SİNEMA BİTTİ Mİ ?
Abbas Kiyarüstemi’nin "Yakın Plan" Filmi üzerine bir değerlendirme
Ünlü Fransız yönetmen J.L.Godard “Sinema DW Griffith ile başladı; Abbas Kiyarüstemi ile bitti” diyordu. Bu sözün manasını çok düşündüm; sinema nasıl bitebilirdi. İnsan yaşadığı sürece yeni fikirler, yeni arayışlar içinde olacağı için sinemanın kıyamete dek varolacağına inanırdım. Fakat "Yakın Plan" filmi özellikle de son sahnesiyle sanırım Godard’ı haklı çıkarıyor. Bu zamana kadar izlediğimiz filmler önceden planlanmış kurgulardan, rollerden, ‘ruhsuz’ bir şekilde oynayan ünlü oyunculardan ibaret. Yani yapay bir sinema anlayışı var şu an dünyada. Ve hala bu saydığımız özellikler sinema dünyasında el üstünde tutuluyor. Bu durum bize ister istemez "sinema nedir ve neyi amaçlamaktadır" sorusunun cevabını düşündürüyor. Sinema acaba hayattan kaçmaya yarayan bir sığınak mı, yoksa insana kendisini unutturmaya çalışan bir afyon mu, yoksa içecek ve mısır eşliğinde zaman öldürmeye yarayan bir eğlence aracı mı? Bana kalırsa sinemanın amacı hayatın gerçeklerini acı da olsa göstererek bizim hayata tutunmamızı sağlamaktır. Yani burada sinema insanın varoluşunu nasıl sağlayabilir veya bir film kişiden nasıl bir parça olabilir sorularının cevabını filmin başrol oyuncusu Hüseyin Sabzian’da görüyoruz. İşte hayatın bu acı gerçeğini gösteren bir filmdir "Yakın Plan".
Filmin konusunu yaşanmış bir olay olan İranlı yönetmen M.Mahmelbaf’a çok benzeyen H. Sabzian’ın otobüste tanıştığı bir kadına kendisini Mahmelbaf olarak tanıtması ve kadının ailesini film çekme bahanesiyle dolandırmaya çalıştığı zannedilerek Sabzian’ın tutuklanıp hapse atılması ve mahkemeye çıkarılması oluşturuyor. Yargılama sonunda ailenin şikayetini geri çekmesiyle Sabzian beraat ediyor. Fakat bana kalırsa filmin özü konuşurken örneklerini yönetmenlerin filminden veren, sanat sinema ve bilgelik üzerine aforizmalarla konuşan Sabzian’ın sinema tutkusudur. Film de Kiyarüsteminin kendisi de oynamakta.
Sabzian ile Kiyarüstemi arasında mahkemede geçen bir konuşma:
A.Kiyarüstemi: Beni hatırladınız mı? Daha önce görüşmüştük
H.Sabzian: Evet, Kasr Hapishanesinde
A.K: Duruşmanın çekimini yapmak istiyoruz. Çekim yapmamıza izin verir misiniz?
H.S: Tabii. Çünkü benim seyircimsiniz
A.K: Nasıl yani?
H.S: Tutkumu izliyorsunuz.
A.K: Hangi tutkunuzu?
H.S: Sanat,film
Filme adını veren şey ise mahkemede kullanılan kameralardan birinin türüdür. Kiyarüstemi duruşmayı kameraya almak için mahkemeyi ikna etmiştir. Ve duruşma başlarken iki tane kamera kullanılacaktır. Birisi yakın planda çekim yapıp şüpheli Sabzian’ın yüzünü çekecek diğeri genel olarak mahkeme heyetini ve diğer insanları çekecektir. Yani diğer filmlerinde olduğu gibi Kiyarüstemi burada da samimiyeti, doğallığı çekmek istemiş ve bunda oldukça başarılı olmuştur. Sabzian’ın savunma yaparken hareketlerinde ve karar açıklanırken gördüğümüz korkusunda dünyanın en iyi oyuncularının dahi beceremeyeceği bir doğallık vardır. Kendisi ‘şu an kameraya yaptıklarım rol değil çektiklerimi, içimdekileri anlatıyorum’ demekle bu doğallığın sebebini söylemekte başka bir deyişle kendi rolünü oynamaktadır.
Kanaatimce bir film gerçekliğe yaklaştığı ölçüde bizi etkiler. İşin içine senaryo, rol, oyunculuk girdiği anda film gerçekçiliğini yitirir. Hakiki film bize hayatın kendisini aktarmalıdır. Bu yüzden sanırım bundan daha gerçekçi bir film yapılamayacak. Kiyarüstemi filmde gerçeklik ile kurguyu iç içe sokarak hiç alışkın olmadığımız bir tarz yakalamış. "Yakın Plan" sinema dünyasında hiçbir tarife uymuyor, tamamen kendine has bir üslubu var. Kiyarüstemi filmde çok alakasız bir sahnede gazoz şişesini rastgele yuvarlatabilmekte. Aslında bu bir uyarıdır ondan bize. Zımnen asla yaşadığınızı unutmayın hayattan kopmayın mesajını vermekte olup yani ‘Hayat Devam Ediyor’ demek istemiştir. (Kiyarüsteminin 1992’de büyük İran depreminden sonra çektiği filmine ismini veren bu başlık genel bir hayat felsefesidir aslında). Fakat Sabzian bunların aksine hayatın gerçekliğinden kaçıp sonunda ifşa olacağını bile bile kendi yerine kısa süre de olsa Mahmelbaf olmayı tercih etmiştir. Aslında Sabzian böyle yaparak kendisinden kaçmaktadır. Sabzian’a göre O kendisinde bir gelecek göremediği için kendisini boşayan bir karısı olan, ailesini geçindiremeyen, Allah’ın belası bir yerde yaşayan fakir biridir. Aslında hiçbir şeyin değişmeyeceğini, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini o da bilmektedir. Fakat birkaç gün de olsa saygı görmeyi istemiş, karşısında konuştuklarını dinleyen yorum yapan saygı duyan birileri olmasını görmek için dolandırıcılığı dahi göze almıştır. Kendisi şöyle diyor “Başkası gibi davranmak zordu, ama hoşuma gitti. Çünkü bana saygı duydular ve bana destek oldular. O yüzden kendimi daha çok kaptırdım. Ama oradan ayrılıp günün sonunda evime gittiğimde karakterimden ayrılmam gerekiyordu ve bu da benim için zordu…"
Kiyarüstemi ile Sabzian arasında geçen şu sözler de onun sinema aşkının ne derecede olduğunu gösteriyor.
- Hakkımda ne yazdılar? Düzenbaz olduğumu mu?
- Belli ki dolandırıcılığa teşebbüs etmişsin.
- Ettim, kabul ediyorum. Ama dolandırıcı değilim. Bu hukuki olarak makul bir
itham olabilir fakat etik olarak değil.
- Gerçekten mi? O zaman neden kabul ettin?
- Çünkü yaptığım, dışarıdan dolandırıcılık gibi gözüküyor.
- Peki, aslında ne?
- Sinemaya hevesliyim. Bunların hepsi sinema aşkım yüzünden oldu. Çocukken sık sık sinemaya giderdim. Arkadaşlarımla film çevirme oyunları oynardık. Ama imkanım olmadığı için sanatsal heveslerimden vazgeçmek zorunda kaldım. Takıntı haline geldi. Fakat Makhmalbaf’a hayranım çünkü filmlerinde çekilen acıları anlatır. "Bisikletçi" filmi benim bir parçamdır.
Filmde mahkeme sahnesi ve son sahne tek sefer çekilerek filme alınmıştır. Bu tek çekim imkanının olduğu sahneler yönetmen açısından oldukça risklidir, fakat Kiyarüstemi bundan dolayı ortaya çıkan olumsuzlukları güzelliğe çevirmiş, bu durum filme ayrı bir samimiyet, doğallık katmıştır. Örneğin son sahnede 15 yıllık mikrofon bozulduğu için ses gidip gelmekte ve Mahmelbaf ile Sabzian’ın arasındaki konuşmaları duyamamaktayız. Kiyarüstemi konuşmaları montajla oraya eklemeyi düşünmüş. Hatta bu durum kendisini bir gece uykusuz bıraksa da netice olarak doğallığı bozmamış, Renoir’in “tabloya damlayan boya için üzülmeyin, onu da kompozisyonunuzun bir parçası haline getirin” sözünden ilhamla bu aksiliği filmin en güzel sahnesi haline getirmiştir.
Filmin sonunda Sabzian duruşmanın bitmesinin ardından kendisini Mahmelbaf olarak tanıttığı Ahankhah ailesine ziyarete gidecektir. O sırada gerçek yönetmen Mahmelbaf da mahkemenin çıkışında onu beklemektedir. Sabzian Mahmelbaf’ı görünce ağlayarak ona sarılır. İşte Sabzianın sinema tutkusu burada açık bir şekilde görülmektedir ve işin daha ilginç tarafı bu sahnede Sabzian kameraya çekildiğinden de haberdar değildir yani o gözyaşları rol icabı değil içten gelen bir duygunun neticesidir. Ve ardından Mahmelbaf ile Sabzian motora binip aileyi ziyaret etmek üzere yola çıkarlar. Bir motor üzerinde iki güzel insan ve bir çiçek(ki bu çiçek pembe kasımpatıdır ve sadakat ve şefkati sembolize eder). Motor bu şekilde hareket ederken camı çatlak bir kamyonetten çekilen bu mükemmel görüntü arka fondan gelen güzel bir müzikle de birleşince sahne filmin en sarsıcı sahnesi oluyor. Ve orada iyi ki o mikrofon bozulmuş diyoruz. Sanırım bu sahne için sinema tarihinin de en samimi sahnesi dersek abartmış olmayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder