı sever." denilmiştir. Rasulullah'ın da şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Allah sanatını güzel ve sağlam yapan sanatkarı sever." Binaenaleyh felsefenin tanımında da onun insanın takati nispetinde Halık'a benzemesi olduğu ifade edilmiştir. Bil ki siyasi erkin gayesi, devletin fesada uğramasını engellemek için, mensuplarının dine olan bağlılıklarını muhafaza etmektir. Dini muhafaza etmekten gaye, hem din hem dünya işlerinin iyi olmasını taleb etmektir. Evamir-i diniyye terk edildiği zaman hem din hem dünya işleri bozulur, hikmet batıl olur. Ilim öğrenen herkesin zihninde bilinebilir olan şeyin sureti bilkuvve haldedir. Onu öğrendiği zaman, o şey, onun zihninde bilfiil olur. Aynı şekilde herhangi bir sanatı öğrenen herkesin zihninde sanat eserlerinin suretleri bilkuvve hâldedir. 
    Ey Kardeşim! Bil ki sanatkar olan herkes için, sanatını ve ilmini öğreneceği bir üstad lazımdır. Bu üstad da kendinden evvelki üstaddan almıştır sanatını. Bu, ilmini beşerden almayan bir kaynağa kadar böylece devam eder.

1.9 Ahlak Hakkında 

    Allah Teala Israiloğullarına gönderdiği nebilerden birinin kitabında şöyle buyurmuştur: "ey insanoğlu! Ben seni ebediyyet için yarattım. Ben ki asla ölmeyecek olan diriyim. Sana emrettiklerime uy, nehyettiklerim de kaçın ki, sana ölümsüz bir hayat bahşedeyim. Ey insanoğlu! Ben bir şeye 'ol' deyince oluş sürecine girer. Sana emrettiklerime uy, nehyettiklerimden kaçın ki, seni de bir şeye 'ol' deyince olduracak bir kuvveti haiz kılayım." 
    Ey Kardeşim! Bil ki, insanların ahlakı ve tabiatları, dört vecihten farklılık arz eder. 
1. Bedenlerin karışımı ve bu karışımların yapısı itibariyle 
2. Ülkelerin toprağı ve iklimin farklılığı itibariyle, 
3. Atalarının, muallimlerinin, müderrislerinin, kendilerini büyüten ve terbiye eden kimselerin fikriyatları, 
4. Ana rahmine düştükleri anda ve doğumları anında astrolojik ahkamın icabları itibariyle.
    Akıl sahibi olan bir kimse, nefisten kaynaklanan huylardan birinin kendisinde galip gelmesinden kokarsa, ruhun huylardan onun zıddı olan bir huy ile ona karşılık verir ve o huya itina gösterir. Böylelikle onu dengeli hale getirip takviye eder. Misalen, hiddete hilm ile, korkuya vakar, şehvete iffet, oyuna hayâ, eğlenceye güzellik ile, gülmeye hüzün, rezilete şeref, düzenbazlığa cesaret, yalana sadakat, kabalığa nezaket, aceleciliğe sabır, çılgınlığa da tahammül ile mukabele eder. Zira her ahlaki maraz zıddı ile tedavi edilir. Sıcak bölgelerde doğup büyüyen ve o ortamda yetişen kimselerin bedenlerinin mizaclarında ekseriyetle soğukluk hakim olur. Oysa soğuk bölgelerde doğup büyüyen ve o ortamda yetişenlerin bedenlerinin mizacında sıcaklık hakim olur. 
    Ey Kardeşim! Allah seni de bizi de katından bir ruh ile desteklesin! Bil ki, yaratılışta insanın tabiatına işlenmiş olan ahlak/ahlak-ı merkuze; bedenin organlarından her birinin bir şeye hazır ve yatkın olma halidir. Bu yatkınlık sayesinde, nefse herhangi bir davranış ya da ameli, herhangi bir sanatı ortaya koymak, ilimlerden herhangi birini, bir edeb ve ahlakı ya da siyaseti düşünüp taşınmadan öğrenmek kolaylaşır. Ahlak-ı müktesebe günlük yaşamda kesbedilen ahlaktır. Tabiatı, yukarıda anlatılanların zıddı olan şeylere yatkın olan kimse, bu özellikleri kullanırken ve fiilleri serdederken düşünüp taşınmaya, ictihada ihtiyaç duyar. Insan bu davranışlara ancak bir emir ve nehiy, vaad ve vaid, medh ve zemm, teşvik ve ihtardan sonra sevk olur. Işte insan tabiatında onun zıddı olarak bulunan her şeyin hükmü bu misalde ifade ettiğimiz gibidir. Zıt temayüllere sahib olan kimse bir emir ve nehye, düşünmeye, ictihad ve teşvike ihtiyaç duyar. İşte dinin emir ve nehiylerinin çoğu bu sebeble gelmiştir. Dinin bazı vaadlerde bulunması, birtakım şeylerden sakındırması, bazı şeyleri teşvik etmesi ve bazı ihtarlarda bulunması da bundan dolayıdır.
    Ey Kardeşim! Allah seni ve bizi katından bir ruh ile desteklesin! Bil ki, yeryüzünde Allah'ın halifesi olduğunu söylediğimiz bu insan-ı mutlak, tabiatı itibariyle beşeri ahlakın, beşeri ilimlerin ve hikmetli sanatların hepsini kabule yatkın olarak yaratılmıştır. Bil ki, günlük alışkanlıklar devamlı yapılmak suretiyle, kendilerine benzeyen bir ahlak oluşturup onu güçlendirir.
    Ey kardeşim, bil ki bazı insanların inancı ahlakı doğrultusunda, bazılarının ise ahlakı inancı doğrultusundadır. Mesela merih tabiatlı olanların nefsi, içinde taassub, cedel ve husumet olan inanç ve mezheblere; müşteri tabiatlı olanların nefsi ise zühd, vera ve nezaketi önemseyen inanç ve mezheblere meyilli olur. Bu misallerde insanların inanç ve kanaatleri ahlaklarına tabidir. Ahlakı inancına tabi olan kimse ise bir görüşe inanıp, bir mezhebe dahil olduğunda ahlakı ve seciyesi bu mezhebe mutabık olur.  
    Bil ki, bu anlattıklarımız üzerinde tefekkür eder, varoluşun mebadiini ve mevcudatın esbabını iyi tetkik edersen, şu iki vasıf, ebedi olma arzusu ile yok olmaktan nefret hissinin; nefislerin tabiatına yerleşmiş olan bütün arzuların aslı ve esası, bu arzuların da onların bütün ahlak ve seciyelerinin aslı ve esası, bu ahlakın ise onların bütün davranışları, sanatları, marifetleri ve tasarrufları için asıl ve esas teşkil ettiğini fehmeylersin. 
    Vahyin lafızlarını tefsir edenlerin ihtiyaç duyduğu ahlak, haslet ve evsaf; öncelikle dinin sahibinin vahiy/tenzil ile maksadını ve müşterek manalı lafızlar kullanmadaki gayesini bilmek, sonra da söz ve ifadelerin muhtelif kullanımlarına dair geniş malumat sahibi olmak ve dini vaz edenin maksadını teyit eden muhtemel manaları bilmek, mana istihraç etme ve onları güzel ifade etme hususunda bu manaları talim edenlerin anlayışına irca ederek ve dinleyenlerin akıl seviyelerine göre anlatma azminde olmak, sözlerinin ve ifadelerinin dini vaz edenin nazil ettiği vahyin sözlerinin, kelamının ve beyanının lafızlarını tefsir ederken işaret ettiği manalarla çelişmeyeceği şekilde bir kalbi teyakkuza sahip olmaktır.  
    Bil ki, ehli dünya, Allah'ın 'hayvanların yediği gibi yerler. Kalacakları yer ateştir' (47/Muhammed 12) buyurduğu gibi dünyada bedenlerinin yararına olan şeyleri elde etme, zararına olan şeyleri de def etme uğrunda hayvanlar gibi çabalayıp dururlar. Ahiret ehlinin ahlakı ise; ister akıl ve fikir mucibince isterse dinin evamiri ve terbiyesina itaat ederek kazandıkları ahlaktır. Dinin emirlerinin ekseriyetinin insanların tabiatında bulunan şeylere ters olduğunu, yasaklarının ise insan tabiatına yerleşmiş arzulardan; rahatlık, bolluk, lezzet talebi ile tabiatta yerleşik diğer şeylerden ibaret olduğunu tezekkür ederek anlarsın. Böylece dünya ehlinin ahlakının ahlak-ı merkuze, ahiret ehlinin ahlakının ise ahlak-ı müktesebe olmasının sebebi ortaya çıkmıştır. "Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranlar için şüphesiz cennet yegane son durmaktır" 73/Naziat 40-41 
    Rasulullah'tan şöyle bir rivayet gelmiştir: "ilim öğreniniz. Çünkü ilim, haşyetullahı gerektirir. Ilim peşinde koşmak ibadet, ilim müzakeresi tesbih, ilmi tetkikat cihad, bilmeyenlere ilim öğretmek sadaka, ilim ehline maddi destek vermek Allah'a yakınlık vesilesidir. Çünkü helal ve haram ilim sayesinde bilinir. Ilim cennet yolunu aydınlatan şua, yalnızlıkta en iyi dost, gurbette arkadaş, bollukta ve darlıkta kılavuz, düşmanlara karşı silahtır."  
    İlim, amelin kılavuzudur. Amel ilme tabidir.  
    Şeytanların ahlakının en başta geleni; iblis'in kibri, Adem'in hırsı ve kabil'in kıskançlığıdır.  
    Kibru'n nefs (nefis yüceliği) her zaman ve her şeyde övülecek bir şey değildir. Fakat gerektiği zaman, gerektiği gibi, gerektiği kadar ve gerektiği için kullanılırsa o zaman övülen bir şey olur. Bunu bu şekilde yapan kimse; şahsiyet sahibi, nefsi hür, yüce himmet sahibi, iffetli, cömert, iyi ve dindar bir insan olur. 
    Dünyaya karşı şuurlu bir zühd; dünya hayatının geçici nimetlerinin fazlasını ve onlara yönelik arzuları terk etmek, aza razı olup olması gereken asgari miktar ile kanaat etmek demektir. Bu öyle bir haslettir ki iyi ahlak, erdemli ameller ve güzel fiiller gibi birçok haslet de onun peşinden gelir.  
Az yiyen insan; bedenen daha sağlıklı, hafızası daha güçlü, anlayışı daha keskin, kalbi daha temiz, uykusu az, rüyası sadık, nefsi hafif, düşüncesi daha nazik, işitmesi daha net, duyuları daha sağlıklı, görüşü daha isabetli, ilmi kabule yatkın, tabiatı daha sağlam, dostluğuna güvenilir ve oldukça iyi kalpli bir kimse olur. Eğer az yeme alışkanlığına kanaat da eşlik ederse, bir tefekkür tarlası, hikmetin menbaı, zekânın hayat kaynağı, kalbin lambası, bedenin tabibi, arzuların katili, vesveselerin yok edicisi, ilham kaynağı, nefsin şerrine karşı bir koruma ve şiddetli hesaba karşı bir teminat olur. Insanların karnı doyunca bedenleri semirir, kalpleri kararır, nefsleri azar ve şehevi arzuları artar.  
    Zımnen Allah Teala şöyle der: ey kulum! Eğer yapmanı emrettiğim bir şey sana zor gelirse "la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim” de. Başına bir bela ve musibet gelirse "inna lillah ve inna ileyhi raciun" de. Bana karşı günah işleyerek ayakların kayarsa "ey Rabbimiz, biz kendimize zulmettik..." (7/23) eğer karmaşık bir durumla karşılaşır bir çıkış yolu ararsan "beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur" (26/78) eğer başına bir musibet, keder ya da üzüntü gelirse "ben gam ve kederimi sadece Allah'a arz ediyorum." (12/86), eğer bir hata işlersen "bu şeytan işidir.." (28/15), eğer bir günahtan uzak durmayı başarırsan "nefsimi temize çıkarmıyorum" (12/53), eğer bir bela ile imtihan edilirsen Davud'un yaptığı gibi yap "Rabbinden mağfiret dileyerek secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi" (38/24), yarattıklarımdan isyan edenleri, hata edenleri görürsen "eğer onlara azab edersen şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin" (5/118) eğer bana tevbe eder, bağışlamamı dilersen "Rabbimiz unutursak veya hatay düşersek bizi sorumlu tutma..." (2/286), olayların sonucunun ne olacağından korkarsan "Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla, lütfu en bol olan sensin" (3/8) de.

1.10 İsagoci Hakkında 

    Şüphesiz kelam, gönüldedir, lisan ancak gönülde olana delil kılınmıştır. 
  İlim, alimin nefsinde bulunan malumun suretinden başka bir şey değildir. Sanat, alim olan sanatçının nefsindeki sureti ortaya çıkarmak ve bu sureti maddeye vazetmekten başka bir şey değildir. 
    Bil ki manalar ruhlar ve lafızlar bu ruhların bedenleri gibidir. Bunun sebebi şudur; manası olmayan her lafız ruhu olmayan ceset gibidir. Kendisinin bir lafzı olmayıp sadece nefsin düşüncesinde bulunan her mana da cesedi olmayan ruh gibidir.

1.11 Kategoriler Hakkında 

    Dış dünyadaki varlıkların bütün anlamlarını ihtiva eden on lafız: cevher, kemmiyet, keyfiyet, izafet, mekan, zaman, konum, sahiplik, fiil, infial.  
    Öğretim yolları dörttür: had/tanım, burhan/kesin kanıt, tahlil, taksim.  

1.12 İbarenin Anlamı Hakkında 

    Felsefi mantığı incelemek isteyenlerin evvela dilbilim eğitimi almaları gerekir. Ey kardeşim! Bil ki, kelimeler ve isimler belli bir uyum içinde oldukları zaman sözlere dönüşür. Sözler iki türlüdür: kendilerinde doğruluk ve yanlışlığın vuku bulduğu sözler ki bunlara haber denir ve kendilerinde ne doğruluğun ne de yanlışlığın vuku bulduğu sözler ki bunlar dört kısma ayrılır: emir, soru, ünlem, temenni. 

1.13 Kıyas Hakkında 

    Herhangi iki önerme/kazıyye bir araya getirilir ve kendilerinden zorunlu olarak başka bir hüküm çıkarsa bu önermeler öncül/mukaddime, söz konusu hüküm ise sonuç/netice adını alır. Her iki mukaddimede bulunan ortak terime haddül müşterek denir.
    Ey Kardeşim! Bil ki, bu kısımda muğalatanın yerini araştırarak incelemek ve ondan sakınmak gerekiyor. Zira mantıki kıyası geçeriz kılmak isteyenler bu konu üzerinden yürümüşlerdir. Ey Kardeşim! Her şeyden evvel sözlerini çelişkiden nasıl koruyacağını bilmeye ihtiyacın vardır. Bunu yaptığında felsefi mantık sanatına hakim olursun. Bil ki, mantık felsefenin ölçüsüdür ve onun filozofun aleti olduğu söylenmiştir. Felsefe peygamberlikten sonra beşeri sanatların en değerlisi olduğuna göre felsefenin ölçüsüsü de ölçülerin en sahihi ve aletlerin en değerlisidir. 

1.14 Burhan Hakkında 

    Kıyasın mukaddimeleri aklın apriorilerindeki (evailü'l ukul) bilgilerden alınır. Bu bilgiler iki şeyden ibarettir: eşyanın hüviyetleri ve mahiyetleri. Nefislerde eşyanın hüviyetleri duyular yoluyla, mahiyetleri ise tefekkür yoluyla meydana gelir. Burhan sanatının evaili/ilkeleri bidayetül ukul olan bilgilerden alınır.  
    Kadimle kastedilen şey, alemin üzerinden uzun bir zamanın geçmesi ise alem kadimdir sözü doğrudur. Yok eğer onunla kastedilen alemin şimdi sahip olduğu aynının değişmezliği ise bu söz yanlıştır. Zira alem, şimdiki halini sürekli devam ettirmesi bir tarafta dursun, bir anlık bile tek bir hal üzere aynında değişmez değildir.  
   İlm ve marifet derecesi bakımından, çocukluktan itibaren basiretsizlikle ve düşünmeksizin alışmış/edinmiş olduğun ahlak, adet, görüş, mezhep ve amelleri kendi nefsinden uzaklaştırmak suretiyle yükselmen gerekir.  
    Ey Kardeşim! Bil ki, duyulur şeyleri daha fazla düşünüp incelediği, onların hallerini tefekkür süzgecinden geçirdiği ve onları düşüncesiyle temyiz ettiği takdirde anlayış sahibi âkil bir insanın zihnindeki akli bilgiler çoğalır. Bu bilgileri kıyaslarda kullanıp sonuçlar çıkarması neticesinde de burhani bilgileri çoğalır. Burhani bilgileri çoğalan her nefis bunun uyarınca maddeden soyutlanmış suretler olan ruhani şeyleri tasavvur etmeye güç yetirir ve bu durumda onlara benzeyerek bilkuvve onlar gibi olur. Ölüm anında cesedden/bedenden ayrıldığında ise bilfiil onlar gibi olur, zatıyla özgürleşip kevn ve fesad aleminin cehenneminden kurtulur, ruhlar aleminin darul hayevanı olan cennete girmeye muvaffak olur.

Hazırlayan: Yasin Yılmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder