9 Haziran 2017 Cuma

İslam ve Mülkiyet \ Mahmut Talegani



İSLAM VE MÜLKİYET

GİRİŞ

Allah insan ihtiacının bazı unsurlarını onun tabiatına bağımlı hale getirdi ve bu ihtiaçların giderilmesini zorlaştırdı. Bölece baskı yapan temel ihtiyaçlar insan özündeki güçleri uyarır, sahip olma güdülerini harekete geçirir, düşünceyi canlandırır, karşı koymaya cevap vermeye tedbirler geliştirmeyi sağlar vs.

1. Bölüm 
MÜLKİYETİN GELİŞİMİ

Mülkiyet prensibi fıtri ve tabi bir olgudur ve hukuki bir konu olan mülkiyetten önce gelir. Hukuki kuralların vs kaynağı olan mülkiyet ekonomik, sosyal, politik ideolojileri doğuran sonraki bir gelişmedir.
- Mülkiyet: İnsan Tabiatı ve Hayvansal İçgüdü
Hayvanlar ve ilkel insanlar ihtiyaçlarını birkaç şeyle sınırlamışlar ve ihtiyaçları bir kere karşılandıktan sonra onları terk etmişlerdir. İlkel insan mağarayı vs eşyası telakki etmiş ama temel ihtiyacını tatmin ettikten sonra başkası tarafından kullanılmalarına aldırmamıştır. Bireysel ve ailevi hayatın kabile ve topluluk hayatına dönüşmesinden sonra, sahip olma ve mülk edinme güdüsü; üretim, bölüşüm ve tüketim safhalarını içine alacak ve sonuçta merkezileşecek ölçüde artmaya başladı. Burada mülkiyet temel ihtiyaçların tatmini sınırını aşarak insan tabiatında daha derin bir yer edindi.
- Emeğin Bölünmesi, Bölüşüm, Trampa, Para ve Kapitalizmin Doğuşu
İlk dönemlerde alım satım ileri trampa şeklinde yürütüldüğünden ve mallar bozulma ve çürümeye maruz bulunduğundan, servet birikimi ve hayat standartlarında farklılıklar ortaya çıkmadı.
Parayla beraber stoklama gelişti daha fazla para ve sermaye sahibi oldular. Kapitalistler topraklara ve kaynaklara el koydular. Bu süreç, başlangıçta değer ölçüsü ve ticaret aracı olarak kullanılan paranın maldan daha değerli bir nesne haline dönüşmesine yol açtı. Faiz yaygınlaştı ve para bizzat bir güç kaynağı haline geldi.
- Teorilerin ve Kanunların Ortaya Çıkışı
Yapıcı düşünen anlayış sahibi insanlar insancıl duyguları geliştirmek ve para ve servet sahiplerine sosyal sorumluluklarını hatırlatmak istediler.
- İdeal Devlet Kavramı ve Hipotezleri
Filozofların bir kısmı adil ve uyumlu bir toplum oluşturmanın yolunun, kabul ve destek gören bir toplum modeli geliştirmek ve bu fikri yerleştirmekten geçtiğine inandılar.
(burada ideal devlet üzerine yazan düşünen kimi filozofları ele alır )
Fizyokratlar; fizyokratlar, gerçek hayattaki düzenin genel hatlarıyla tabii düzene bağlı olması gerektiğine ve toplumda ekonomi ve ahlakın birbirinden ayrılamayacağına inanıyorlardı. Tabiat kendini açıkça ortaya koyar ve herkesçe anlaşılabilir. Bunu kavramak için insan özgür, alışkanlıkların ve kazanılmış bilgilerin sınırlarından kurtulmuş olmalı.
Adam SMİTH; toprağı zenginliğin kaynağı olarak gören fizyokratlardan farklı olarak Smith, emeğin zenginliğin kaynağı olduğunu, ticaret ve sanayin de üretken faaliyetler olduğunu savundu. Sınıflar makinenin parçaları gibidir. Ekonomik ve sosyal düzende serbestliğin tabi bir durum olduğunu düşünüyordu. Tabi düzenin apaçık ortada olan gerçekleri araştırmakla mümkün olacağını düşünen fizyokratlardan ayrı olarak bunun gerçekleşmesinin serbestlikte yattığını düşünüyordu.
Malthus; felaketlerin kaynağı nüfusun sınırsız artışı. Nüfus geometrik, gıda maddeleri üretimi aritmetik artacak. Nufüs artışını nlemenin en geçerli yolu evliliği ve doğumu sınırlamak. Diğer yol da, bireylerin ve grupların hayır yapmaktan vazgeçmeleri ve istisnai durumlar dışında destekleri kaldırmaları.
Sanayi Devrimi; yoğun mahrumiyet hissi ve sınıf çatışmasını doğuran, hayatın nisbi dengesindeki köklü bir değişme ve lüksün eğlencenin, imtiyaz beklentisinin ortaya çıkışıydı. Sosyal düzenin çöküşüne, sanayi devrimi sonucunda sakıncalara sebep olan faktörler;
1) Servet daha az sayıda insanın elinde birikti
2) Zannatkarlar ve işçiler, tabi kaynaklara sahip olma ve onları işletme imkanlarından yoksul bırakıldı
3) Halkın şehirlerde toplanmasının ve lüks tüketim artışının sonucu olarak bir istek ve talep patlaması oldu
4) İşçilerin ve çiftçilerin bağımsızlık ve kişiliklerinde zaıflama meydana geldi
5) İnsanlar arasından daha yakın temasların ve uygarlığın bir sonucu olarak kolektif bilinç gelişti.
6) Dini esasların yanlış yorumlanması ve hurafeler, ahlaki temelleri ve manevi ilişkileri daha da zayıflatan din karşıtı tepkilere yol açtı


2. BÖLÜM
İŞGÜCÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI

Sanayi devriminden sonraki işçilerin avantajı, aynı çatı altında ve birbirlerine yakın yaşamalarıydı. Bu yakınlık ve işbirliği onlarda giderek özel bir ahlaki ve manevi yapı oluşturdu. Düşünme ve ahlaki sorunmluluk duyma yöntemleri açısından homojen bir grup oluşturdular. Sınai gelişme ve baskılar saflarını daha da sıklaştırdı.
İngiltere gibi ülkelerde işçiler grupsal bağımsızlığa sahip ve sosyal işbirliğine dahildiler. Sanaideki hızlı gelişmelere rağmen dikkate değer sosyal farklılıklar ve kopmalar meydana gelmedi. Çalışma şartları ve geçinme imkanları konusunda endişelerin bulunduğu ülkelerde çalışan sınıflar sosyal organizasyonlara giriştiler, temsilciler seçtiler ve toplumda belli bir statü edindiler. İşçilerin sıkıntılarına kulak verilmeyendaha zayıf bir sosyal işbirliğinin mevcut olduğu ülkelerde ise işçiler, sanayicilere ve kapitalistlere karşı ayrı bir sınıf olarak örgütlendiler.

3. BÖLÜM
MARX’IN TEDRİSİ

Üretim araçlarından önce bir durgunluk olmalı. İnsanlar bunlara neden sahip oldular, insan tecrübesi ve zekası burada önemli bir faktör oluyor. (burada marxismin  mutlak ve değişmezliğine saldırır)
Sanayi mallarının gerçek değerlerinin veya mübadele değerlerinin yalnızca içerilen emek miktarına göre belirlenmesinin ne teorik veya entelektüel bir balkış açısıyla, ne de pratik gerçekler ışığında kabulü mümkün değildir.

4. BÖLÜM
İMAN VE İTİKAT AÇISINDAN EKONOMİ

Hayatını sürdürmeye ve olgunlaşmaya giden yol, karşıt insanı unsurlar ve fedakarlık arzuları ile tatmin etme Saikleri arasında hiç kimsenin başkası üzerinde hakimiyet kuramayacağı şekilde bir denge kurmaktan geçer. 
İslam kendine özgü planını oluşturmadan ve yapıyı inşa etmeden önce o planın ve yapının entelektüel düşünsel zeminini hazırlar.

5. BÖLÜM
İSLAM EKONOMİSİNİN TEMELİ VE İSLAMİ HÜKÜMLERİN KAYNAKLARI

Mülkiyet sınırlı ve izafidir. Mülkiyet, otorite ve sahip olma gücü anlamına gelir. İnsanın gücü ve otoritesi sınırlı olduğundan hiç kimse kendini mutlak malik, tam bir sahip olarak görmemelidir. Temel ilkeden hareketle mülkiyet arzusu ile ilgili şu temel kurallar geliştirilebilir;
a) Toprak ve tabii kaynaklar hiç kimsenin(ne toplumun ne de bireylerin) özel malı değildir. Yalnızca müminlerin emiri yeryüzü ve kaynakları üstünde gözetim hakkına sahiptir. (zel durumlar ve şartlar dışında özel mülkiyet izne tabidir.)
b) Kişi, toprak ve tabii kaynaklar üzerinde ancak onları yararlı ve verimli biçimde kullandığı sürece özel ve sınırlı bir sahiplik hakkı kazanabilir. Üretilen ürünler ve mallar üzerinde de benzeri özel ve sınırlı bir mülkiyet sözkonusudur.
c) İslam fıkhı, mülkiyetin ve mülk sahibi olmak için gösterilen çabanın düzenlenmesi için belirli tanımlamalar ve şartlar öngörmüştür.
d) Kişiler ve belli gruplar tabii kaynaklar üzerinde (enfal ve fey) hak iddia edemezler. Ayrıca kimse özel şartlar getirilmek suretiyle ınları kullanmaktan alıkonulamaz.
e) Mübadele ve değer ölçüsü olan para ve dövizin belirli kişiler tarafından biriktirilmesine izin verilemez. Böylece bunlar güç haline gelir ve hayatın zaruri kaynakları ve araçlarını tekellerine almaya başlarlar. Normal ve adil çalışma ve bölüşüm şartları ortadan kalkmış olur
f) İslami ilkeler ve kurallar gereğince, bir kişinin nakit varlığı ve zenginliği belli bir düzeye ulaşır yahut belli bir zamanda artış gösterirse, direk ve sabit bir vergiye (zekat) tabi tutulur.
g) Kamu menfaati gereğince, müminlerin emiri toprakları ve tabi kaynakların mülkiyetini iktisap etme ve onlar üzerinde mali yükümlülük koyma (haraç) hakkına sahiptir
h) Gayrimeşru yollarla sağlanan kazanç veya zararlı malların ticaretinden elde edilen zenginlik, mülkiyet konusu olamaz.
i) Çocuklar ve deliler kendi malları üzerinde hak sahibi değillerdir
j) İslam birey ve toplum için zararlı veya faydasız olan harcamaları yasaklar. Bu sınırsız ve gayrimeşru servet birikiminin önlenmesine yardım eder.
Ekonomik problemler üç konu etrafında toplanır; ilk konu hayatın temel ihtiyaçlarını karşılayan tabii kaynaklar ile toprak üzerindeki mülkiyet isteği ve mülkiyet ilişkileridir (sanayi imalat ve teknolojik üretim, insanın tabi kaynakları devamlı yararlanabilir kılma arayışının daha sonrakisafhalarına aittir). İkincisi, tabi bir eğilim olan insan özgürlüğünü ve bağımsızlığını teminat altına alma çabasıdır. Bu hem sosyal hem de ekonomik şartlarla ilgilidir. Üçüncüsü paranın dolaşımı ve buna dayalı ekonomik gücün oluşmasına mani olma problemidir. İslami çözümde fertler zihinsel yeteneklerinden ve kaynaklardan yararlanırlar ve başkalarının hakkını ihlal etmedikleri sürece toprağa ve hayatın diğer vasıtalarına sahip olmaya devam ederler. Para servetin ve baskının otoritenin aracı olarak kullanılmadığı sürece insanlar emeklerinin ürününü faydalı…eylemler çerçevesinde kullanır ve sahip olurlar.
İslam fıkhı toprakları ikiye ayırır. İlki işlenmiş ikincisi işlenmeyen topraklardır. Allah’ın temsilcileri bu toprakları Allah adına yönetirler. İmamın izniyle ve toprağın da işlenmesi şartıyla, işleyen için sınırlı bir mülkiyet hakkı sözkonusudur. 
İslam fıkhına göre barışöı olmayan yollarla zaptedilen topraklar özel mülkiyete konu olamaz. (toprağı özel mülkiyetten çıkarmak İslam cihadının amaçlarından ve sonuçlarından biridir.) bu topraklar fey olarak bilinir ve enfal sayılmaz. Kur’anki kullanımında fey malvarlığının özel mülkiyetten çıkarılarak kamu malvarlığı arasına sokulması anlamındadır. Sonradan işlenen kıraç toprakların dışında hiçbir şekilde mülkiyet, zilyedlik, devir veya mübadelesine izin verilmez.  Onarın karlarının bedellerinin vergi olarak alınan belli bir bölümü kamu menfaati için harcanmalıdır.
İslam sahiplikle ilgili üç toprak türü arasında ayrım yapar;
1) Enfal: başından itibaren tüm Müslümanlara ait olan topraklardır. İmamın genel veya özel izniyle ve işlenmek maksadıyla özel şahıslara devredilebilirler
2) Fey: imama ait olan ve onun zilyedliği altında bulunan topraklardır. Ya imamın özel iş ihtiyaçları için yahut kamu menfaatine kullanılırlar.
3) Özel mülkiyete konu olmayan topraklar(fethedilen topraklar gibi): bunlar imamın gözetimi altında Müslümanlara ve mahalli halka dağıtılırlar.

Tabi kaynaklar ait oldukları topraklar hakkındaki hükme tabi olurlar. Herkes, işlenmeyen yerlerde bulunan kaynakları ihtiyaçları ölçüsünde kullanma hakkına sahiptir. İşlenen topraklarda toprağı işleyen tabii kaynaklar ve madenler üzerinde de hak sahibidir. İslam ülkelerinde madeni işleyen Müslüman olmalı. (Kayıt düşmüş; İslami açıdan toprakların ve tabii kaynakların mülkiyeti durumu ve bunları elde etme yolları ile ilgili görüşler çok değişik olup sürekli gelişmekteir)

…sözkonusu kabilelere mensup aristokratlar mısır, ırak, Suriye, arap yarımadası etrafındaki bazı bölgeler ve diğer gelişmiş İslam ülkelerindeki bir kısım toprakları aralarında emanet olarak değil de ikta şeklinde bölüştürdüler. İslamın bayraktarşığı adına halkın servetine ve hayatlarına el koyarak onları özgürlüklerinden yoksun bıraktılar.

- İslam ülkelerinde gayrimenkul mülkiyeti ve ikta
Hilafeti elde edip itaati sağladıktan sonra imam alinin ilk icraatı, osmanın adamlarınınve taraftarlarının ellerindeki toprakları müsadere etmek oldu. Eski idarecileri kovarak toprakları fiilen ekip biçenler arasında bölüştürdü. 
..islam ülkelerinde köylüler ve işçiler, birkaç istisna dışında, özgürlüklerinden yoksun değildi, çünkü İslami ilkelere ve moral ölçülere bir dereceye kadar uyuluyordu.
Toyuldari (feodal mülk) sömürgeciliğin İslam ülkelerinde kök saldığı zamanla çakışır. Müslümanlar bu dönemde garbzede oldular.

6. BÖLÜM 
PARANIN YOL AÇTIĞI EKONOMİK PROBLEMLER

Faizin ekonomik anlamı, sermayenin, üretken bir emek olmadan otomatik olarak artmasını ifade eder. 
Adil İslami önderin ticarete ve mali muamelelere müdahale hakkı, kur’an’dan çıkarılan İslami hükümler dışında zararın engellenmesi olarak adlandırılan ilkenin de bir gereğidir. Bu ilke sahiplik, mülkiyet, ticaret hakkını toplumun refahını etkilemediği, bireye topluma zarar vermediği sürece kabul eder.zarar vermesi halinde örfün belirlediği cezalar uygulanmalıdır.
İmam alinin toprak reformu ve diğer tabii menfaatlerin dönüştürülmesinde temas ettiği ekonomik ve sosyal konular;
1) Adil İslam hükümeti tarafından ihtiyaç ve yeteneklere göre dağıtılan topraklar ve kamu malları toplum refahı için kullanılmalıdır.
2) Yöneticiler ve mali görevliler, haraç koymadan önce vergi mükelleflerinin refahını artırmaya çalışmalıdırlar
3) Servetin asıl üreticileri toplumu meydana getirirler. Onların refahı sağlanmadıkça toplum gelişmez
4) Toprakların ihyasına daima haraçtan daha fazla önem verilmelidir.
5) İhyaya öncelik vermeyen bir haraç ülkeyi mahveder ve halkı ekonomik yönden sıkıntıya sokar
6) Haraç alındıktan sonra çiftçiler ve köylüler ağır vergi yükünden şikayet ederler ve topraklarının ve diğer kaynaklarının iyileştirilmesi için yardıma ihtiyaç duyarlarsa alınan haraç oranında bir indirim yapılmalıdır.
7) Toprak ve ürünleri üzerindeki vergilerin azaltılması devlet ile halk arasındaki farklılığı giderir ve önderlerin popularitesini artırır.
8) Üreticilere adil davranılması, devletin manevi gücüne ve otoritesine büyük destek sağlar
9) Yoksunluk,yıkım ve üreticilerin üretim araçlarından yoksun oluşu, toprakların tahribatıyla sonuçlanır
10) Üreticiler yoksulluk ve sıkıntı içindeyse, sebebi yöneticiler halkı sömürmeyi ve servet biriktirmeyi düşünen bir sınıf olarak görmeleri, kendi hayatlarını ve refahlarını güvende hissetmeleridir.
Herkesten gücü ölçüsünde ve herkese ihtiyacına göre islamın ilk sosyalizmin son sloganıdır.

7. BÖLÜM
İSLAM EKONOMİSİNİN KARAKTERİSTİKLERİ VE FARKLILIKLARI

1) İslam ekonomisi, bireyi en geniş anlamda kendi emeğinin sınırları içinde malik olarak kabul eder. Kişi İslami kurallar içinde alıp sattığı şeylerin sahibidir.
2) İslami anlayışa göre zenginlik isteği ve ekonomik ilişkiler; düşünce tarzları, ve fıtri özellikler, tutkular ve içgüdüler ile yakından ilgilidir. İslam haklar ve istekler üzerindeki sınırlamaları düzenlemek ile uygun bir dünya görüşünün oluşturulması, inancın güçlendirilmesi ve insani değerlerin ve sorumlulkların gerçekleştirilmesi arasındaki ilişkiyi kabul eder. 
3) İslamda mülkiyetin ve ekonomik ilişkilerin sınırını üç faktör belirler; bireyler, düzenlemeler ve devlet. İslamındevleti, bireylerin mülkiyet ve kullanım haklarına hukuken mevcut sınırlamalarından daha ötede yeni sınırlamalar getirme yetkisine sahiptir.
4) Mülkiyet ve kullanım hakkına konulan sınırlamalar yöneticinin gözetim yetkisi düzenleme yapılmasını sağlar, bölüşüm üzerine bazı kayıtlar koyar ve sınırsız bir kazanca mani olur.
5) Tabii ürünlerin bölüşüm tarzı ve bunlar üzerinde mülkiyet tesisi, İslami ilkelere göre, tabii kaynakların bölüşümü ve mülkiyeti ile ilgili kurallara bağlıdır… ticaret özgürlüğüne getirilen sınırlamalar ve devletin mallar üzerindeki denetim hakkı karşısında, kapitalist anlamdaki arz talep kanunu İslam ekonomisinde geçerli değildir.
6) Tabi kaynaklar insanın ve diğer canlıların yaşamaları için zorunlu vasıtalar olduğundan, bunları kullanma ve bölüştürme hakkı ile ilgili sınırlamalar adil ve açık seçik iseler diğer bütün geçim vasıtaları da aynı sınırlamalara uyar ve ekonomik ilişkilerden doğan problemler sıkıntısız bir şekilde çözümlenir.
…İslami hükümlerle bağdaşman eski uygulamaları değiştirmek zorunda kaldıkları bazı İslam ülkelerinde hükümetler şu adımları atmalı;
a) Kullanıma müsait ve işlenmekte olan topraklardan çok daha fazla alana sahip olan ve kullanılmayan toprakları işlemek isteyenlere karşılıksız olarak tevdi etmek
b) Önceden sahip olunan köyleri ve arazileri tarım alanları, işlenen topraklar veya bunların çevrelerine dönüştürmek ve çiftçilere toprağa tohum atma hakkı vermek
c) Toprak ağalarını desteklemekten vazgeçmek. Çünkü İslam ülkelerinde tefecilik yoluyla kazanılan mülkiyet ve kurulan feodalizm İslami ilkelerin ve bunlara dayanan hukuk sisteminin desteğine sahip değildir
d) Toprağı işleyenlerden ve bazı ürünler üzerinden haraç ve zekat şeklinde vergi almak ve bu vergi gelirlerini toprakların daha fazla ihyası ve ıslahı için harcamak

7) Emek ile orantılı mülkiyet hakkı, tabii kaynakların kullanımı ve işletilmesi hakkı ile başlar. Bu hak, İslami ilkeler çerçevesinde yürütülen ticaret ve mübadelenin alanına girer ve zaman içinde ölüm ile sona erer.
Miras konusundaki hükümlerde üç temel ilke gzönünde bulundurulmalı; a) faaliyetlerde motivasyonun sürdürülmesi b)  tek elde toplanma ve atıl kalmanın engellenmesi c) kişinin üretkenlik yeteneği ve sorumluluk bilincine uygun bir dağıtım

Ayet (4/32) üç temel ilke ortaya koyar; a) yeteneklerdeki farklılık adaletsiz beklentilere yol açmamalı ve başkalarına karşı düşmanlık beslenmemelidir b) erkek ve kadının çalışmalarından sağlanan kazanç, her birinin emeğine ve çabasına uygun olmalıdır, c) fırsat kollayan bir açgözlülük ve tüketim hırsı yerine herkes Allahın nimetlerinden daha fazla yararlanmak için kendi enerji ve yeteneklerini kullanmaya yönelmelidir.
8) İslam mülkiyet hakkını, intifa hakkını, ticareti ve zekat , hums ve sadaka gibi zorunlu yükümlülükleri sınırladığı gibi malların tüketim tarzına da bazı kayıtlar koyar. Toplumun geçim imkanlarına yahut inanacın, aklın, bilimin gelişmesine katkısı olmayan tüketimi yasaklar. İçki, kumar, fuhuş vasıtaları,altın ve gümüş eşya, gayrımeşru zevkler, ihtiraslar ve saptırıcı sanat ürünleri gibi bazı konularda kesin yasaklar vardır
9) İşçiler ve ücretliler, İslam toprakları üzerinde ve İslam hukuku çerçevesinde, kapitalist sınıfın köleleri veya devletin tebası olarak görülmezler. İşçiler özgür olupihtiyaçlarını karşılamak için özgürce çalışabilirler.
10) İslam ekonomisi mali kazançların bağımsızlığını ve toplumda insan onurunu korur. Devlet belli bir sınıfın değil bireylerin temsilcisidir… devletin veya toplumun yüce menfaatlerini koruma adına bireyleri veya grupları özgürlüklerinden ve bağımsızlıklarından yoksun bırakamaz.

8. BÖLÜM 
SINIF FARKLILIĞI, SINIFSAL İMTİYAZLAR VE KAYNAKLARI

…böyle bir toplumda her grup ve sınıf kendi uzmanlık alanında çalışmaldıır. Bu makul bir sınıf farkıdır ve bütünleşmiş toplumun da temelidir. 
Bu incelemede ister askeri güç isterse sermaye olsun gücün/iktidarın, hegemonyanın ve sınıfların temel kaynağı olduğu sonucuna varmaktayız.
Kanunlar sınıf farklılığının izini mutlaka taşırlar. İslam kanunlarının kaynağı akıl üstüdür ama. 
İslam ülkelerinde yüzlerce yönetici tahta oturdu ama iktidarları sallantılı zeminde inşa etmişler iktidarlarını sağlamlaştıramadan yıkılmışlardır. İktidarlar belli sınıfa ya d abütün bir halka dayanmalıdır. İslami düşüncede ve Müslüman toplumlarda bu tür güçlü temeller yoktur. İktidar İslami kisveyle halkı bir süre aldatsa da yüzü sonunda yine ortaya çıkar.
İlk halifeler döneminde mali hukuki ve sınıfsal imtiyazlar yoktu. Görev ve mevkiler itikat, takva ve anlayışa göre veriliyordu. Kamu serveti adil şekilde bölüşülüyordu. Suç işleyenlere kim olduğuna bakılmaksızın ceza veriliyordu. İkinci halife döneminde arap imtiyazları ve gelenekleri yeniden dirildi. 
- İnsan hakları bildirgesi üstüne: mülkiyet vazgeçilemez ve kutsal bir hak olduğundan kimse açık kamu menfaatinin gerektirdiği durumlar dışında ve gerçek karşılığı peşin olarak ödenmeden bu haktan yoksun kılınamaz. Bu maddede mülkiyet hakkı tanımlanmakta ama sınıları belirtilmemektedir. Bu bildirge, imtiyazları iptal etmek ve eşit hak ve özgürlükleri tesis etmek amacıyla yayınlandığı halde sınırsız mülkiyet hakkı, sınıfsal imtiyazların en önemli ve hatta tek kaynağı haline geldi.
- Sınıfların ortadan kaldırılması ancak gene insan hakları şemsiyesi altında mümkün olabiir.
- - insani mücadelenin Saikleri: mücadele için en güçlü saike, hiçbir entelektüel ve ruhi beceriye sahip olmayan, fakat başkalarına tanınmayan her türlü maddi ve kanuni haktan yararlandırılan bireyler ve sınıfların sahip olduğu ileri sürülebilir. Bir insan, açığave yoksulluğa katlanabilir, maddi zevklere önem vermeyebilir, fakat aşağılanmaya ve zillete katlanmamak için hayatını feda etmeyi bile göze alabilir. Sosyal mücadelenin nihai amacı tüm imtiyazları iptal edip herkese eşit haklar vermektir.
- Abd’nin köleleri özgürlüklerine kavuşturmakla aynı anda tek taraflı olarak kabuğunu kırarak uluslaları düzeyde köleleştirme hareketine başladıını düşününce, 18.yydan başlayarak sanayi devriminin ardından özgürlükçü Avrupa ülkelerinin izledikleri politikaların aynen uygulandığını görürüz.
- Kölelik hakkındaki İslami görüşü açıklamak için şu hususkar hatırlanmaı:
1) Kaynağı ne olursa olsun, kölelik derin tarihsel köklere sahiptir.
2) İslamın doğuşundan önce ve sonra dünyanın hiçbir yerinde kölelik kınanmamış ve karşı çıkılmamıştı.
3) İster insanın üstünlük anlayışından, ister üretimi ve serveti artırma amacından doğmuş olsun, lökelik, otomatik olarak bir grup insanı efendi diğer gurubu da köle ve mülk yapmaz. Bu motivasyonlar, entelektüel, sosyal ve fiziksel güçler ile birleşince halkı özgürlüklerinden ve serveterinden yoksun bırakabilirler… bazı yerlerde tarih boyunca görüen köle ayaklanmalarının başlıca sebebi ve motifi  ise sadece kölelik durumu olmayıp kölelere uygulanan işkence ve kıyımlardı.
4) Kölelerin kendi hayatları ve emekleri üzerinde bir hakları olmadığından itaatten başka bir şey bilmezleridi. Herhangi bir sanat veya ustalık öğrenmeleri yasaktı.
5) Köleler belli bölgelerde ya orada kulanılmak veya başka yerdeki ihtiyaçları tatmin etmek için nakledilen mallar gibi değillerdir. köleler her yerde savaşlar ve başka vasıtalarla elde edilirler.
- İslamii çözüm:
Kolayca kabul edilemeyen ve şiddetli muhalefetle karşılaşan hükümler tedrici olarak kabul ettirilmek durumunda. İslamın köleliği ortadan kaldırmak ve köklerini kurutmak için izlediği yöntem:
1) Bütün imtiyazlara son verilmesi
2) Köleleştirmeye giden yolların kapatılması
İslamda savaş açmayla ilgili kurallar var bunlar:
a) Niyet ve kapsam sınırlaması; Allah için olmalı
b) Savaşla ilgili sınırlamalar; asıl olarak hainlere ve işgalcilere karşı verilir. Müslümanlara karşı düşmanca tutum içinde olan ve saldırı hazırlığı yapanlara karşı içzin verilir. Fesat ve kaos yaratanlara karşı izin verilir. Son olarak da Allahın kanunlarını ve hakimiyetini tesis etmek için izin verilmiştir
c) Hiçbir Müslüman savaşçı bu uraları ihlal etmemelidir.
d) Sükunet zamanlarında en küçük düşmanlık ve savaş eylemi yasaklanmıştır. Müslümanlar savaşa hazırlık yapmadan ve fiilen savaşmaya başlamadan önce peygamber tarafından islamın genel ilkeleri (tevhid, ilati kanların hakimiyueti; barış ve güvenlik; çiftçilere, yoksullarla ve diğer insanlara özgürlük verilmesi ve Allahtan başka hiçbir şeye kuluk edilmemesi) tebliğ ediliyordu…. Ayet sadece serbest bırakma ve fdye alma arasında tercih yapmayı öngörmesine rağmen hukukçularımız bir alternatif daha ilave etmişlerdir ‘iamm iyilik yapma, fidye ve köle alma arasında bir tercih yapabilir’. Bu köle alma sadece kamu menfaatinin gerektirdiği durumarda uyguanabilecek istisnai bir seçenektir. Bu yola gidilmesi imama özge bir yetkidir… İslam hukukuna göre kölelik için tek yol vardır o da köleliği kabullenmek ve kendi rızasıyla seçmektir.
3) Özgürlüğe giden yolların açılması: etq: mubaşeret, serayat, mülk ve avarez.
Mübaşeret: malikin kendi iradesi ile bir vaadini yerine gerirmek için veya kölenin talebi üzerine belli bir bedel karşılığında kölesini serbest bırakması hali bu ilkeye tabidir.
Burada fıkıhtaki mevzulara giriyor mübaşeret gibi kavramların açıklamalarını yapıyor.

Ama Müslümanlar arasında kölelik yaygındı. Emevilerin, Abbasilerin halifeleri cidden halifeler miydi? Yaptkları savaşlar, fermanları meşru ve İslami midir? tüm bu sapmalara rağmen İslam ülkelerindeki kölelik diğer ülkelerdekiyle karşılaştırılamaz. Diğer ülkelerden farklı olarak İslam ülkelerinde köle pazarları savaş zamanı hariç aktif değildi. Diğer ülkelerde köle alım satımı arttıkça Müslümanlar arasında azaldı.

haz: Şükrü Atsızelti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder