23 Ekim 2016 Pazar

Kur'an'ın Zihni İnşası \ Seyyid Abdüllatif


Seyyid Abdullatif'in yaklaşık 63 yıl önce yazdığı bu kitapta hadis eleştirisi, kader meselesi, cennet-cehennemin sonlu oluşu,demokrasi,birleşmiş milletler hatta kısmen de olsa tarihselcilik gibi farklı ve önemli meselelere değinilmiş ama ben dikkatimi çeken birkaç sayfayı yazdım.
Hatırlanacağı gibi Türkiye çok talihsiz olaylar neticesinde entelektüel bir karmaşa içine düştü ve yönünü tümüyle Batıya çevirdi. 1924te asırlardır İslam dünyasını bir arada tutan bir kurum olarak hizmet vermiş olan Hilafeti ilga etti aynı yıl din işleri bakanlığını ve şeri mahkemeleri ve şeri mahkemeleri feshetti. Kısa bir süre sonra da Medeni kanunu değiştirdi ve dini okulları kapattı. 1925te fes giymeyi yasakladı. 1926da Atatürkün ilk heykeli yapıldı. 1928de İslamın devletin dini olduğuna dair Anayasada yer alan tüm ifadeler çıkarıldı. Ertesi yıl dini eğitim yasaklandı. 1933te üniversitelerdeki ilahiyat bölümleri kapatıldı.1934te dini kıyafet giyimi yasaklandı ve 1937de laiklik ilkesi Anayasaya girdi. Böylece Türkiye dini ile bağlarını koparmış oldu.
Fakat bu uygulamalarla İslam Türkiyeyi terk mi etmiş oldu? Ya da o dönemden sonra Türkler İslama hiç ihtiyaç ve istek duymadılar mı? Dışarıdan bakan biri için bu soruların cevabı evet olabilir ancak gerçek şuydu ki Türklerin kalbi her zamankinden daha çok İslam atıyordu. Devleti modernleştirme konusunda yanıp tutuşan yeni idareciler aynı şekilde dinlerini de modernleştirmek istiyorlardı. Fakat yöntemleri sakattı. Türk halkı devletlerinin demokratikleşmesi yolunda duygu ve hissiyatlarına ters düşmekten çok uzak olan bu hareketin İslamın en temel unsurlarından olduğuna ikna ederek liderleriyle beraber hareket edebilirlerdi ve aslında sonuna kadar da onların yanında yer almışlardı. Ancak din konusunda onlar kadar aceleci ve istekli olamazlardı. Eğer islamı modernize etme çabaları onu Ortaçağ hurafelerinden kurtarmak ve kurani değerlerin yeniden hayata hükmetmesine imkan vermek amacıyla yapılmış olsaydı Türkiye hiç kuşkusuz tüm İslam dünyasında Devrimci İçtihat Hareketinin lideri olur Batı kapitalizmi ve sömürgeciliğin İslam dünyasına yönelik mütecaviz akınlarının önünü kesebilir ve kapitalizmin komünizmi doğurmayacağı istikrarlı bir ekonomik düzen öngören Kurani görüşü modern dünyada yeniden diriltmeyi başarabilirdi.
Tüm bunlar Türkiyenin bir cumhuriyet olduğunu ilan ettiği 1924 yılında mümkündü. O gün Türkiye adı hala İslam dünyasında sihirli bir isimdi. Fakat idarecileri fırsatı kaçırdılar. Ne entelektüel olarak ne de manevi açıdan hiçbirinin yerine getirme salahiyeti olmayan bir görev olarak dinlerini modernleştirmede gösterdikleri şiddetli arzunun neticesinde İslam sanki ritüellerden ibaretmiş gibi İslami ibadetleri Avrupa formuna sokma gayretine girip onu basit ritüeller konumuna indirgediler. 1930da oluşturulan bir komite :
‘’Türkçenin ibadet dili olmasını bu şekilde yazılan duaların Türkçe okunmasını ibadet yaparken geleneksel ve modern tarzda vokal ve enstrümantal müziğin kullanılmasını tıpkı kiliselerde olduğu gibi camilere de vaaz kürsüsü yapılmasını sandalyeler konulmasını-bunlar şimdi(2015) var-elbiselerin giyilip çıkarılabildiği bir yer yapılmasını temiz ayakkabılarla camiye girilmesini’’vb önerdi.
Fakat komite derhal feshedilmek zorunda kaldı. Gerekçe şuydu peygamberi geleneğe bağlı olan Türk halkı böylesi bir yeniliği kaldıracak kadar güçlü değildir. Bu yüzden bu çaba başarılı olamazdı. Ufukta bir tepki görüldüğü için komitenin feshedildiği aşikardı ve bu tepki şimdi gün yüzüne çıkmıştır. Amerikanın dış görevler komiserliği bürosunun yayınlar bölümü İstanbul başkanı John Kingsley Birge bu konuda şu tespitlerde bulunmaktadır:
Son birkaç yıl içinde ülkede tamamen ters istikamette bir anlayış hakim olmaya başladı. Son zamanlarda Ortodoks Müslüman liderlerin taleplerine karşılık olarak belirli tavizler verilmektedir. Bunların ilki kontrol altındaki dini eğitimin kurumlaştırılmasıdır. İlk olarak bunun altında yatan düşünce 4. Ve 5. Sınıflarda dini eğitimin gönüllü kılınmasıydı. Sadece bu sınıflarda dini eğitim görmek istediklerine dair ailelerinden bir onay mektubu getirenlere bu izin verilecekti. Bu öğrencilere ders saatleri dışında okuldaki öğretmenler tarafından dini eğitim verilecekti. Dikkatlice hazırlanan bu programa göre dini eğitimin yeniden eski Şeri hukuku geri getirmek ve Cumhuriyet reformlarını iptal etmek isteyen fanatiklerin eline geçmesi önlenecekti. Beklenti buydu. Bu yıl dini eğitim mecburileştirildi. Aileler şimdi artık çocuklarını bu eğitimi istemiyorsa bu yönde taleplerini içeren mektup getirmelidir.
İkinci bir taviz de Ankara Üniversitesine bağlı bir İlahiyat Fakültesi kurulmasıyla verilmiştir. Bu fakültenin tamamen modern ve bilimsel bir fakülte olacağı ileri sürülmektedir. Eğer kurulacaksa burada karşılaştırmalı dinler tarihi okutulmalıdır. Modern ve bilimsel olacaksa hem kutsal kitapların metnine yönelik eleştirilerin hem de tarihsel eleştirel akımının okutulmasına izin verilmelidir. Eğer bunlar olursa İlahiyat Fakültesi son asırda liberal Hıristiyanlığın takipçilerinin maruz kaldığı baskılarının aynına muhatap olmayacak mıdır ?
Burada Türkiye örneğini zikretmemin tek nedeni hükümetinin bilinçli bir şekilde Batılı olmaya çalıştığı bir ülkede bile halkın kültürel köklerinden kopartılamayacağı gerçeğini vurgulamaktadır. Hemen her islam ülkesinde Ümmetin bilinçli üyeleri modern dünyanın karmaşık sorunları ve ihtiyaçlarına cevap olacak tarzda hiçbir dış etki altında kalmadan kendi insiyatifleri ile ve toplumsal düşüncelerini Kuran temeline oturtarak Ortaçağ prangalarından kurtulmanın yollarını ciddi bir şekilde araştırmaktadırlar. Ve eğer bu çabalarında dinin kaynaklarını araştırırken Birge’nin Ankara Üniversitesi bünyesinde açılan yeni İlahiyat Fakültesinin yaptığını sandığı gibi metinsel ve tarihsel eleştiriciliği hakkıyla işletirlerse bundan en çok karlı çıkan İslam olacaktır. Eğer bu daha önce önerilen şekliyle hep birlikte yapılacak bir iş olursa bütün Müslümanların bağlandıkları ortak ve temel bir fıkhın doğuşuna neden olabilir ve Türkiyenin yeniden inşa edilmiş bir Şeriata geri dönüşümü sağlayabilir.
Altın bir kez cürufundan ayrıldı mı yani Müslümanlar silkinip kendilerine geldi mi hiç çekinmeden söylüyorum İslam dünyası Batılı demokratik yaşamda Kuranla uyumlu ne varsa almakta tereddüt etmeyecek ve aksine Batıda olmayan ve Batının sadece demokratik anlayışına değil ekonomik anlayışına da manevi bir öz aşılayabilecek kimi faziletleri onlara kazandırmak için kendini hazır hissedecektir. Eğer Abd komünizmin Müslüman ülkelere sıçramasını önleme konusunda çok istekliyse o zaman bu ülkelerin ekonomik düzeyini iyileştirme yolunda onlarla iyi niyetli işbirliğine girsin. Gerisi onlara kalır zira onların ötesine geçmek ve aynı zamanda onları Batılı değerler adına -her ne iseler- kazanmaya çalışmak bıktırıcı ve uzun vadede nankörlük getiren bir iş olacaktır. Daha iyisi özgür dünya ülkelerini büsbütün tutsak edilmişlerin haklarını koruyan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde yer alan dünya değerlerine saygılı kılmaktır ve bu rakip bir dünyaya karşı dur durak bilmeden planlar hazırlayıp tuzaklar kurmak suretiyle değil bilakis iç arınmayla mümkündür.

M.Emin Bozyiğit

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder