Akaid-Teoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Akaid-Teoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Kasım 2015 Perşembe

Kur'an'da Tanrı ve İnsan \ Toshihiko Izutsu

İzutsu Kitabın başlığı olan Kuranda tanrı ve insan özelinde Kuranın semantiğine yönelik bir araştırma yapmış.Tanrı ve İnsan arasındaki özel ilişkiyi merkeze alarak birtakım terimlerinde semantiğini kimini yüzeysel kimini de ayrıntılı olarak incelemiş.

Kitabı bölümler halinde inceleyecek olursak ilk bölümde Semantik ve Kuran başlığı altında izleyeceği metodu ve genel hatlarıyla Arap weltanschauung'unu ve Kurani weltanschauung'un[1](dünya görüşü) altyapısını incelemeye,değerlendirmeye alıyor.Özellikle yine bu kısımda değindiği kelimenin temel anlamı ve ilişkisel anlamı bir kelimenin nerede,ne anlama geldiğini hangi mahiyette kullanıldığını ""kitab" örneği üzerinden açıklanıyor.Kitapta kelimelerin semantik yapısı açıklanırken tablolardan bolca faydalanılıyor.





A:En yalın ve basit anlamıyla kitab'ın temel manasını gösteren sıradan bağlamında kitâb kelimesi
B:Aynı kitâb kelimesinin Kurana özgü vahyin semantik alanındaki yeri[2]






İslam'la ilgili şu temel gerçeği unutmamamız gerekmektedir:bizzat Kuranın dini öğretisine göre gerçek inanç ya da iman'a sahip olmanın asli şartlarından biri yahut daha doğrusu,tam da ilk adımı, insanın, etrafında gözlemlediği zahiren hayli sıradan ve alelade olan doğal olguları basit doğal olgular olarak değil, bilakis Allah'ın ona yönelik inayetinin birçok tezahürü, yani Kuran terminolojisinde,Allah'ın ayetleri olarak görmeyi ve bunlar için O'na şükretmeyi öğrenmesinin elzem olduğudur.

Ardından "odak kelime" kavramı devreye giriyor.Odak kelime ile daha geniş kelime hazinesi alanı içerisindeki nispeten bağımsız ve ayrı bir kavramsal sahayı, yani bizim terminolojimizde 'semantik alan'ı işaret eden ve onun sınırlarını çizen bilhassa önemli bir anahtar kelimeyi kastediyorum.Dolayısıyla bir odak kelime Aristocu anlamda bir "arche"dir.




İman etrafında Kümelenen bu anahtar kelimeler ya pozitif(P) yada negatif(N) mahiyettedir.Böylece bir grup önemli kelime,yani anahtar kelimeler,tüm grubu temsil eden ve birleştiren bir kelime etrafında toplanırlar ve bu yolla,nispeten bağımsız alan oluştururlar.Merkezde duran kelime tüm alanın sınırlarını belirliyorsa onun etrafında duran kelimelerde ana kavramın şu veya bu yönüne işaret ederler.[3]





İlk bölümde özetle uygulayacağı metodolojiyi ve Genel Kuranın semantik yapısını tarif ve tahlil etmeye çalışan Izutsu 2. bölümde  Tarihte Kurani Anahtar Terimler bahsine giriş yapıyor.
Bu bölümde Kuranda kullanılan terimlerin cahiliyye toplumunda nasıl bilindiğini nasıl algılandığını Kuranın ne demek istediğini örnekler üzerinden giderek açıklamaya çalışıyor.Özellikle bu bağlamda cahiliyye şiirinden örnekler veriyor.[4]

3. bölüm Kitab'ın ana gövdesini oluşturan Kurani Weltanschauung'un Temel yapısının incelenmesidir. Özellikle bu bölümde Kuranı anlamak için yapısını ortaya koymak için Kuran sonrası çağlarda her biri Kitabı kendi özel konularına göre yorumlamaya çalışan Müslüman düşünürlerce geliştirilip olgunlaştırılan düşüncelerin içinden okumaktan kaçınmak gerektiği vurgulanarak bir giriş yapılıyor.Tanrı ve İnsan zıtlığı üzerine devam eden bölümde aralarında 4 farklı iletişim biçimi olduğu vurgulanır.
1-Ontolojik ilişki:Yaratıcı yaratılan ilişkisi
2-İletişimsel ilişki:Tanrı ve insanın karşılıklı iletişim yolları.Şifahi ve şifahi olmayan olmak üzere 2 ye ayrılır.
Tanrıdan insana şifahi olan VAHY,insandan tanrıya DUA.
Tanrıdan insana şifahi-olmayan işaretlerin(ayetlerin)indirilmesi ile ilgili Tanrısal eylem,insandan tanrıya ise ritüel tapınma(salat)  ve daha genel anlamıyla ibadetler formunu alır.
3-Rab-kul ilişkisi
4-Etik ilişki

Bu bölümde başka bir zıtlık olarak gayb ve şehadet alemine dikkat çekilmiş ve insanın sadece şehadeti bileceği Allahın ise her ikisini de bileceği ayrıntısıyla işlenmiş.Zıtlık olarak devam eden bölüm cennet-cehennem kavramlarına da değinmiş.Yatay form olarak da dünya-ahiret kavramlarına değinilmiş.

Bundan sonraki bölümlerde Allah kavramı açıklanmış ve Tanrı ile insan arasındaki ontolojik,iletişimsel ilişki,dilsel ve dilsel olmayan ilişki ayrıntılı olarak incelenmiş.Özellikle yukarıda belirttiğim şifahi ve şifahi olmayan yollar üzerine genişçe bilgi verilmiş semantik yapısı ve cahiliyye araplarının algılayışı üzerine durulmuş.

8.bölümde Cahiliyye ve İslam genelinde CEHL ve HİLM kelimelerinin etimolojik ve semantik anlamları ayrıntıyla incelenip bu kelimelerin cahiliyyede de farklı anlamlara gelebildiği ama genel olarak hangi anlamlarda kullanıldığı ve Kuran'da ki kullanımın özellikleri ifade edilmeye çalışılmış.

Son bölümde ise Tanrı tasavvurları yine merhamet-gazap zıtlığı çerçevesinde açıklanmaya çalışılmış ve Mutezilenin esaslarından olan Va'd ve Vaid kaidesine kelam tartışmalarına girmeden değinilip kitab,tez sonlandırılmıştır.

GENEL DEĞERLENDİRME
Fazlurrahmanın da dediği gibi "Bu kitabın, Müslüman olmayan ilk ciddi Asyalı ve Japon bir bilim adamının kaleminden çıktığının altını çizmemiz gerekiyor. Bu bakımdan İzutsu'nun çalışmasını memnuniyetle karşılıyoruz ve onun Uzakdoğu'da gelişen İslami ilimler geleneğinin müjdecisi olmasının ümit ediyoruz."
Müslüman olmayan birinin Kuran hakkında yaptığı bu araştırma gerçekten takdire şayan.Tabi bu bağlamda kitabında dikkatli okunması gerektiğini unutmamak gerekiyor.
Izutsu Duha suresi 7. ayette geçen "DALL" sapmış ifadesinden yola çıkarak peygambere pagan ifadesini yakıştırıyor.İslam düşünce tarihinde  bile bu derece keskin ifade kullanılmamışken peygamberimize pagan denmesi bulunduğu yaşadığı asya ve uzakdoğu coğrafyasıdan kaynaklanıyor olsa gerek.
Çevirenin de belirttiği gibi dikkatli ve yazarın da müslüman olmadığının bilincinde olarak okumak gerektiğini düşünüyorum.
Her ne kadar bu gibi problemler olsa da çalışmanın özgün ve özverili biçimde yapılması-yazılması gerekli takdiri almalı.






[1] Izutsu Kuranda Tanrı ve İnsan sf.34
[2] Izutsu a.g.e sf 45
[3] Izutsu a.g.e sf 59
[4] Izutsu a.g.e sf 80(Divanul Hamaset adlı eser)

17 Mart 2014 Pazartesi

Akaid \ Ömer Nesefi

İslam İnancının Temelleri AKAİD-ÖMER NESEFİ

İslam'ın Bilgi Telakkisi İslam'a göre eşyanın varlığı bir realitedir. Ve ilim bu eşya realitesine nüfuz eder. Her madde ve canlı varlık yaratılış, devam ediş ve yok oluş evrelerinden geçer. Alem bütün kısımlarıyla sonradan yaratılmıştır. Alem yoktan var edilmiştir ve zamanı gelince yok olacaktır. Yaratıklar için ilim kaynakları üçtür: 1.Selim Hisler: (5duyu) Bunlar işitmek, görmek, koklamak, tatmak, dokunmaktır. Bu beş duyu, fonksiyonlarının icabettirdiği hissi duygulardır. İnsanın 5 duyuyla kavradıkları, ilmin mevzuudur. Duygularımızın algıladıkları gerçekte var olanlardan daha sınırlıdır. 2.Akıl: Akıl ile ilk bakışta hasıl olan bilgi, zaruri bilgidir. Bir şeyin tamamının, parçasından büyük olduğunu bilmek gibi. Delille sabit olan bilgi ise, kazanılmış, elde edilmiştir. Hz Ali “Aklın yeri kalptir, ziyasi ise dimağdadır.” Mutezile ye göre: İyilik ve kötülüğe hakim olan akıldır. Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğunu bilmek için nakle, yani kitap ve sünnet gibi dini delillere lüzum yoktur. Mutezile bu görüşten hareketle ahirette Allah’ ın görüleceğini inkar eder. Aynı zamanda kötü şeylerin Allah’ ın iradesiyle olacağını da kabul etmez. Akıl iman etmek için yeterlidir. Eşarilere göre: Eşyanın güzel ve kötü olduğu dini delillerle bilinir. .. “akıl ile nakil karşılaştığında akıl tercih edilir ve nakil te’vil edilir” sözü, nakil müteşabihat-ı zanniyyeden olduğu zamandır. Cemiyetin nizam ve intizamı için şunlara dikkat edilmelidir 1.Nefsi 2.Nesli 3.Malı 4.Dini 5.Aklı muhafaza 3.Doğru Haber: 2 çeşittir; -Mütevatir haber: Yalan üzerine ittifakları düşünülemeyecek kadar büyük bir toplumun naklettiği haber. Tevatürün şartları 3 tür: 1.Sağlam bir hisse dayanmak 2.Nakledenler arasında ittifak bulunmak 3.Kat’i naslara aykırı olmamak -Mucize bir risaleti sabit olan Rasulun Haberi: bu da İstidlali İlim’ i meydana getirir. *İslam a göre ilham;bir şeyin sıhhatini bilme sebeplerinden değildir. İlim kaynağı değildir.

İman İman; Allah indinden gelen şeyleri kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır. -İcmali iman Kelime i tevhid “Allah tan başka ilah olmadığına ve Hazreti Muhammed in Allah ın rasulu olduğuna” tam teslimiyetle inanmaktır. -Tafsili İman 1.Allah Rasulune ve ahret gününe iman 2.Amentü ye: Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahret gününe, kadere, hayr ve şerrin Allah tan geldiğine, öldükten sonra dirilip mahşere gideceğimize iman etmek ve beraberinde Kelime-i Şehadet getirmektir. Bunlara imanın şartları denir. 3.Kur’an ve hadislerle gelen her şeye ayrı ayrı Allah ve Rasulunun istediği tarzda ve genişçe iman etmektir. Delil istemeden ve araştırma yapmadan inanmaya “taklidi iman” denir. Bu şekilde inanana “mukallid” denir. Ebeveyni veya herhangi birisinden duyar ve inanır. Bu imanı sebebiyle sevap alır ve cennete gider. Fakat aklını kullanarak inanmayı terk ettiğinden günahkar olur. Şayet bu şekilde inanmaya gücü yetmiyorsa günahkar da olmaz. ->Amel imanın bir cüz’ü değildir. ->Ameller artar ama iman(iman konuları) ne artar ne eksilir. Tasdik ve inkar bakımından insanlar 3 e ayrılır Mü’min: İman esaslarını kalben tasdik eden ve bu inancını dil ile ikrar eden kimseye denir. Ka’fir: Kalbi ve dili ile inkar edene denir. Münafık: Kalb ile inanmayan fakat sırf Müminleri kandırmak için inandığını söyleyene denir. Lugat manaları farklı olmakla birlikte iman ve İslam birdir. *Büyük günah, mümini imandan çıkarmaz, küfre de sokmaz.
Allah a İman Allahu Teala, kullarının iman, küfür, isyan ve ibadet olan bütün fiillerinin yaratıcısıdır. Ancak kullar için ihtiyari fiiller vardır. Güzel fiillere Allah ın rızası vardır, fena fiillere yoktur. Kul irade eder, Allah da yaratır. Ama Allah kul irade etmeden de yaratabilir. İstitaat (kulun gücü) ferdin fiili ile başlar ve fiilin bitmesiyle sona erer. Kula verilen bu güç fiili yapan kudretin kendisidir. -- Allahu Teala dilediği kimseyi sapıklıkta; dilediği kimseyi hidayette kılar. Kul seçim yapar, Allah da onu halkeder. -- Allah Teala kendisine şirk koşanı kendiliğinden affetmez.
Meleklere İman Cebrail: Allah ile Peygamberler arasında elçidir. Mikail: Tabiat olaylarını idare eder. İsrafil: Sur’ a üfleyerek kıyametin ve mahşer zamanının geldiğini haber verecektir. Azrail: Canlıların ruhunu alır. 4 büyük melekten başka cennetin bekçisi Rıdvan, cehennemin bekçisi Malik, insanların sevaplarını ve günahlarını tesbit eden Hafaza Melekleri, kabirde sual soran Münker ve Nekir isimlerini bildiğimiz meleklerdendir.
Kitaplara İman Allah ın bazı peygamberlere gönderdiği sayfalara “suhuf” denir. Adem 10 - Şit 50 - İdris 30 - İbrahim 10 .. Mukaddes kitaplar olarak bildiğimiz 4 büyük kitap ise Kütüb-ü Erbaa Tevrat- Hz Musa Zebur- Hz Davut İncil-Hz İsa Kur’an-ı Kerim- Hz Muhammed(23 senede tamamlandı, Ebubekir bir araya topladı, Osman çoğaltıp büyük merkezlere yolladı)
Peygamberlere İman Hz İsa yeryüzüne Peygamberimize tabi olarak gelecektir. O yüzden son peygamber sayılmaz. -- Peygamberlerin sayısını tahmine çok çalışmak yanlıştır. Bize bildirilenlerle yetinmek gerekir. Peygamberlerin Sıfatları: 1.Sıdk(doğru olmak): Yalan söylemezler 2.Emanet(güvenilir olmak): Hıyanet etmezler 3.İsmet(günah işlememek): Sadece insanlık icabı hatalar yaparlar, onları da Allah cc ikaz ederek düzeltirir. 4.Fetanet(zeki olmak): Hepsi de zekidirler 5.Tebliğ(açıklamak): Allah tan aldıkları emirlerin tamamını ulaştırmışlardır. Gizlememiş, ilave etmemişlerdir. Peygamberlerin ve hayırlı kimselerin, büyük günah işlemiş olanlara da şefaat edecekleri sabittir.(ayet ve hadisle) Kul kendisinden emir ve yasaklamanın kalkacağı bir mertebeye hiçbir zaman ulaşmaz. Ulaşsaydı öncelikle emir ve yasaklar Peygamberin üzerinden kalkardı. Sahabe ancak hayırla yad edilmelidir. Ne küfür etmek ne de ilahlaştırmak caizdir. Peygamberin cennetle müjdelediklerine Aşere-i Mübeşşere denir. Ahirete İman Hz Muhammed kıyamet alametleri olarak; Deccal’ ı, Dabbe-i Arz’ ı, Yecüc ve Mecüc ü, İsa’nın gelmesi ve güneşin batıdan doğmasını haber vermiştir. -- Öldürülen bir kimse eceli ile ölmüştür Öldükten sonra dirilme haktır. Amellerin ölçülmesi haktır. Ahirette kula verilecek olan kitap haktır. Ahirette, Allah ın kullarına sual sorması haktır. Kevser havuzu haktır. Sırat Köprüsü haktır. Cennet ve Cehennem haktır ve sonsuzdur. Büyük günah işlemiş Mü’minler (tevbe etmeseler de) cehennemde ebedi kalmayacaklardır. Dirilerin ölülere dua etmeleri ve onlar için sadaka vermelerinde ölülere fayda vardı.
Kadere İman Kader, Allah ın ilim ve irade sıfatlarıyla ilgilidir. Bir şeyin ezelde Allah tarafından bilinmesine ve öylece tercih ve takdir edilmesine kader denir. Kaza, Allah ın kudret ve tekvin sıfatlarıyla ilgilidir. Takdir edilen şeylerin yeri ve zamanında Allah tarafından yaratılmasıdır. Kaza ve kader Kur’an da birkaç manadadır: 1.Halk (yaratmak) – Fussilet (17), (10) 2.Emir ve Hüküm – El İsra (23), El Vakıa (60) 3.İlan ve Beyan – El İsra (4), El Hıcr (60) İnsanların hareketleri 2 ye ayrılır; ihtiyari, gayrı ihtiyari. İhtiyari: İnsan kendi irade ve kudretini sarfeder. Allah da onu yaratır. Allah her konuda olan ve olacak şeyleri sebeplerle bağlamıştır. Kul bunlara tevessül edince Allah da onu yaratır. “Allah’ ın yapacaklarınızı biliyor olması sizleri bu işlere zorlamaz ki” Allah’ ın ilmi, failin kudretini ortadan kaldırmaz. Allah’ ın haber vermesi o şey üzerine haberin manasının hükmüdür. Hüküm hakimin iradesine bağlıdır. İrade de ilme tabidir. İlim ise maluma. Malum da fail den çıkar. O halde sevabı ve vebali onadır. Küfre rıza ile Allah’ ın küfrü yaratmasına rıza göstermek arasında fark vardır.

Velayet ve Keramet Bakara 177 de kamil takva sahiplerinin vasıfları 3 esasta toplanır: 1.Sıhhatli bir itikad (tahkiki iman) - Allah a inanmak (zati, subuti ve fiili sıfatlarını bilmek ve inanmak) - Peygamberlere inanmak (vacip, caiz ve muhal..) - Meleklere inanmak (vacip ve muhal..) - Kitaplara inanmak (kimden ve ne vasıtayla geldiğini bilmek) - Ahirete inanmak (Kur’an ve sünnette geçtiği, ehl-i sünnetin akaid kitaplarındaki gibi bilmek ve yanlıştan sakınmak) 2.Allah ın kulları ile güzel geçinmek: Malından infak etmek, komşusu açken tok yatmamak.. 3.Nefsi tezkiye etmek: Namazı, zekatı bilmek ve yapmak, sabretmek Velilerin kerameti haktır. Keramet: Tabiat kanunlarının işlemesinin, muayyen bir an ve mekanda kesilmesi ile hasıl olan fevkalade hal. Veliler için söz konusudur. Mucize: Lugatte; “aciz ve kudretsiz kılmak”. İslam ıstılahında; Allahu Teala’ nın, peygamberliğini ilan eden peygamberlerine, onları davalarında doğru çıkarmak için göstermiş olduğu tabiat üstü hallerdir. İhrasat: Peygamber olacak kimselerde, peygamberlikten önce görülen harikalardır. (bulut takibi gibi) Meunet: Amelleri ve ahlakı güzel olan bazı mü’minlerde, ir iddiaya dayanmadan zuhur eden harikalardır. Allah ın bir lütfudur. İhanet: Küfrü ve isyanı açık birinin elinden, kendi isteğinin aksine zuhur eden olağanüstülüklerdir. İstidrac: Küfrü ve isyanı açık olanların elinden, arzularınca zuhur eden olağanüstülüklerdir.(şeytana kıyamete kadar izin verilmesi, Firavun un 400 sene yaşaması, Nemrut un arzularına erişmesi.. araf 182-183) İstidrac lugatte bir şeyi derece derece çıkarmak veya indirmek demektir. Bir insan günahını artırdıkça, Allah ın ona, nimet kapılarını açması ve makamlara çıkarmasıdır. Kişi bu nimetleri kendine yontar. Tevbe, şükür ve tevazuyu unutur. Yükseldikçe günahları artar ve gazaba (düşüşe) daha da yaklaşır.

Hilafet ve İmamet Lugatte “birinin yerini alma ve ona vekillik etme” dir. Hadis-i şerif “Hilafet benden sonra otuz senedir. Ondan sonra melik ve emirler gelecektir.” Müslümanların bir imam seçmeleri şarttır.(vacip) Kur’an-ı kerim den: (Nisa 59) “Ey iman edenler, Allah a itaat edin, Peygambere ve sizden olan Ulü’l-emre de.(emir sahiplerine)” Sünnet’ten: “Bir kimse biat etmeden ölmüşse cahiliye ölümü ile ölmüş demektir.” İcma’dan ve Kıyas’tan: .. İslam fıkhına göre vaciplere götüren ve vesile olan şey de vaciptir. İmama itaat şartır; “Üzerinize imam olarak tayin dilen kimse, başı kuru üzüm tanesine benzeyen Habeşli bir köle dahi olsa, onu dinleyiniz ve itaat ediniz”. Buhari 93/4 hadis “Üzerinize imam seçilen kimse dinin kötü ve haram saydığı şeyleri emretmedikçe ona itaat etmek vaciptir” Müslim 33/49 Tirmizi 31/30 Ebu Davud 89/26 Bir kimsenin imam tayin edilmesi 3 şekilde olur: 1. Bizzat Rasulullah tarafından seçilmekle. 2. Bir önceki imamın tayin etmesiyle. Hz Ebubekir in kendi yerine Ömer i tayin etmesi böyledir. Bu tarz imametin meşruluğu konusunda icmaa-i ümmet vardır. 3. Müminlerin tasvibini ve güvenini kazanan ve imam seçebilmeye ehil olan kimselerin seçmesiyle İmam seçmeye ehil kişi; a)adaletin tüm şartlarına sahip olmalı I.Büyük günahlardan sakınmak II.Küçük günahlardan ısrardan kaçınmak III.Hırsızlık vs gibi insanı küçük düşüren fiillerden sakınmak IV.İnsan vakarı ile mütenasip olmayan şeylerden kaçınmak b) imamete ehil olmanın şartlarını ve kimin bu işe daha müstehak olduğunu ayırd edebilecek kadar bilgi sahibi olmak c) millet ve din işlerini düzenleyip idare etmede kimin daha salahiyetli olduğu hakkında görüş ve bilgiye sahip olmak Kabaca tüm alimlerin ittifak ettiği imamet şartlar: 1.Müctehid olmak 2.Harpte askeri meselelere basiret sahibi olmak 3.Cezaları tatbike, suçlulara cezalarını vermeye ve mazlumların hakkını zalimden almaya muktedir olmak 4.Adil olmak 5.Mükellef(akıl ve baliğ) olmak 6.Erkek olmak 7.Hür olmak 8.Hükmünü geçirmeye ve emrinden çıkanı yenmeye gücü yetmek İhtilaflı şartlar; Kureyş ten olma, Haşimi olma, Masum olma, zamanının en faziletlisi olma İmamın Azledilmesi: Maverdi ye göre bunu gerektiren 2 husus var. 1.İmanın Adaleti Terketmesi (fıska girmesi) a)şehvete dalmak b)itikadında şüphelerin doğması 2.İmamın Bedenine Noksanlık Arız Olması a)hislerin noksanlığı b)uzuvların noksanlığı c)tasarrufta noksanlık ->hıcr:yardımcılarının imama hakim olması veya ->kahr:düşman veya asiler elinde esir olması

Elfaz-ı Küfür Küfür; lugatte “örtmek” ve “nimeti inkar etmek” tir. İslam ıstılahında; yaratılışı icabı iman etmesi gereken kimsenin, İslam’ ın inanç esaslarına inanmaması halidir. Küfür 3 çeşittir: 1.Cehli küfür 2.İnadi küfür 3.Hükmi küfür Cehli Küfür: Birinin Allah’ ın sıfatlarını ve varlığını, cahilliği sebebiyle bilmemesi haline denir. Halbuki insanın; Allah’ ın ayetlerini dinlemesi, Allah’ ın varlığına işaret eden delil ve emarelere bakıp düşünmesi ve bütün bunların neticesinde Allah’ ı ve sıfatlarını öğrenip inanması gerekir. Bunlar üzerinde düşünmeyen cahilliğinden kafir olur. İnadi Küfür: Birinin, kainatın sahibinin ve yaratısının Allah olduğunu bilmiş olmasına rağmen inat ve inkarından dolayı iman etmemesi haline denir. 3 sebebi vardır: a)nefse mağrur olma ve üstünlük duygusu(örn firavun) b)sahip olunan mevki ve mansıbın elden gideceği korkusu(örn bizans imp heraklyus) c)diğer insanların kendisini kınayacağı ve ayıplayacağı endişesi(örn ebu talip) Hükmen Küfür: Allahu Teala nın ve Rasulullah ın tekzip alameti olarak bildirdikleri hareketleri yapmak veya sözleri söylemek suretiyle İslam dairesinden çıkmak İnsanı Küfre Götüren Haller 1) Naslar(Kitap ve sünnetin hükümleri) zahirleri üzerine hamlonulurlar. Bunların zahirlerinden vaz geçip, batın ehlinin iddia ettiği manalara sapmak, islam’dan çıkıp küfürle vasıflanmak demektir. 2) Nasları reddetmek küfürdür. 3) İster büyük ister küçük olsun; haram ve günahı helal saymak küfürdür. 4) Şeriat ile alay etmek küfürdür. 5) Allahu Telala’ nın rahmetinden ümit kesmek küfürdür. “Hakikat şudur ki kafirler güruhundan başkası Allah’ ın rahmetinden ümidini kesmez” Yusuf 87 6) Allah’ ın gazabından emin olmak küfürdür. “Büyük zararı göze alan kafirler güruhundan başkası, Allah’ ın(kulları hakkındaki azabını) ihmal (ve tehir)inden emin olmaz” El Araf 99 7) Gaybdan haber verdiği(iddia edilen adamın) haberi(ni kabul) ile o kahini tasdik etmek küfürdür. Müslim 39/35 Ebu Davud 22/21 hadisleri İrtidad edip dinden çıkan bir kimsenin, hayatı boyunca işlemiş olduğu bütün ameller batıl olur karısı da kendisine haram olur ve nikah düşer. a)önce girmiş olduğu küfürden caymalı b)kelime-i şehadet getirmeli c)nikahını tazelemeli İrtidad eden kimse küfründen dönmeyip ısrar ederse öldürülür, malı varislerine taksim edilir. Ebedi cehennemde kalır. Küfürden kaçınmak için ihtiyatlı olmak ve şu duayı okumak tavsiye olunur: “Allahım! Bilerek, sana bir şeyi şirk koşmaktan, yine sana sığınırım. Bilmediklerimden dolayı da sana tevbe ederim. Şüphesiz ki sen, bütün gaybları bilensin.”
Miraç Allahın elçisi Muhammed in uyanıkken, şahsı ile semaya ve sonra yüce makamlardan Allah ın dilediği yere mi’racı haktır. Mi’raç; lugatte “yükseğe çıkmak, merdiven” Istılahta; Hicretten br buçuk sene evvel Recep in 27 si gecesi efendimizin yüce makamlara çıkarılmasıdır. İsra:”geceleyin yürüttü” Mescid-i haram: Kabeyi çevreleyen ve Harem-ş Şerif denen mescid. Yeryüzünde inşa edilen ilk mabed. Mescid-i Aksa: 2.mabed. Kudüs teki Beyt-ül Makdis. Peygamberlerin toplandığı, ilahi vahiylerin indiği mübarek bir yer olduğundan miraçta Muhammed in yol uğrağı oldu. Beytü’l Mamur:7.kat gökteki, melekler tarafından tavaf edilen mabed. Sidretü’l Münteha: Arşın sağında bir ağaçtır ki, ne melek, ne saire ondan ötesine geçemezler. Miracın ruh ile mi beden ile mi olduğu konusu tartışmalıdır. Ruhani olarak çok kereler vakı olmuştur. Cismani olarak ise bir kere vuku buldu. El İsra daki ayetin delalet ettiği miraç budur. Dolayısıyla hadisler arasındaki çelişki bertaraf olur.

İctihad ve Taklid İctihad lugatte;”meşakkate tahammül ve bütün gayretini sarfederek zahmete katlanmak” dır. İslam ıstılahındaysa;”fer’i olan dini bir hükmü, delilinden çıkarmak hususunda bütün gayretini sarf etmek”dir. Müctehidin vasıfları; 1.Kur’an ait bilgileri, Kur’an ın bütün manalarını ve vecihlerini bilmelidir. Kur’anın ahkama taalluk eden ayetlerinin lugat ve ıstılah manalarını bilmelidir. Kitabın has-amm, mücmel-müfesser, nasih-mensuh, hakikat-mecaz, sarih-kinaye, zahir, nas ve muhkem gibi tüm kısımlarını bilmelidir. 2.Hadis ilmini tamamen bilmek. Ahkama taalluk eden hadislerin tevatür, meşhur ve ahad yollarını; hadislerin metinlerini;bizlere ne surette rivayet edildiğini; manalarının vecihlerini yani lugat ve ıstılah manalarını; kitapla müşterek olan has, am, mücmel, müteşabih bütün kısımlarını bilmelidir. 3.İcma’ nın varid olduğu yerleri bilmelidir ki icmaya muhalif ictihadda bulunmasın. 4.Kıyas’ ın şartlarıyla, hükümleriyle ve kısımlarıyla vecihlerini, makbul veya merdut olan şekillerini “usul” ilminde olduğu gibi bilmelidir. Taklid lugatte;”bir kimsenin boynuna gerdanlık takmak”dır. İslam ıstılahında ise;başkasının sözünü ve hükmünü, hüccet ve delile bakmaksızın kabul etmek” demektir. Neticede;bir meselede, müctehidin ictihadı ve fakihin fetvası; o husustaki bütün nassları bilmesine imkan olmayan halk için, nassa yani ayet,hadis ve sahabe sözüne tercih edilir.

Hazırlayan: Nur Şirin Büyükçoşkun

26 Ocak 2014 Pazar

İtiraflar \ St. Augustine

İtiraflar \ St. Augustine

1. Bölüm
Rabbi tanımadan şükür olur mu? Tanımadan yakarılırsa başkasına yakınılmış olunabilir. Tanrı heryerdedir. Henüz cehenneme gitmedim ama o orda da var. Tanrı sever, tutkuya huzursuzluğa kapılmadan, kıskanır kaygıya uğramadan, pişmanlık duyar kedere düşmeden… bebekken anne sütünden yararlandım. Bu hem benim için hem onlar için iyilikti. Bu iyilik onlardan değildi, onlar aracıydılar. Hiç kimse , bir günlük bebek bile senin karşında günahsız değildir. Onu yaratansın ama içine günahı sokan sen değilsin. Çocuğun narin vücudu masumdur ama istekleri değildir. Öğretmenler tembellik ettiğimde dövüyordu. Dayaktan kurtulmak için sana yakarıyordum ve ben oyun oynamayı seviyordum beni dövenler de oyunu seviyordu. Onların oynadığı oyuna iş deniyordu. Mitolojiyi Homeros kokuşmuş insanlara tanrısal bir nitelik vermek için uyduruyordu. İsa göklerin egemenliği böylelerinindir dediğinde sadece çocuğun bedenindeki alçakgönüllüğü övmek istemiştir.

2. Bölüm
16 yaşında kendimi tensel zevklere verdim. Temiz sevgi ile cinsel tutku arasında fark görmüyordum.babam beni okumaya uzaklara bütçesini aşan bir yere gönderdi. Sonra parası yetişmediği için geri çağrıldım. Kötülüklere kendimi kaptırdım. Hırsızlık yapmak için hırsızlık yapıyordum. Çaldığımı tek başıma çalsam bundan eğlenemezdim. Çalmaktan değil, arkadaşlarla birlikte çalmaktan zevk alıyordum.

3. Bölüm
Kartacaya geldim ve gizli bir aşk gereksinmesi beni kemiriyordu. Senden yoksundum. Sonunda kölesi olmak istediğim aşka düştüm. Kıskançlık, endişe, kuşku… aşkımı körüklediği için tiyatroyu seviyordum. Kimse acıyı istemez ama herkes acımayı ister. Ne var ki acıma acı çekmeden duyulmaz. Belki de bundan acı çekmeyi seviyoruz. Okul ders programı beni çiçeronun horserntius isimli felsefe kitabına götürdü. Bu kitap zevklerimi değiştirip sana yönelmemi sağladı. Kutsal kitapları incelemeye karar verdim ama onlar çiçeron’un diline göre yavan görünüyordu. Geveze, kibirli, şehvetli insanlar arasında düştüm.
Kötülüğün nedenleri; kendini beğenmişlik, merak duygusu ve şehvet. Manicilerin arasına karıştımve insandan çok insan için yaratılan meyveye daha fazla dindarlık gösterilmesi gerektiğine inandım. Annem hidayete geleceğime dair bir rüya gördü. Bir de bir piskoposa benimle tartışması için rica etmiş o reddetmiş; şimdilik rahat bırakın kendisi hatasını anlayacaktır demiş. Anneme göre sorularımla bir sürü tecrübesiz insanın kafasını karıştırıyordum.

4. Bölüm
Dokuz yıl yanlış yolda yürüdüm. Astrologlara da başvurdum onlar da kan et gururdan oluşan insanı sorumluluktan kurtarmak için bu davranışınızın nedeni mars Venüs vs diyorlardı. Çok yakın bir arkadaşımı kaybettim. Kendime tanrıya güven dediğimde itaat etmiyordu. Kaybettiği insan güvenmesini istediğim hayalden daha gerçek ve daha iyiydi. Kartacaya gittim, zaman ve insanlar acıyı dindirdiler. 25imde aristonun 10 kategorisini tek başıma okudum ve elime hiçbir şey geçmedi.

5. Bölüm
Manici öğretilere ilgim azalmaya başladı ve onlardan ayrıldım. Ama hala günah işleyenin biz değil de içimizdeki bilmem hangi doğa olduğuna inanıyordum. Onlara eskisi kadar inanmamama rağmen onlarla olan ilişkim başka inançlara kaymamı engelliyordu. Milanoya gidince dindar episkopos ambrosiusla karşılaştım. Onu gerçeğin hocası olarak değil ama nazik biri olarak sevmeye başladım. Kendimi hristiyanlığa girmeye hazır hissetmiyordum. Tavsiyelere uyarak bir ışık gelene dek kendini hristiyanlığa hazırlayan biri olarak kalmaya karar verdim.

6. Bölüm;
(Annesinin ona gelişinden ve Afrika hristiyanlarının değişik adetlerinden söz ediyor. Dostu alpyustan bahsediyor…) alpius evliliği tavsiye etmeyerek eğer evlenirsek kendimizi şimdiki gibi felsefeye veremeyiz diyordu ama ben ten hastasıydım.

7. Bölüm
Neo Platoncuların kitaplarında tanrının sözünün etten kandan değil bir adamın isteğinden değil tersine tanrıdan doğduğunu okumuş ama söz beden oldu ve aranızda yaşadı sözcüklerini görmemiştim. Kendi kendime dedim; gerçek sonlu ve sonsuz uzayda yayılmadığından bir hiç midir? Uzaktan sen söyle seslendin; gerçek vardır, ben ben olanım. Bunu insan yüreğinde nasıl duyarsa öyle duydum, artık kuşkum kalmamıştı. Kötülüğün de ne olduğunu aradım ve onun töz olmadığını keşfettim. Tanrıdan yüz çeviren iradenin ahlak bozukluğudur. Hala cinsel alışkanlıklarımdan kurtulamamıştım.

 8. Bölüm
Simplicianusu görmeye gittim ona Platoncuların kitaplarını okuduğumu deyince dünya görüşü ile yazılmış yalan ve yanlışlarla dolu başka filozofları okumadığımdan dolayı tebrik etti.
12 yıldır gerçeği arıyordum ama zevklerden vazgeçmeyi hep başka zamana bırakıyordum. Bir akşam içimde bir fırtına koptu ve karar verdim. Kitabıelime aldım ilk gördüğüm bölümü okumaya başladım; çılgınca eğlencelere sarhoşluklara cinsel ahlaksızlıklara ve sefahate kapılmayın Mesih isayı giyinin ve şehvete dalsın diye bedeninize özen göstermeyin.

10. Bölüm
Beni vücuduma bağlayan tüm organizmamı kaplayan hayvansal enerjimi aşacağım. Bu enerjiyle tanrıyı bulmamaolası değildir.öyle olsaydı akılsız hayvanlar onu bulurlardı. Beni hayvanlardan ayrı kılan ona ulaşmak için belleğimi de aşmam gerekiyor. Belleğimi aşacağım da seni nerede bulacağım? Seni bellek dışında bulursam nasıl anımsayabilirim ki? Seni anımsayamazsam nasıl bulabilirim ki?
Kulların arasında en iyisi aradığı yanıtları duymak isteyen değil daha çok ona söyledğini isteyendir.

11. Bölüm
Tanrıda yeni bir hareket sözkonusu olsaydı daha önce hiç yaratmamış olduğu bir şeyi yaratma iradesi ortaya çıkmış olsaydı o zaman var olmayan bir iradenin doğmasıyla gerçek ebediyetten nasıl söz edebilirdik? Çünkü tanrının iradesi yaratık değildir her yaratıktan önce gelir. Tanrının iradesi onun özüne aittir.
Tanrı yeri ve göğü yaratmadan ne yapıyodu diyen birine bu soruyu soranlar için cehennemi hazırlıyordu gibi bir cevap vererek dalga geçmem. Yer ve gökten her şey anlaşılıyorsa şunu demeye cesaret edebilirim; bir şey yapmıyordu. Yapsaydı şey’den söz ederdik.
…üç zaman vardır; geçmişe dair şimdiki zaman, şimdiye dair şimdiki zaman, geleceğe dair şimdiki zaman demek daha doğru olurdu. Zaman cisimlerin hareketi değil hareketin ölçüsüdür. Geçmiş zamanı aklımızdaki anılarla gelecek zamanı beklentilerimizle ölçeriz.

12. Bölüm
İlk maddeyi düşünürken şöyle denilebilir; nesnelerin maddesi olduğundan yaşam gibi hak gibi akıllı bir biçim değildir. Görünmez ve biçimsiz şeyde algılanacak ve görülecek bir şey olamaz. İnsan bu şekilde akıl yürütürken onun üzerinde bilgisiz kalarak onu tanımaya, onu tanıyarak hakkında bilgisiz kalmaya çalışıyor demektir.
..başkaları yaratılış kitabını eleştirmiyorlar ama şöyle diyorlar; tanrı, kulu musaya esinlerken böyle demek istemedi.

13. Bölüm
Yarattığın varlıkları ihtiyacından değil iyiliğinden yarattın.
İnsan yaratılırken türüne göre demedin. İnsan kendi türüne göre olsun demedin. Onu kendi türümüze göre yaratalım dedin. Zira gerçeği bilen birinin kendi türünden birini örnek almasına gerek yoktur. Senin sözlerini izleyerek iyiyi kötüyü anlar.

Hazırlayan: Şükrü Atsızelti

26 Kasım 2013 Salı

Ölüm Ötesi Hayat \ Abdülhay Nasih

HAŞIR AKİDESİNİN FAYDALARI
Hayatı istikamet ve faziletlerle geçirmenin tek çaresi edeb ile edeblenmek ve ahıret hayatını dünyada ahlak haline getirmektir.. Ahırette imanı olmayan fertlerde ve bu ferlerin meydana getirdiği cemiyetlerde fazilet ve istikamet düşünülemez.. Eğer onlarda da faziletten bir iz görülüyorsa, bu sadece insanlık fıtratının cevherine ve çekirdeğine Cenab-ı Hal tarafından yerleştirilmiş olan fazilettir..

KUR'AN-I KERİM'İN HAŞRİ VE İSBAT METODU
Kur'an-ı Kerim, öldükten sonra dirilme hakikatini iki gurupta toplamıştır..
Birincisi: Kıyas-ı temsili,
ikincisi: Nazirini gösterme metodu..
Kur'an bu iki şıkkı ele alırken bîr makro alemden, afaki delillerle haşrin meydana geleceğini, bir de normo (enfüsî) dediğimiz alemden bunu anlatırken mikro aleme de inerek haşri İsbat ediyor.. Ayrıca Kur'an-ı Kerim makro ve mikro alemi birden ele alarak meseleyi anlatır ki, biz buna alemşümul delil de diyebiliriz..

KAİNATTA GÖRÜLEN UMUMİ HİKMET
Cenab-ı Hakk'ın gayeye matuf ve maksada uygun muhteşem bir saltanatı vardır.. Böyle bir saltanata delil, bütün bu alemlerde O'nun sikke ve mührünün görülmesidir.. Mikro, normo ve makro alemde hep onun sikkesi müşahede edilmektedir.. O, bir mizan vaz'etmiştir.. Varlığını bildiğimiz fakat hakikatini anlayamadığımız kanunla icraatını devam ettirmektedir.. Esasen bizim isimlendirdiğimiz kanunlar, meydana gelen vak'aları izaha yeterli sebebler değildir.. İlim bize vak'aları anlatır.. Niçin ve nedenini ise izah etmez.. Fakat, meselenin neden ve niçinini izah edemesek de, herşeyde bir hikmetin varlığı aşikardır..

KERİM VE RAHİM İSİMLERİ AHIRETİ İKTİZA EDER
Bu dünyada aciz, zaif ve aynı zamanda fanî insanlara bu kadar ikram ve ihsanda bulunan rahmet ve kerem bu ikramlarının devamını istilzam eder..

ŞEFKAT DE AHİRETİ İKTİZA EDER
Zerrelerden küreye, hücrelerden en kompleks organizmalara kadar her tarafta O’nun şefkat ufuklarını açmış olan Allah (c.c) ahireti açacak, insanları yeniden diriltecek, bu dünyada çeşitli nimetleriyle perverde etmiş olduğu insanı, âhirette de o bitmek tükenmek bilmeyen nimetleriyle donatacaktır..

CELAL ve İZZET AHİRETİ İKTİZA EDER
Eşya ve hadiseleri değerlendirerek fikir yapısında mesafe ve inkişaf kaydeden insanlar, dünyada bir çoban gibi yaşayan insanlardan farklı muamele görecektir..

BUNCA CÖMERTLİK AHİRETİ GEREKTİRİR
Bu geçici alemde bu kadar cömertliği cilvelenen Zat’ın, bir de ebedî ve tükenmeyen bir alemi vardır ki, burada numunesini gördüğümüz cömertlikler orada bizzat ve ebedî olarak devam edecektir.. Yoksa onun bunca cömertliği, aksiyle vasıflanır ki, bu da onun Zat-ı uluhiyetiyle bağdaşamaz ve O, böyle çirkinliklerden münezzeh ve mukaddestir..

EBEDÎ CEMAL AHİRETİ İSTER
Binaenaleyh Allah, kendi ebedî ve sermedî olan Cemalini devamlı bize göstereceği ayrı bir yurt açacak, bizi o diyarda haşr ve neşr edecek, sonsuz nimetlerini Cemal ve Kemal'ini bize orada gösterecektir.. O’nun güzellikleri ebedîdir.. Öyleyse güzelliklerin devam edeceği ebedî bir alem gerekir..

BÜTÜN VARLIK ARASINDA BİR TENASÜB VAR BUDA AHIRETİ ISPATLAR
Cenab-ı Hakk bu alemle öbür alemi, birbirine muttasıl ve çok ciddi bir rabıta ile alakalı olarak yaratmıştır.. Varlık, varlıktaki ölçü ve mizan bütün nimetler ve güzellikler öbür alemdeki manalarına işaret ederken bela, musibet ve ızdıraplar da, müstehakları için öbür alemde aynılarının olacağına delalet ederler.. Bir evin odaları arasında nasıl ciddi bir alaka ve tenasüb varsa, dünya ile ahiret arasında da aynen öyle ve hatta daha mükemmel bir surette tenasüb vardır..

BURADAKİ HIFZ VE MUHAFAZA AHİRETİN OLACAĞINA DELİLDİR
İnsanı spermde, ağacı çekirdekte ve bir tavuğu yumurtanın hayat düğümünde muhafaza eden böyle bir Hafîz, insan gibi, kainatın nokta-i mihrakiyesi ve yeryüzünün halifesi bir sultanı öldükten sonra, başıboş bırakmayacak ve toprağa atılan bir tohum gibi, başka bir alemde, ona şayeste bir hayat bahşedecektir..

SONSUZ KUDRETİN AHİRETE DELALETİ
Cenab-ı Hakk bir kitap gibi yarattığı şu kainatı bir gün kapatıp, başka bir gün yeniden açacağını vaad ediyor.. Madem ki, söyleyen O’dur; ve bu mevzuun ihtisas sahibi olan nebiler, sıddıklar ve veliler hep buna şehadet ediyorla; öyleyse muhakkak olacaktır.. O halde haşrin meydana geleceğine mümkün olarak değil mutlak vaki’ nazarıyla bakmalıdır..

YERYÜZÜNDE GÖRÜLEN ÖLDÜRME VE DİRİLTME HADİSESİ AHIRETİ İSBAT EDİYOR
Yeniden diriltme, Allah’ın bir sözüdür.. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir ki?..

EN BASİT ŞEYLERE GÖSTERİLEN İHTİMAM
Cenab-ı Hakk en küçük varlıklara büyük işler yaptırıyor.. Bir avuç toprakta milyonlarcası bulunan bakterilere, yeryüzünün temizlik vazifesini gördürüyor.. Selülozu ve bakteriyi başıboş bırakmayan; bu basit ve küçük varlıklara büyük bir ihtimam gösteren Allah (c.c) nasıl olur da insan gibi, kainatın sultanı olan bir varlığı başıboş bırakır?..

DELİLLER... DELİLLER... VE YİNE DELİLLER...
Kainatın seyri içinde, herkese ve her şeye bir vazife düşmektedir.. Kainatın sinesinden neyi alırsanız alın, orada bir boşluk, tarrakalar çıkaracak ve "Kainatta bir boşluk meydana geldi" diyecektir.. Cenab-ı Hakk'ın, Allah; Peygamberimiz'in Rasulullah; ve Kuran'ın Kelamullah olduğunu ispat eden bütün deliller aynı zamanda ahireti de ispat eder.. Zira iman bir bütündür; tecezzi ve inkisam kabul etmez..

TARİH VE FELSEFE "AHIRET VAR" DİYOR
Tarih, haşir akîdesi zaviyesinden ele alındığında, ilk insandan günümüze kadar insanlık çapında bir haşir inancının var olduğu müşahede edilir..
- Will, medeniyet tarihinde çeşitli milletlerin öldükten sonra dirilme mevzuundaki kanaatlerini, nasıl mezarlara gömüldüklerini, duvarlarına yazdıklarını ve dehlizlerinde mevzu ile alakalı resimlerin tesbit edildiğini anlatır.. Dünyanın en maddeperest insanları olan firavunlar dahi öldükten sonra dirilme mevzuunu ele alıyorlardı..
- Şehristanî, Zerdüşt’ün şöyle dediğini nakleder: İnsan dünyaya vazifeli olarak gönderilmiştir.. Vazifesini iyi yapanlar safileşerek mele-i alanın sakinlerine iltihak edecekler.. Yapmayanlar da, ebedî olarak yerin dibinde mahkum kalacaklar.."
- Budha, ruhların devr-i daim içindeki çilesine tahammül edemez.. Ona göre ruhların devr-i daimi yoktur.. Belki ilk başlangıçta böyle bir devir olabilir. Fakat esas olan ruhların Nirvana’ya gidip dayanmasıdır.. Bu, vücudun Mutlak’a dönmesi demektir..
- Pythagoras'a göre, bir nefis temiz ise, yüksek alemin yüksek varlıklarına iltihak eder.. Aksi takdirde, etrafı alevlerle sarılacak olan yeryüzünde mahbus kalacaktır..
- Eflatun ise, bu mevzuda birçok deliller getirir.. Bunlardan bazısını arz edelim:
Tabiat-Fazilet Delili: İnsan fazilet için yaratılmıştır.. İnsanın kendi nefsine zıt olarak böyle bir mahrumiyete katlanması daha sonra serfiraz olacağı bir hayatın var olduğuna delildir..
Tevali-i Ezdad Delili: Dünyada zıtlar birbirini takip ediyor.. Baharı kış, kışı bahar; zulmeti nur, nuru zulmet; geceyi gündüz, gündüzü gece; ve hayatı ölüm, ölümü de bir hayat takip ediyor.. Şu upuzun dünya hayatının vefatı da yeniden bir doğum getirecektir. Işık karanlığı kovaladığı gibi dünya karanlığı kovalayan apaydın bir ahiret olacaktır..
Zakire Delili: İnsan bazen, ilk defa karşılaştığı bir manzarayı, sanki daha evvel görmüş gibi hatırlar.. Halbuki bu dünyada onunla ilk defa karşılaşmıştır..
- Aristo şöyle der: "İnsan maddesinin dışında mücerred bir varlık vardır ki, o ölümsüzdür.."nAristo maddecilerin bayraklaştırdıkları bir filozoftur.. Buna rağmen, hiçbir kayıtla bağlı olmayan ölümsüz bir varlığın mevcudiyetinden bahsetmektedir..
- Revakiye ekolünün imamı Zenon: "İnsanın bedeninden başka bir nefis daha vardır ki, insan öldükten sonra bu nefis devam edecektir" der.. Ahlak prensipleri vardır.. Bu prensipler içinde de şunu görüyoruz: "Bu kâinatı bu kadar güzel yaratan, insana olan sevgisiyle kainatı tanzim eden Zât’ın insanı öldürüp bir daha diriltmemesi mümkün değildir.."
- Heraklit de bu mevzuyla alakalı olarak şöyle der: "İkinci neş’ette insanlar, yıldızlar etrafında ateşten çember olmuş olarak dirilecekler.. Oradan kurtulamayan habis ruhlar o ateş içinde azab görecekler.. Safi ruhlar ise kesiflerin arasından sıyrılarak tasaffi edecek ve mele-i alaya yükselecekler.. Öbür alemin seması yıldızsız olacak. Yıldızların hepsi dökülerek bu âlemin etrafını saracak ve cehennemi meydana getirecektir.."
- Sühreverdî, Hallac-ı Mansur ve devrinin imamı kabul ettiğimiz Muhyiddin-i Arabî bunlar arasındadır.. İşrakiye Endülüs’te de İslâm filozofları tarafından kabul edilmiş ve Yeni Eflatunculuk (Neo Platonizm) İslam aleminin bütününü sarmıştır.. Neo Platonizm bütün mektep ve medreseleriyle öldükten sonra dirilmenin, bu hayatın zarurî bir devamı olduğuna parmak basmış ve bu hakikati kabul etmiştir..
- Descartes mevzu ile alakalı kalbine doğanları kaydettiği bu eserde, ilk defa, nefsin mücerred bir ruh olduğunu ve ölümsüzlüğünü ciddi olarak ele alıp tahlil etmiştir..
- Spinoza ise meseleyi umumîleştirir.. Şahsî olarak değil de umumî olarak, toptan ve yekvücud halinde bir yaşayışın olacağını söyler..
- Dante, cennet, cehennem ve Araf tasvirleriyle sanki Maarri’nin adaptasyoncusudur..
Bunlar ve bunlar gibi, esasen din düşmanı oldukları halde, haşir akîdesine temas etmeden edemeyen binlerce edip ve şair vardır.. Evet, haşir akîdesi öyle bir gerçektir ki, düşmanlarına dahi kendini tasdik ettirmiştir..

SEMAVİ KİTAPLAR VE AHIRET
Kur’an-ı Kerim’in beşte üçü ahiretle alakalıdır..
Tevrat, Hz. Musa (s.a.s)’dan günümüze kadar birçok defa tahrif edildi.. Tamamen maddîleştirildi.. Buna rağmen işaret kabilinden dahi olsa, Tevrat’ta ahirete ait birçok meselelere temas edilmiştir..
İncil, bir cihetle Tevrat’ta tahrif olunanları tashih, tahrif olunmayan hususları ise tasdik için gelmiştir.. O günün Tevrat’ında ahirete ait meseleler anlatıldığından dolayı, İncil bunu tasdik etmekle yetinmiş ve meselenin tafsiline girmemiştir.. Böyle olmasına rağmen onda da ahirete ait malaları ifade eden ayetler buluruz..
İncil'de Kur’an-ı Kerim’in ifadelerine mutabık şekilde ahirete ait meseleler dile getirilmiştir.. Fakat bu mevzuda esas söz sahibi; her türlü tahrip ve tahriften korunmuş olan Kur’an-ı Kerim’e aittir..

YENİDEN DİRİLİŞ KEYFİYETİ
Biz haşrin hakikatine Kur’an ve hadislerin anlattığı şekilde inanır ve meselenin bize ait olmayan yönünü Cenab-ı Hakk’ın ilmine havale ederiz..

Hazırlayan: İlknur Türk Tolip


24 Kasım 2013 Pazar

Dini-Teolojik Aforizmalar / İlhami Güler

İlhamiyyat Dinî-Teolojik Aforizmalar / İlhami GÜLER

KUTSALLAR VE DÜŞÜNCE
Evliyası,mübarekleri,hazretleri,uluları,önderleri ve mukaddesleri bol olan toplumlar,kolay kolay düşünemezler;düşünce ve değer üretemezler. Çünkü kendileri 'küçüktür.'

YARIN VE BİR GÜNÜN TUZAĞI
Ömrü öğüten ve bugünü değersizleştiren, 'yarın' veya 'bir gün'e güvendir.

ÖTEKİNİ TANIMAK
 Çoğu insan kendince,çoğu zaman da keyfince oluşturduğu "haklılık" mevzisine girip sınırlı sayıdaki ilişkiye dayanarak -eksik tümevarım ile- ötekini ya melekleştirir ya da şeytanlaştırır. İnsanların çok azı, ötekini hakkıyla değerlendirir.

SİYASAL İSLAM
Siyasal İslam,öncelikle bir Müslüman'ın kimliğinin oluşturulması, bu kimliğin en genel anlamda korunması, sürdürülmesi,Müslüman halkların yok olmaktan ve sömürülmekten kurtarılması; sonra da insanlığın zulümden korunması faaliyetlerinin toplamıdır.

DÜNYANIN PROJELİĞİ
Güneş sistemi ve dünyanın içindekiler,bir 'tesadüf/kaos' olmaktan daha çok,bir 'proje/kozmos' olduğunu 'mantık'a zorlar.

ALIŞKANLIK VE DOGMANIN GÜCÜ
 Alışkanlık ve dogmanın kör delili, her türlü mucizeden daha güçlüdür. Mucizeyi görmeye müsaade etmez.

DİNLER VE MODERNİTE
 Dinler; hak,hukuk,hakikat,hakkaniyet ve adalet arayışı ve davası peşinde iken; modernite; güç,gerçek ve tahakküm peşindedir. 'Ilerleme' de onun kılıfı ve süsüdür.

TANRI VE İNSANIN FARKI
 Herkes,her an bir iş peşinde iken; Tanrı,her an her iş peşindedir.

TÜRKLER VE KUR'AN
Türklerin Kur'an ile olan teberrük, kutsama ve anlamadan dinleme iştiyakını en veciz ifade eden söz: 'Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli'dir.

UYKU, UYANMA VE RÜYA
Uyku,ölümün,uyanma dirilmenin,rüya ise ahiretin temsilidir.

TÜRK MÜSLÜMANLIĞI VE MAFYA
Türk mistisizmine/tasavvufuna eşlik eden toplumsal yaşam,hukuk (şeriat) değil,mafyalaşmadır. "Kurtlar Vadisi" dizisi, bunun en güzel kanıtıdır. Polat Alemdar'ın babası: her türlü kural dışılığı mitolojik menkıbelerle 'ilahi hikmet' olarak meşrulaştıran din; Polat ve avenesi: Mafya ve illegalite.

TÜRKLERİN VE RUSLARIN KİMLİĞİ
Türkler ve Ruslar,dinleriyle (Sünnilik/Sufilik-Ortodoksluk) millet olma kimliklerini kazanmış halklardır. Her iki milletin Batı'ya ayartılmış aydınlarının (Kemalistler ve Komünistler) dinî kültürlerini ıslah ve yenileme yerine 20. yüzyılın başında yaptıkları kültürel ve siyasal devrimleriyle (1917-1924) Batı ulusları gibi dinden kurtulmak istemişlerdir. Bu süreç onları maymuna çevirdi. Çıkış yolunu hâlâ bulabilmiş değiller.

Hazırlayan: İhvanı-ı Safa Mensubu


3 Kasım 2013 Pazar

Politik Teoloji Yazıları \ İlhami Güler

Politik Teoloji Yazıları \ Prof.Dr.İlhami Güler

Dünyada ahlaka konu olan her şey, zorunlu olarak dinidir. Ahlaki sorunlar, Allah’ın tarih boyu kutsal kitaplarda ortaya konmuş ahlaki iradesi göz önünde tutularak, akli ve eleştirel olarak çözümlenmelidir:’’Bilmediğin şeyin ardından gitme. Çünkü işitme duyusu, görme duyusu ve düşünme kabiliyeti, bunların hepsi bundan sorumlu tutulacaktır’’(İsra 17/36). Bir şeyi dini kılan husus, zorunlu olarak o hususa nasslarda (Kur’an ve Sünnet) aleni bir atfın ve çözümün bulunması değildir. Bu selefi bakış açısı, dini düşünceyi ve dini hayatı donduran dogmatik bir bakış açısıdır ve dinin hayatiyeti açısından son derece yanlış ve zararlıdır. Bu yanlışlık ve zarar, İslam düşüncesinde ve tarihinde de ortaya çıkmıştır. Esasında bu, bir insan tipidir ve bütün büyük öğretilerin tarihsel gövdelerinde ortaya çıkar; egemen olmasıyla da, din veya öğreti çöker.
s.18.

Mısır’da binlerce yıldan beri ayakta duran ‘piramitler’, sanırım dünyevileşmiş bir insanın güç kullanmasının sınırsızlığını ve tanrılaşma arzusunu (istiğna,istikbar) gözler önüne sermektedir. ABD’nin uzaya egemen olmak için gönderdiği –ve bir arıza yüzünden patlayıp parçalanan- uzay mekiğinin adını Challenger (meydan okuyan) koyması tesadüf mü? Firavun da yardımcısı Haman’a:’’Bana bir kule yap;üzerine çıkıp belki Musa’nın Tanrı’sına muttali olurum’’(Kasas 28/38) demişti.
s.21.

16. yüzyıldan sonra gerçekleşen sekülerleşmeyi Ortaçağda Batı’ya egemen olan Kilise ve onun inşa ettiği din ve teolojinin çürümesine bağlayan Nietzche, yeni çağı selamlar. Nietzche,’kaçkın adam’a görüşlerini şöyle söyletir:

‘’Tanrı nerede?’’ diye sorar,’’şunu da söyleyeceğim, onu biz öldürdük –sizlerle ben! Onun katiliyiz hepimiz. Ama bunu nasıl yaptık? Denizi kim içebilir? Bütün çevreni silmemiz için bize bu süngeri kim verdi? Onu güneşinin zincirlerinden kurtarır iken ne yaptık biz yeryüzünde? Nerede gidiyor şimdi dünya, biz nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Sürekli, boş yere, geriye, öne, yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? Boş uzayın soluğunu hissetmiyor muyuz? Hava giderek soğumuyor mu? Giderek daha çok, daha çok gece gelmiyor mu?Tanrı’yı gömen mezar kazıcılarının yaygarasından başka bir ses duyuyor muyuz? Tanrı çok çürüdü. Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü gitti! Onu öldüren de biziz! Bütün katillerin katili olan biz nasıl avunacağız? Dünyayı şimdiye dek elinde tutan, en kutsal, en güçlü olan bizim bıçaklarımızla kana bulandı. Kim temizleyecek bu kanı bizden? Hangi suyla arıtabiliriz kendimizi? Nasıl bir kefalet töreni düzenlesek, hangi kutsal oyunu oynasak? Bu eylemin büyüklüğü bizim için fazla büyük değil mi? Bu ancak eylemi gerçekleştirene yaraşır sayıldığı için bizim tanrı olmamız gerekmiyor mu? Hiçbir zaman daha büyük bir eylem olmadı, şu da var ki, bizden sonra doğacak olan, bu eylem uğruna şimdiye kadar ki tarihlerden daha yüksek bir tarihin bir parçası olacak? (1)

1.Martin Heidegger, Nietzche’nin Tanrı Öldü Sözü ve Dünya Resimleri Çağı,çev.Levent Özşar, Bursa 2001,s.16-17.
s.31-32.

 Diyanet kurumunun devlet çatısının dışına atılmamış olması, bazı yönetici elitlerin bunu arzulamalarına rağmen, toplumun dine bağlılığı yüzünden devlet örgütünün bile tam olarak laikleştirilemediğinin bir göstergesidir. Bu istisna dışında, kamusal alan ve kurumsal düzeyde devletin örgütlenmesi, dinden bağımsızlaştırılmıştır (laiklik). Ancak, halk bireysel-kültürel düzlemde dini değer, sembol ve kavramlara bağlılığını çeşitli düzeylerde sürdürmektedir.

Örneğin, yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre ‘’Kendinizi öncelikle hangi kimlikle tanımlarsınız?’’ sorusuna %35 ‘Müslüman’,%34 ‘T.C. Vatandaşı’,%20 ‘Türk’ cevabını vermiştir.(1) ‘’Sünni Müslüman mısınız? Sorusuna %81 ‘Evet’ cevabını vermiştir.(2) %91 Ramazan ayında oruç tutuyor;%45 beş vakit namazını kılıyor;%84 Cuma namazına gidiyor ve %70 fırsat bulursa hacca gitmeyi düşünüyor.(3)

Dinin inanç ve ibadet değerlerine bu yüksek bağlılık oranına rağmen onun en temel unsurunu oluşturan Tanrı’nın ahlaki düzlemdeki emir ve yasaklarına bağlılığın derecesi hayli düşüktür. Toplumumuzun şuan içinde bulunduğu siyasi-ekonomik durum, İslam’ın ahlak (Salih amel) düzeyinde Türkiye’de fazla etkili olmadığı anlamına gelir. Siyasi ve ekonomik hayatımızdaki hortum, çete, mafya, rüşvet, fuhuş, yolsuzluk vs. olayların yaygınlığı bunun kanıtıdır. Bu ahlaksızlıkların İslami anlamda ‘dindarlık’la bir arada bulunamayacağı müsellemdir.

1.Ali Çardakoğlu ve Binnaz Toprak, Türkiye’de Din,Toplum ve Siyaset, İstanbul 2000,s.27.
2.Çardakoğlu ve Toprak,age,s.41.
3.Çardakoğlu ve Toprak,age,s.45.
s.39-40.

 Diyanet kurumunun devlet çatısının dışına atılmamış olması, bazı yönetici elitlerin bunu arzulamalarına rağmen, toplumun dine bağlılığı yüzünden devlet örgütünün bile tam olarak laikleştirilemediğinin bir göstergesidir. Bu istisna dışında, kamusal alan ve kurumsal düzeyde devletin örgütlenmesi, dinden bağımsızlaştırılmıştır (laiklik). Ancak, halk bireysel-kültürel düzlemde dini değer, sembol ve kavramlara bağlılığını çeşitli düzeylerde sürdürmektedir.

Örneğin, yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre ‘’Kendinizi öncelikle hangi kimlikle tanımlarsınız?’’ sorusuna %35 ‘Müslüman’,%34 ‘T.C. Vatandaşı’,%20 ‘Türk’ cevabını vermiştir.(1) ‘’Sünni Müslüman mısınız? Sorusuna %81 ‘Evet’ cevabını vermiştir.(2) %91 Ramazan ayında oruç tutuyor;%45 beş vakit namazını kılıyor;%84 Cuma namazına gidiyor ve %70 fırsat bulursa hacca gitmeyi düşünüyor.(3)

Dinin inanç ve ibadet değerlerine bu yüksek bağlılık oranına rağmen onun en temel unsurunu oluşturan Tanrı’nın ahlaki düzlemdeki emir ve yasaklarına bağlılığın derecesi hayli düşüktür. Toplumumuzun şuan içinde bulunduğu siyasi-ekonomik durum, İslam’ın ahlak (Salih amel) düzeyinde Türkiye’de fazla etkili olmadığı anlamına gelir. Siyasi ve ekonomik hayatımızdaki hortum, çete, mafya, rüşvet, fuhuş, yolsuzluk vs. olayların yaygınlığı bunun kanıtıdır. Bu ahlaksızlıkların İslami anlamda ‘dindarlık’la bir arada bulunamayacağı müsellemdir.

1.Ali Çardakoğlu ve Binnaz Toprak, Türkiye’de Din,Toplum ve Siyaset, İstanbul 2000,s.27.
2.Çardakoğlu ve Toprak,age,s.41.
3.Çardakoğlu ve Toprak,age,s.45.
s.39-40.

Adalete, hakkaniyete, ahlaka dayalı bir anayasa ve hukuk nizamı kurmak sevaptır. Bunu hakkıyla icra etmek sevaptır. Belediyelerin, yerleşim birimlerinin sorunlarını hakkaniyete dayanarak çözmesi sevaptır. Ülkenin zenginleştirilmesi (üretim, ticaret, ihracat vs.) dini bir husus değildir, ama bunun sömürüye dayanmadan yapılması sevaptır;zira,’’Tanrı, ellerin dolu veya boş olmasına (zengin-fakir) bakmaz;Tanrı, ellerin temiz (dürüst) olup olmamasına bakar.’’Haksız saldırılara karşı ülkeyi korumak için savaşmak sevaptır. Isparta ile komşusu Burdur arasındaki gelişmişlik farkı, politik ve ahlaki bir sorundur;dini deyimle zulümdür,günahtır. Fırsat eşitliğine dayanmayan bütün eşitsizlikler zulümdür, günahtır. İhale yolsuzlukları, vergi kaçakçılığı, haksız vergilendirme, ehliyete ve hak etmeye dayanmayan adam kayırmalar zulümdür, günahtır. İnsan hakları ihlalleri ve işkence zulümdür, günahtır. Hakkaniyete dayanmayan bir maaş rejimi zulümdür, günahtır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Özetle, halk arasında meşhur olan bir deyimle ‘’Halka hizmet Hakk’a (Allah’a) hizmettir.’’

Bu politik sorunları, seküler (dine itibar etmeyen) kişiler, dini olmayan saiklerle çözmeye çalışabilirler; ama bu durum, bu süreçlerin İbrahimi teistik dinin iki versiyonu (Yahudilik ve İslam) açısından dini olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz; çünkü ‘insani’ olan ile İbrahimi teistik anlamda ‘dini’ olan çoğu zaman aynıdır:

Yönünü yalın halde Allah’ın insanları (doğası) üzerine yarattığı dine çevir. Allah’ın yaratışında bir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat, insanların çoğu bilmezler.(Rum 30/30).
s.73-74.

‘’Allah Kur’an’la def edemediği kötülükleri adil sultanla def eder’’sözü, siyasal bir aygıt olan devletin,-ahlaka ve hukuka bağlı kaldığı sürece-Tanrı’nın iradesinin (tercihinin) uygulayıcısı olduğu gerçeğini ortaya koyar. Müslüman toplumun (ümmet) siyasal bedenleşmesi olarak devlet ve yönetim, hem İslam toplumunun hem de Müslümanlığın devamının zorunlu bir unsurudur. İslam’ın bir siyaset olarak algılanmasına izin veren entelektüel koşul, moral ve siyasal olan arasında kurulan özdeşliktir. Zira, moral ve siyasal olan ayrılmazsa, dinsel olan siyasal olanla kolayca yer değiştirebilir. Yalnızca siyasal teologlar değil, İslam filozoflarının da din ve siyaset arasında kurdukları ilişkinin gerekçesi budur. Garaudy bu gerçeği şu şekilde ifade eder:’’Önemli olan Allah’ın birliğine ‘inanmak’ değildir. Asıl önemlisi, bu düzensiz dünyada,’Allah yolunda’ mücadele ederek, o imanını ispatlamaktır. Hem de her düzeyde. Yani iktisattan ahlaka ve siyasete, bilimden sanatlara kadar her alanda.

Begoviç ise şöyle der:’’Hz.Muhammed mağaradan dönmeye mecburdu. Bu dönüşü olmasaydı,’hanif’ olarak kalacaktı. Fakat döndüğü için İslam’ın Resulü olmuştur. Bu, dahili ile harici dünyanın, mistik (tecrübe,sezgi) ile aklın, meditasyon ile eylemin karşılaşmasıydı. İslam, mistik (tecrübe) olarak başlamıştı. Siyaset ve devlet olarak devam etti. Din gerçekler dünyasına girerek İslam oldu. Kısaca, bu gerçeği, Bernard Lewis gibi, bir çok oryantalist ve çağdaş İslam düşünürü itiraf etmektedir.
s.74-75.

 Özetle, politik bir hareketin en belirgin bazı vasıfları, toplumları değiştirme, oluşturma, dönüştürme, büyük kültürel hareketler ortaya koyma ise;Tanrı, tarihin en büyük politik öznesidir. Tanrı bütün bunları peygamberleri aracılığı ile yaptığı için, bu dini-politik hareketler –vahyin devam ettiği sürede- Tanrı’nın sevk ve idare ettiği hareketlerdir. Hizbu’llah (Maide 5/56) ve Orduların Rabbi (İşaya 22:15) kavramları bu politik liderliği açıkça ortaya koyar.
s.76-77.

İlahi söylemin kendini ifade ettiği araç,insan aklı; hedefi ise, pratik ahlaktır. Tanrı’ya imanı, O’na karşı ‘şükür’(Lokman 31/12); şirki de,’zulüm’(Lokman 31/13) olarak alacak olursak;’tevhid’, Tanrı’ya karşı ahlaklı olma;’adalet’ise, insanlara karşı ahlaklı olmadır.
s.77.

 Sünni, Şii ve Harici ortodoksiler, birer ideoloji olarak oluşmuştur. Özellikle Sünnilik, devlet ile ulema arasında bir yardımlaşma ve işbirliğinin ürünüdür. Devlet, ideolojiyi meşruiyetini sağlamak için kullanmıştır (resmi ideoloi). İdeolojiler, bir devletle birleştiklerinde dini hakikati en doğru ve en hakiki düzlemde temsil ettiklerini iddia etmişlerdir (fırka-i Naciye). Kuvvetle elde edilen iktidar ve çoğu haksız icraatlar, tarih boyunca ‘Şeriat’la, yani dini sembol, kavram ve değerlerle meşrulaştırılmaya çalışılmıştır:

Ordularını harekete geçirebilmek için ‘cihad’ çağrılarına baş vurdular ve İslam’ı güçlendirmek ve başka halkları Hak yoluna çağırmak için, Allah adına savaştıklarını yaydılar. Müslüman fetihler genelde diğerlerine göre daha merhametli olmakla birlikte, bu fetihlerin salt maddi amaçlarla sürdürüldüğü ve İslam sancağı altındaki ‘cihad’ çağrılarının bu amacı meşrulaştırmak üzere kullandığı gerçeği ortadadır.(1)

Bu arada ülkemizdeki politikacılardan birinin, taraftarları nezdinde ‘mücahid’ olduğunu hatırlatalım.

1. Aşmavi, İslam’a Karşı İslamcılık, s.81.
s.81-82.

Sünni, Şii ve Harici ortodoksiler, birer ideoloji olarak oluşmuştur. Özellikle Sünnilik, devlet ile ulema arasında bir yardımlaşma ve işbirliğinin ürünüdür. Devlet, ideolojiyi meşruiyetini sağlamak için kullanmıştır (resmi ideoloi). İdeolojiler, bir devletle birleştiklerinde dini hakikati en doğru ve en hakiki düzlemde temsil ettiklerini iddia etmişlerdir (fırka-i Naciye). Kuvvetle elde edilen iktidar ve çoğu haksız icraatlar, tarih boyunca ‘Şeriat’la, yani dini sembol, kavram ve değerlerle meşrulaştırılmaya çalışılmıştır:

Ordularını harekete geçirebilmek için ‘cihad’ çağrılarına baş vurdular ve İslam’ı güçlendirmek ve başka halkları Hak yoluna çağırmak için, Allah adına savaştıklarını yaydılar. Müslüman fetihler genelde diğerlerine göre daha merhametli olmakla birlikte, bu fetihlerin salt maddi amaçlarla sürdürüldüğü ve İslam sancağı altındaki ‘cihad’ çağrılarının bu amacı meşrulaştırmak üzere kullandığı gerçeği ortadadır.(1)

Bu arada ülkemizdeki politikacılardan birinin, taraftarları nezdinde ‘mücahid’ olduğunu hatırlatalım.

1. Aşmavi, İslam’a Karşı İslamcılık, s.81.
s.81-82.

Ülkemizde de gerek politika alanında, gerekse ekonomik alanda bunun çokça örneklerini yaşamaktayız. Seçimlerde dindar insanların oyunu alabilmek için politikacıların nasıl dinsel bir söylem kullandıkları bilinmektedir. Ayrıca ekonomik alanda birçok dini kavram, ekonomik işletmelerin ismi olarak kullanılmaktadır (İhlas Finans, Cihat Köfte Salonu, Tekbir Giyim, Hira Turizm vs.). Bir holding de, motto olarak ‘’En büyük ortağımız Allah’tır’’ cümlesini reklam dosyalarına yazabilmektedir. Buradaki niyet, dine ‘hizmet’(!) de olabilir; kavram aracılığıyla güven telkin ederek,dindarları ‘müşteri’ kılma da olabilir.’’Mayoda aşama suya atılan imza: Haşema’’ sloganındaki ‘Haşema’(Hakiki Şeriat Mayoları) marka isminde kullanılan ‘Şeriat’ın,iyi bir ‘ticaret aracı olduğuna sanırım kimse karşı çıkmaz.
s.87.

 İnceleyeceğimiz kitaplarda müminlere önerilen ‘dünya’ya karşı ‘dıştan’ ret olarak gerçekleşen mesafe bilinciyle; eşi ve kendisi aslında birer tüccar olan ve ‘’Bana dünyadan kadın, güzel koku ve namaz olmak üzere üç şey sevdirildi,’’(1) diyerek, dünyayı, nimetleriyle birlikte olumlayan bir peygamber aracılığıyla tebliğ edilen; neredeyse bütün dini/uhrevi kelime haznesi ticari kavramlardan oluşan (ticaret, kesb, sa’y, rehin vs.) ve Nietzsche’nin dediği gibi ‘’insanın iç güdülerine erkekçe ‘evet’ diyen (2) İslam’ın, kibir, gurur, istiğna ve Allah’ı-ahireti insana unutturan bir ilgi olarak ‘içten’ reddettiği ‘sekülerlik’ anlamında ‘dünya’ ile kurduğu mesafe bilinci, birbirinden alabildiğine farklıdır. Burada ‘dıştan’ tabiriyle kastettiğimiz şey, çevre, mal/zenginlik, eşya, madde ve zamana/geleceğe karşı ilgisizlik veya ilginin zayıflatılmasıdır. Tasavvufun içinde,’dünyayı ret’ olarak gelişen ‘zühd hareketi, İslam’ın erken dönemlerinde de bir insan tipi olarak mevcuttu:’’Allah’ım beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve miskinler arasında dirilt’’,diyen bir sahabiye Hz.Ömer:’’Eğer fakirlik bir adam olsaydı onu öldürürdüm,’’demişti.

1. Nesai,Sünen, İşretu’n-Nisa,1;Ahmed b.Hanbel,Musned, III,128-199.
2. Friedrich Nietzshe, Deccal (Hıristiyanlığa Lanet),çev.Oruç Aruba, İstanbul 1995,s.96.
s.92.

Oysa Kur’an, yeryüzünü ayaklarımızın altına, Allah’ı üste, cennet ve cehennemi ise geleceğe koyar. Uzak geleceği (ahiret) elde etmenin yolu, yakın geleceği (dünya) inkar etmekten geçmiyor. Dünya nimetlerinin geçiciliği, Kur’an’da sık sık vurgulanır (Ali İmran 3/197;Nisa 4/77;Tevbe 9/38.); fakat, hiçbir yerde lanetlenmez. Cenneti elde etmenin yolu da, bu nimetleri ve bunların elde edilmesini reddetmekten geçmez. Tersine, cennetin elde edilmesi, zorunlu olarak bu dünyaya dalınmasını ve bu dünyanın imar ve ıslah edilmesini (amel-i Salih, cihad, sabır) gerektirmektedir. İslam medeniyetine vücud veren görüş budur. Dolayısıyla, yeryüzündeki yakın geleceğimizin düşünülmesi ve onun için kaygı çekilmesi, tek başına reddedilecek bir şey değildir. Oysa, biraz sonra göreceğimiz gibi, incelediğimiz vaaz ve irşad edebiyatı, bunu tul-i amel (uzak sanılar) görerek reddetmektedir. İslam için önemli olan, yakın geleceğin elde edilmesinin (dünyanın imar edilmesi, mal edinme, bilim yapma vs.) helal ve haram sınırlarını koruyarak (Allah’ı ve ahreti unutmadan) gerçekleştirilmesidir.
s.94-95.

Sünnilik, imanı ‘altı’, İslam’ı ‘beş’ olmak üzere ‘şarta’ bağlayarak, tarihi süreç içerisinde bir dogmalar ve ritüeller dinine dönüşmüştür. Kelime-i şehadetin papağanca telaffuzu, bu dine girişin anahtarıdır. Oysa, eşhedu (Ben şehadet ederim) ifadesi, hem coşkusal hem de fiili bir yaşantıyı (praxis) işaret eder. Allah, göklerin derinliklerinde (aşkın) sıfatlarıyla bilinecek bir varlık değil, müminlerin, Muhsinlerin, muttakilerin, sabredenlerin (direnenlerin)… günlük yaşamlarında, yeryüzünde sürekli beraber oldukları (Bakara 2/103;Tevbe 9/36;Nahl 16/128) her an karşılaşacakları bir varlıktır (şehadet). İnanç veya akide hakkında, sadece konuşulan bir şey (kelam); iman ise, yaşama ve eylemin bizzat kendisidir.
s.119.

Yavaş ve içten içe de olsa, oluş-hareket-değişim (tarih) değirmeninin hüküm ve müesseseleri öğütme-çürütme süreci, taklit ve tahsil faaliyetiyle görülemezdi. Çünkü zihin, sürekli kitapları –vakıayı değil-ezbet, tekrar ve yorumuyla ‘ilim’ yapıyordu. Ettekraru Ahsen velav kane yüz seksen. ‘’Bizim oğlan bina okur döner döner yine okur.’’Allah, örnek alınarak vakıalar değerlendirilip ‘kitaplaştırılacağı yerde, başta Kur’an olmak üzere Buhari ve daha bir çok başka kitabı ezberleme ‘ilim’ olarak algılanıyordu, hikmet ve hakikat artık sürekli aranacak ve keşfedilecek bir şey değil,’ta’lim’ yoluyla kitaplardan ‘tahsil’ edilecek bir şey olarak algılanıyordu. Orta çağda İslami bilgi anlayışı hakkında Hamilton Gibb şöyle diyor:

Bilgi konusundaki eski İslami görüş ‘bilinmeyene’ ulaşma değil,’bilinenin’ biriktirilmesine ilişkin mekanik bir süreçti. Bilinen, değişen ve genişleyen bir şey olarak değil, belirli ve ebedi bir şey olarak anlaşılırdı…(1)

1.H.A.R.Gibb,Modern Trends in İslam, Chicago 1947,s.64.
s.122

 Peygamber, kendisine ulaşılamayacak, yanına yaklaşılamayacak kadar insan üstü, kutsal, yarı ilah bir varlıktır. Bütün felekler onun için yaratılmıştır (Levlake levlak, lema halektu’l-eflak).

Mescidin kapısı, eşi Aişe’nin evinin kapısıyla karşı karşıya olan;namazı, güzel kokuyu ve bir de kadını çok seven; zırh giyerek savaşan; kısaca yaşama, canlılığa ve içgüdülerine ‘evet’ diyen içimizden gür saçlı esmer birisini (Arap); nur yüzlü (soluk benizli), ruhani, gece yatmaz, hata işlemez (o zaman sevap da işlemez) bir melek-insana çevirdik. Sahabiler yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız kurtulursunuz.(Bazı sahabilere uyanların kendilerini Cemel ve Sıffin savaşının ortasında bulduğu tarihsel bir gerçektir). Her türlü iyilik, öncekilere uymakta, her türlü kötülük ise geriden (bize yakın) olanların çıkardıklarındadır. (Kullu hayrin fi itba’i men selef, ve kullu şerrin fi ibtida’i men halef.)

Tarihe hep anıtsallaşmış kişiler ve sülaleler hakim olmuştur. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar, Bizler, bireyler olarak Hanefi, Şafi,Eşari, Maturidi, Alevi, İsmaili, Caferi veya Atatürkçüyüz. Hiç kimse Vasıl b.Ata’ gibi kişilerden i’tizal (ayrılma) etmeyi göz alamadığı için aramızda –el hamdülillah- Mutezili yoktur.
s.125-126.

 Ey kerameti kendinden menkul gelenek ve teamüller, siz nelere kadirsiniz! Tarihte akıllılığın karşıtı çoğu zaman aptallık değil, şartlanmışlıktır ve alışkanlık beyni uyuşturan afyondur. Sağcılık, bir alışkanlık olarak bütün dinlerin, büyük öğretilerin ve halkların afyonudur. Sözü cahiliye dönemi şairi Amr İbn Kamia’nın bir beyti ile bitirelim:

Rametni benatu’t-dehri min haysu la era,
Fekeyfe limen y’rma veleyse bi ramin?

Zamanın kızları bana görmediğim yerden bir ok attı,
Fakat bu oku yiyen, atanı göremiyorsa ne yapabilir?
s.128

 Şamanlık dininden büyük oranda tasavvuf yoluyla İslam’a girmiş göçebe ve asker Türk milletinin büyük bir kütlesi orta çağın dar ve durgun havasında bozkır Anadolu’nun orta, küçük boy kasabalarında ve çoğunlukla da ‘’Kuş uçmaz (çünkü ağaç yok) kervan geçmez (yolsuz),’’ köylerde (ve de tekke ve zaviyelerde) tarihin dışında yaşıyordu. Bugün Türkiye’nin topraklarında yaşayan insanların ‘’Geçmişe mazi derler,’’diyerek maziyi boşver’melerinin arkasında böyle bir tarih vardır. Aynı şekilde, geleceği planlamayan ve 1960’lardan sonra hazırlanan beş yıllık kalkınma planlarının birer temenniden öteye gitmemesinin arkasında, geleceğe ilişkin plan/proje yapmayı, umut beslemeyi tul-i emel olarak küçümseyen bakış açısının, zihniyetin etkisi yok mudur acaba?

Coğrafyanın (bozkır) doğurduğu zorluklarla birlikte, yaşamla bağları tasavvufla gevşetilmiş; yaşamın amaçları yaşamın içinden tamamen sökülerek ‘öte’ye (ahiret) ve aşkına (Allah) yöneltilmiş Anadolu insanının geçmişine veya geleceğine dikkat etmesini (tarih bilinci) beklemek anlamsızdır.
s,184.

Hazırlayan: Emre Koç

16 Ekim 2013 Çarşamba

El Munkızu Mined Dalal \ Ebu Hamid Gazzali


EL MUNKIZU MİNED DALAL
Yazar: İmam-ı GAZALİ

1. İMAM-I GAZALİ HAZRETLERİNİN KISACA HAYATI VE ESERLERİ
Asıl adı Muhammed’dir. Künyesi Ebu Hamid’dir. Lakapları Hüccetü’l-İslam ve Zeynü-d-Din’dir. Gazali Hazretleri hicri 450/1058 yılında Horasan’ın Tus şehrinde doğdu. Bir müddet memleketi Tus’da Ahmed b. Muhammed er-Redegani’den fıkıh dersleri aldı. Sonra Curcan şehrine gitti. Orada ise, İmam Ebu Nasr el İsmail’in talebeliğini yaptı. Sonra memleketine döndü. Daha sonra İmam Gazali Hazretleri tahsilini devam için Nişabur’a gitti. Orada zamanın allamesi, müçtehit İmam-ül Harameyn Ebu-meali el Cuceyni’nin talebesi oldu. Nişabur’dan ayrıldıktan sonra Selçuklu Devletinin baş veziri Nizamü’l Mülk’ün ısrarı üzerine Bağdat’ta Nizamiye Medresesi’ne Ebu İshak eş Şirazi’nin yerine tayin oldu. Fakat hicri 488 yılında ruh âleminde büyü kibir sarsıntı oldu ve neticede bu parlak hayatı terk etti.
Bu ruhi sarsıntı, bir şüpheden kaynaklanıyordu. Yerine kardeşi Ahmet’i bırakarak Bağdat’tan ayrıldı. 10-11 senesini riyazat, mücahade, manevi terbiye, kalbi amel ve ilimle geçirdi. Evvela Şam’a gitti. 2 yıl kaldı. Sonra Kudüs’e gitti. Kudüs yakınındaki Halilu-r rahman’ı, Mekkey-i Mükerreme’yi ve Medine-i Münevvere’yi ziyaret etti.
Şüpheleri gitti, yakin hasıl oldu. Bağdat’a tekrar geri döndü. Bu uzun uzlet günlerinde yazmış olduğu İhya-yı okutmaya başladı. Bu arada İslam aleminde fitneler çoğalmış, fikirler bozulmuş, sünnet hayatı unutulmuştu. İnsanlara bir mürşid, bir imam lazımdı. Bu arada Selçuklu veziri Fahru’l Mülk’ün ısrarı üzerine 499/1105 yılında tekrar tedris hayatına döndü. Ömrünün sonuna doğru tekrar vatanı olan Tus şehrinde avdet etti.
İmam Gazali Hz.’leri hicri 505/1111 senesi cemaziyevvel ayının 14. Pazartesi günü sabah namazı vaktinde abdest tazeleyip namaz kıldı. Yanındakilerden kefen istedi, kefeni öpüp yüzüne sürdü, odasına gitti. Vefat etmiş olarak odasında bulundu.
Gazali Hz.’lerinin kaynaklardan bin kadar eserlerinden söz edilmekle beraber elimizde yüz civarında eseri mevcut bulunmaktadır. Başlıcaları: Cevahir’ul Kur’an, Fedailu’l Kur’an, Kavaidu’l Akaid, El Akidetu’l Kudsiyye, El Esmaü’l Hüsna, Ed-dureru’l Fahira, Kitabu’l İktisad, Fi’l İtikad, Er-risaletü’l Kudsiyyei İhya’u Ulumu’id Din, Biyadetü’l Hidaye, Mizanu’l Amel, Kimyay-ı Saadet, Kitabu Eyyuhel Veled, El Basit, El Vasit, Makasıdu’l Felasife, Miyaru’l İlm, Tehafütü’l Felasife, Mişkatu’l Enva, Mukaşefetu’l Kulup, Hakikatu’r Ruh.

SAFSATA YOLUNU TUTARAK İLİMLERİ İNKÂR EDİŞ
Gazali Hz.’leri il önce duyu organları aracılığı ile elde ettiği ilimler ile zaruri akıl prensiplerinden başka güvenilecek bir ilim bulamıyor. Hissiyatın verilerini, ilim olarak kabul etmiyor. Daha sonra tecrübelerle duyu organlarının da yakini bilgiyi veremediğine hükmediyor. Böylece çok dediği ve açık olan akli ilimlerde başkasına güveni kalmıyor. Sonra hissiyatına kulak veriyor. Hissiyatı sen benim verilerime aklın galip gelmesi sonucu güvenimi kaybettim. Oysa elinde aklın verilerini yürütecek bir hâkimin gelemeyeceğine dair delilim yok diyor. Uykuyu ve rüyayı sadıkayı hatırlatıyor. Uykudayken gördüğün şeylerin hakikatliğinden şüphe etmiyorsan diyor. Yahut bu hâkim sofilerin duyu organlarının etkilerinden sıyrılıp aklın çözemeyeceği halleri yaşadıklarını söyledikleri şeydir diyor. ‘İnsanlar uykudadırlar. Ölünce uyanacaklardır.’ hadisesi de bu düşünce üzerinde etkili oluyor. Bu hallere açık ve zaruri akıl prensibi delil teşkil edemez. Gazali üzerinde iz bıraktığını söylediği bu haline safsata üzerindeydim diyor.
Nefsinin normale dönmesi ve zaruri bilgileri onun nazarında güvenilir hale gelmesi, bir delil veya deliller numunesi ile değil, ancak Allah’ın kalbine atmış olduğu bir nur sayesinde olmuştur. Bu konuya vakıf olmanın, bir şeyin hakikatini keşfetmenin, yalnız delillere bağlı olduğunu zanneden kimse, muhakkak ki Allah’ın geniş olan rahmetini daraltmıştır.
Allah kimin hidayetini isterse, onun kalbini İslam’a açar. Burada açmaktan maksat alameti aldatıcı dünya yurdundan uzaklaşmak ve ebedi olan ahiret yurduna yönelmek olan, Allah’ın kalbe akıttığı bir nurdur.

HAKİKATI ARAŞTIRANLARIN SINIFLARI
Gazali hakikati arayanların dört grup olduğu kanaatindedir.
1. Kelamcılar: Bunlar rey ve nazariye sahibi olduklarını iddia ederler.
2. Batıniler: Bunlar kendilerini talim ehli olduklarını, hakikati masum olan imamdan aldıklarını ileri sürerler.
3. Felsefeciler: Bunlar mantık ve kesin delil sahibi olduklarını zannederler.
4. Sofiler: Allah’ın has kulları, müşahede ve keşif ehli olduklarına inanırlar.

KELAM İLMİNİN MAKSADI VE ÖLÜ HAKKINDA
Kelam ilminin gayesi ehlisünnetin akidelerini bidat ehlinin karışık ve çarpık itikatların karşı korumaktır. Kelam ilmi bidatçilerin sünnete aykırı olarak uydurdukları yanıltıcı ve vesveselere mantıklı ve düzenli sözlere karşı çıkarak sünneti savunan bir grup olarak ortaya çıkmıştır. Kelamcılar bu vazifelerini yaparlarken mücerret olan delilleri (Kur’an ayetleri - Hadisi şerifler - İçtimayı-ı ümmet) onlara hasımlarının mukaddimelerini kabule zorlamışlardır. Onların en fazla meşgul oldukları konular hasımlarının sözlerinde birbirine ters düşen şeyleri meydana çıkarmak, kabul ettikleri esasların ortaya çıkardığı yanlışlarla onları azarlamak idi. Bu metot akli zaruretlere dayandığından akıl ötesi delilleri de kabul eden İmam-ı tatmin etmemiştir.
Kelamın özü cevher-araz ve bunların hükümlerinin araştırılmasıdır. Bu öz kelam ilminin gayesi olmadığından bu ilim gayesine ulaşamadı.

FELSEFENİN ÖZÜ HAKKINDA
Bir ilimdeki fesat ve bozukluğu ancak, o ilme derinliği ile vakıf olanlar anlayabilirler. Bu mezhebi hakikatine vakıf olmadan bunu reddetmek kendini karanlığa itmek gibidir.
Felsefecilerin eskileri ile en eskileri, sonrakilerle öncüleri arasında hakka uzaklık ve yakınlık bakımından büyük farklılıklar olmakla beraber hepsi de küfür ve dinsizlik özelliği taşırlar.

FELSEFECİLERİN SIRLARI
Felsefeciler üç kısma ayrılırlar:
a-) Dehliler: Kudret ve ilim sahibi her şeyi idare eden yaratıcıyı inkâr ederler. Âlemin ezelden yaratıcısı vasıtası olmadan, şimdiki haliyle kendiliğinden olduğunu kabul ederler, zındıktırlar.
b-) Tabiiler: En çok tabiat âleminden, hayvan ve bitkilerin şaşırtıcı hallerinden bahsederler. Bu âlemdeki mükemmel düzenden dolayı Allah’ı kabul etmek zorunda kalırlar. Ancak bunlar hayvandaki mizacın itidal üzere olmasını, hayvandaki güçlere etkisi olduğuna kanaat etmişlerdir. İtikatlarına göre yok olduktan sonra bir daha geri dönme olmayacağından, ahireti, cenneti ve cehennemi inkâr ederler.
c-) İlahiyyum: Sokrat Eflatun’un hocasıdır. Eflatun ise Aristo’nun hocasıdır. Bu grup dehliler ve tabiilerin fikirlerini çirkinliklerini ortaya koyarak reddettiler. Sonra Aristo kendinden önce gelen bütün ilahiyyum felsefecilerini reddetti. Fakat bunların çirkin küfründen ve bidatlerından kendi fikirleri arasında kırıntılar kalmıştır. Bundan dolayı gerek bu ilahiyatçı felsefecilerin, gerekse bunların peşinden giden İbn’i Sina ve Farabi’nin kâfir olduğunu hükmetmek vacip oldu.

FELSEFENİN BÖLÜMLERİ
1-Riyaziye: Riyaziye, matematik, geometri, astronomi ilimlerinden ibarettir. Müspet veya menfi bu ilimlerin din ile ilişkisi yoktur. Kesin delille sabit olmuş şeylerdir. Anlayıp öğrenildikten sonra inkâra mahal kalmaz. Bu ilimlerde iki bel ve musibet doğmuştur:
Birinci musibet: Bu ilim erbabı, onlarda gördüğü incelik ve açık delilleri felsefenin tüm bilgilerinde var zanneder. Felsefe hakkında güzel bir inanca sahip olur. Matematikçilerin şeriatı küçümsediğine dair görüşe aldanıp dinden uzaklaşabilir.
İkinci musibet: Bu musibet dinde samimi fakat cahil olan kimselerden doğmuştur. Bunlar felsefeciler tarafından ortaya atılan her türlü bilginin reddedilmesini ve felsefecilerin cahil olduklarını iddia etmeyi İslam’a hizmet sandılar. Güneş-Ay tutulması hakkındaki kesin delile dayanan iddiaları dahi şeriata aykırı addettiler. Fakat bu hususta kesin delile dayananlar bilgilerinde şüpheye düşmediler. İslam’dan uzaklaşıp felsefeye olan muhabbetleri arttı.
Şeriatta bu ilimlerle ilgili müspet ya da menfi bir hüküm yoktur.
2-Mantık: Mantık ilmi, deliller ile kıyasların şartlarını, burhanı, mukaddimelerin şartlarını ve birleşme şartlarını ‘haddi-sahih’ denilen doğru tanımın meydana gelmesini ve bunların birleştirme keyfiyetini araştırır. Dinle bir ilgisi yoktur. Kelamcılara oranla daha fazla detayla ilgilenmişlerdir. Mantığı iyi bilenlerin felsefenin küfre varan meselelerinin açık delil ile takviye edildiği zannına kapılma tehlikesi vardır.
3-Tabiat İlimleri: Tabiattan ve buradaki tahavvülattan bahseden ilimdir. Bilinmesi gereken tabiat Allah’u Teala’nın emrindedir. Kendi hareket edemez. Ancak Allah yaptırtır.
4-İlahiyat: Felsefeciler ilahiyat bahsinde yirmi yerde hataya düşmüşlerdir. Üç hatalarında onlara kâfir diyenleri de bidatçi saymak gerekir. Küfre düştükleri hatalar:
 İnsanlar öldükten sonra tekrar cesetleriyle dirilerek haşredilmez. Mükâfat ve mücazat yalnız ruh içindir.
Allah külliyatı bilir, cüzziyatı bilmez.
 Âlem ezeli ve ebedidir.
5-Siyasiyat: Felsefecilerin, kaynağını ilahi kitaplardan ve velilerden aldıkları devlet adamlarına dünya işleri ile ilgili söyledikleri sözlerden ibarettir.
6-Ahlak: Bu ilmi sufilerden almışlardır. Sufilerin güzel sözleri ile kendi batıl düşüncelerini kabul ettirmeye çalışmışlardır. Onlara göre ahlak, nefsin sıfatlarını saymak, huyların nevilerini belirtmek, nefis terbiyesinin ve onunla mücadele keyfiyetini ortaya koymaktır.
Felsefecilerin peygamberlerin ve sufilerin sözlerini kendi sözleri arasına koymaları iki afeti doğurmuştur.
Birinci afet: Bazı cahiller bu sözleri ilk defa felsefe kitaplarında gördüklerinden zayıf akıllarıyla batıl olduklarını zannettiler.
İkinci afet: Bu sözlerle birlikte felsefenin diğer batıl düşüncelerini de kabul etme tehlikesidir.

TALİMİYE MEZHEBİ
Bu mezhebin mensupları ‘her şeyin manası, hak ile kaim olan masum imamdan öğrenilir’ diyorlardı. İşin doğrusu şudur: Masum bir öğretmene ihtiyaç vardır. Fakat bizim masum öğretmenimiz Hz. Muhammed (sav)’dir. O davetçilerini her yana dağıtmıştır. Kendinden sonra başvurulsun diye bir din bırakmıştır. Doğruyu bulmada önce nassa sonra istihada başvurulur. İtikadın temel konularında bütün mezhepler ortak olduğundan küfre düşmez. Taksilatta delili kuvvetli olana uyulur.

TASAVVUF YOLU HAKKINDA
Tasavvuf ilminin özü nefsin ağır gelen zorluklarına katlanmak, onun kötü huy ve çirkin sıfatlardan arınarak Allah’tan başka her şeyi kalpten boşaltarak kalbi Allah’ın zikri ile süsleyip güzelleştirmektir. Ahiret saadeti nefsi men ve dünyayı terk etmekle mümkündür.

KUBETTÜ’S SAHRA
Sufiler gerçekten Allah’u Teala’nın yoluna süluk edenlerdir. Bu öyle bir yoldur ki bu yolun birinci şartı olan temizlik, kalbi tamamen Allah’tan gayri şeylerden temizlemektir. Anahtarı ise kalbi Allah zikri ile kaplamaktır. O’nun nihayeti ise tamamıyla kendinden geçip Allah’ın azametinden fani olmaktır.
Bir şeyi kesin delilleriyle gerçekleştirmeye ilim denir.
Bir hali doğrudan doğruya yaşamak ise zevktir.

PEYGAMBERLİĞİN HAKİKATI
İnsan yedi yaşında temyiz vasfına sahip olur. Bu safhada duyularla idrak edilenden daha fazla şeyler idrak etmeye başlar. Daha sonra akıl ve şuur sahibi olur. İnsan akıl ile vacipleri, caiz olan şeyleri, muhal olan şeyleri ve daha evvelki muhalelerle bulunmaya birtakım halleri idrak eder aklın ötesinde bir devir daha vardır ki, o devrede insan gayb âleminde olanları, ileride olacak olayları, aklın kavrayamayacağı şeyleri görebilir. Bir önceki merhaledekiler bir sonraki merhaledekileri anlayamayabilirler. Muhal kabul ederler. Bu yüzden bazı akıl sahipleri nübüvveti akıldan uzak kabul ediyorlar. Oysa ellerinde peygamberlerin söyledikleri neviden başka delilleri yoktur. Oysa Allah rüya ve uyku ile nübüvveti insanlara yaklaştırmıştır.
Nübüvvetin mümkün olmasına delil, onun var olmasıdır. Var olmasının delili ise dünyada akıl aracılığıyla elde edilemeyen ilimlerin mevcut olmasıdır. Astronomi gibi.
Mucize peygamberliği ispata bir delilden sadece biri olmaktan ileri gitmemelidir. Senin peygamberlere imanın çok delile dayansın. Cemaatin tevatür meselesi.

TEKRAR DERS VERMEYE BAŞLAMASI
Aklın faydası, bize nübüvveti tanıtmak, peygamberleri tasdik ettirmek ve nübüvvetin doğruluğuna şehadet ettirmek, nübüvvet gözüyle idrak edilen sırları anlatmaktan aciz olduğunu itiraf ettirmek, bizi elimizden tutup, körleri rehberlerine, şaşkına dönmüş hastalar şefkatli doktora teslim eder gibi nübüvvet makamına teslim etmektir.
Halktaki gevşekliği, iman zayıflığını araştırdığında şu dört esasa dayandığını gördüm;
Felsefe ilimleri ile meşgul olanlara dayanan sebep
 Tasavvuf yoluna girenlere dayanan sebep
Talim iddiasına mensup olanlara dayanan sebep
 Halk arasında ulema diye tanınmış kimselere dayanan sebep
Saydığımız sebeplerden dolayı halkın imanının bu derece zayıfladığını tespit edip bu şüpheleri gidermeye kendimi yeterli gördüm. Bu vazifeyi yerine getirmek farz oldu dedim. Bu konuda kalpleri nurlu, keşif ve müşahede ehli bir cemaatle istişare ettim. Cemaatin uzleti bırakmamı, halkın içine girmemi ittifakla söylemeleri üzerine yeniden ders vermeye başladım.
Hakiki âlim, günahı ancak hata ve yanlışlık suretiyle işler. Kesinlikle isyan ve günah işlemekte ısrar etmez. Çünkü hakiki ilim, günahların öldürücü zehir olduklarını ve ahiretin dünyadan daha hayırlı olduğunu bildiren ilimdir. Mümin kişi hataya düşebilir, fakat hemen tevbe edebilir. Günaha devamda ısrar etmez.

Hazırlayan: Ayşe Denizli

1 Ekim 2013 Salı

Hasan Basri'nin Kader Risalesi ve Şerhi \ Mustafa İslamoğlu

( Hasan-ı Basri’nin) Basra’daki Çevresi

* Fars körfezinde yer alan Basra, oldum olası kozmopolit bir yer olarak bilinir. Sümer, Asur, Babil ve Pers gibi kadim kültürleriyle Mısır, Yunan, Hint ve Arap kültürleri, burada buluşur ve birbirine karışır. Basra asla içine atılanı ergiten bir ‘ergitme kazanı’ değildir. O kültürleri kaynaştırmaz, fakat yan yana yaşatır. Bu yüzden Basra’nın belirgin özelliği çok kültürlülüğüdür. Her rengi, her kokuyu bünyesinde barındırır. (s.22)

* Yemen asıllı olan Arapların birinci tercihi olan Kufe’de bedevi ton ne kadar baskın ise, basrada ‘medeni’ ton o kadar baskındır. Zamanın şartları göz önüne alındığında, Basra bir entelektüeller şehridir. Okumuş yazmışı çoktur… (s.22)

*********

* Kur’an, cebirci kaderciliğin karşısına, ‘irade özgürlüğünü’ değil ‘ahlaki sorumluluğu’ yani ‘sorumluluk bilincini’ (takva) koyuyordu. Böylece cebirci kaderciliği zımnen ‘sorumsuzluk’ olarak nitelemiş oluyordu… Ademi Şeytan’dan ayıran fark buydu. Yoksa ikisi de günah işlemiş ve asi olmuştu. Fakat adem davranışını ahlaki sorumluluğunu kabus etmiş ve adam olmuş, iblis ise davranışının ahlaki sorumluluğunu kabul etmeyip Allah’ı suçlamış ve şeytan olmuştu. (s.36)

*Mutezile ismi bu mektebe hasımlarının taktığı bir isimdir. Bu mezhebin mensupları, kendilerine ‘Adalet ve Tevhid Ehli’ (ehlu’l-adl ve’t-tevhid) adını vermişlerdir. Birini hasmının koyduğu adla anmanın adil olmadığı ortadadır.. (Tarihte ‘mutezile’ ismi 7 kısma verilmiştir. z.a.) :
1. … Nevbahtiye göre Mutezile diye ilk isimlendirilenler Hz. Ali’den ayrılan Sad b. Malik, Sad b. Ebi Vakkas, İbn Ömer, Muhammed b. Mesleme ve Üsame b. Zeyd’dir. Bunlar rıza ile biat ettikten sonra, biatlerini bozup ayrıldıkları için ‘mutezile:ayrılanlar’ diye adlandırılmıştır.
2. … Müsteşrik Nallino’ya göre ilk Mutezile, Hz. Osman’ın şahadetinden sonra onu katleden sonra onu katleden mısırlılardan ayrılıp (i’tizal edip) memleketine dönen Kays b. Sa’d ve taraftarlarıdır. Onlara ‘Mısır Mutezilesi’ denmiştir.
3. … Ebu’l Huseyn el-Malati’ye göre ilk mutezile diye isimlendirilenler Hz. Hasan Muaviye’ye biat ettikten sonra ondan ayrılan ehl-i beyt mensuplarıdır… bunların başında Hz. Ali’nin alim ve mütefekkir oğlu Muhammed (b. Hanefiyye) ve oğulları gelir.
4. … İbn Dureyd’in ‘el-İştikak’ına göre, ilk defa Mutezile diye adlandırılan kimse… Ebu Musa el-Eş’ari’nin halkasından ayrılıp ‘uzlete’ çekilen ‘Amir b. Abdilkays’tır.
5. … İbn Kuteybe’ye göre, ilk defa Mutezile diye isimlendirilen, Hasan el-Basri’nin halkasından ayrılan ‘Amr b. Ubeyd’dir.
6. …Mesudi’ye göre Mutezile’nin kurucusu Vasıl b. Ata’dır.
7. Tabakat’ul-Mutezile yazarı Kadı Abdülcabbar ise Mutezile’nin ilk tabakasının ilk ismi olarak Hz. Ali’yi verir… (ardından gelen ilk dört isimler): Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. İbn Mes’ud, Hz. İbn Abbas. Abdülcabbar’a göre bu isimler Mutezile’nin ilk tabakasıdır…. Aynı kaynağa göre, Hasan el-Basri 3. tabakaya mensup bir mutezile imamıdır. (s.46,47)

* Selef-i salihinin kader anlayışı, Kur’an’ın eseri idi. Sahabe, annelerinden sahabe olarak doğmadı. Onlar, Müslüman olmadan önce cahiliyenin çocuğu idiler. Her insanı çevresi ne kadar şekillendirirse, onları da içine doğdukları toplum öyle şekillendirmişti. Kur’an onları ‘karanlıklardan aydınlığa çıkarmayı’ vaat etti. ‘karanlıklar’ dediği şey, vahyin indiği toplumun inanç, duygu ve düşünceleri idi. (s.108)

* “Kader” cevabı, cahil kitlelerin, vicdanını teskin etmek için kullnışlı bir müsekkin(di). Böylece “kim haklı-kim haksız?” diye sorup araştırma külfeti de ortadan kalkmış oluyor(du). “Kaza-kader” deyince, saldırgan taraf suçunun hesabını vermekten kurtuluyor, mağdur taraf da mağduriyetini dindirecek bir bahane bulmuş oluyor(du). Eğer ortada adaleti gerçekleştirecek bir ototrite ve adil hükme razı taraflar da yoksa, “kaza-kader” cevabı en kullanışlı tek alternatif olarak ortaya çıkıyor(du). (s.110)

* İlahi kader ile kastedilen, hiçbir şeyin gelişigüzel, ölçüsüz ve hesapsız olmadığı hakikatidir. Kadere imanın hakikati, Allah’ın hiçbir şeyi gelişigüzel yaratmadığına, her şeyi bir ölçü ve yasaya bağladığına iman etmektir. (s.117)

* Kur’an’ın set çekip reddettiği cahili kader anlayışı, rivayet kültürünü kullanarak Müslümanların geleneği içerisinde kendisine yer açmayı başarabilmiştir. (s.117)

*Kur’an’da iman ile kader kelimesinin, aynı cümlede kullanıldığı tek bir ayet yer almaz. (s.119)

*Kur’an-ın üç yerde peşi peşine sıraladığı beş esasa altıncı bir madde ilavesinin…iki sebebi vardır:
1. siyasi sebepler
a. (Emevilerin, z.a.) saldıkları korku,
b. Cahiliye kalıntısı toplumsal tasavvur
c. Dirayete gereken önemi vermeyerek taklit damarını besleyen ulema ve kıssacı vaizler(Haşviyye)
2. Kelami
(s.119)

* Hadis edebiyatının en sahihi kabul edilen Buhari’de (v.256¬/869) “kader” ile “iman”ı yan yana anan, “kadere imanı” bir iman esası olarak vaz eden bir tek hadis yer yer almaz. Buhari, ünlü Cibril Hadisi’ne _sorunlu da olsa_ yer verir (iman,47). Orada 5 iman esası sayılır, “kadere imen” maddesi yer almaz. (s.121) … Buna mukabil aynı hadise, “kadere iman” ilavesi olmaksızın, İbn Mace, İbn Hibban ve İbn Mende gibi sair hadisçiler de yer verir. (s.122)

* Zayıf ve mağdur kimse içinde bulunduğu durumu kaderle ilişkilendirince, acıya bir kutsallık kazandırmakta, bu da acısını hafifletmektedir. Bu yüzden cebirci kadercilik, ezilen kitleler için bir mağlubiyet ideolojisidir. (s.125)

* Kelam kitapları kader ve onun da temelinin teşkil eden Allah’ın sıfatları bahsinden konuşmaya başlayınca iş sarpa sarıyor, ‘vuzuha kavuşacağı’ yerde ‘vuzuha karışıyor’. Zira kul, Allah adına konuşmaya başladığında çuvallıyor. ‘Allah şöyledir’, ‘yok Allah böyledir’, ‘yok, yok! İkisi de değil Allah böyledir’ tartışması başladığı zaman, insan Allah’ı tanımak yerine, ‘tanımlamaya’ kalkışmış oluyor. Fakat ‘tanımış’ ve ‘tanıtmış’ olmuyor. Böyle yapınca da, Allah’ı kendi mezhebinin, meşrebinin, önyargılarının, zihni sorunlarının da kalıplarına dökmüş oluyor. Bu ise hiç birşeyi halletmiyor. Sorunu çözmüyor. Aksine işi daha da karıştırıyor. Zira Allah Ekber’dir. Allah kelamın-ilahiyatın-teolojinin içine sığmayacak kadar Ekber’dir. Onu her tanıtma teşebbüsü boyunu aşan bir iştir. Onun için Allah hakkında en iyi açıklama susmak ve iki şeyi dinlemektir: Vicdan ve Kur’an’ı. (s.130)

* Allah’ın hidayeti, yarattıklarını, yaratılış amacına uygun bir yola iletmesidir. Burada hidayetin ‘yönetme’ ile karşılanması işin püf noktasıdır. Zira ‘yöneltme’ ile ‘iletme’ farklıdır. İnsan gibi iradeli varlıklar için Allah’ın hidayeti, onu ‘ilahi bir vasıtaya’ bindirip cennete götürmek değildir. Ona doğru yolu göstermek, onu ucu cennete ulaşan bir yola yöneltmek, ama o yola girip girmemeyi kendi tercihine bırakmaktır. (s.133)

* Kur’an’ın bize öğrettiğine göre Allah gücünün yettiği her şeyi yapmamıştır. Gücünün kontrolüne girmek yerine, gücünü kontrol altında tutmuştur. Genelde yapabileceği halde yapmadığı şeylerden söz edildiğinde ‘lev’ (eğer) edatı kullanılmıştır. İşte bir örnek: ‘Eğer Allah dileseydi, onların (münafıkların) işitme ve görme duyularını alırdı. Şüphesiz Allah her şeye Kadir’dir.’ (Bakara 2:20) (s.139)

* Cahiliye dönemi Arabın bedeviliği ile kaderciliği arasında, hep bir irtibat kurulmuştur. Çöl hayatı, bir an sonra sizi hangi ölümcül tehlikenin beklediğini bilmediğiniz çetin ve endişeli bir hayattır. Her an bir yılan sokabilir. Her an bir fırtına patlayıp üzerinize çölün kum tepelerini sürebilir. Bir şimşek çakar ve yıldırım çölde tek dikili nesne olan sizi gelip bulabilir. Kaderciliğin, hayatı zor ve bilinmeyenlerle dolu olan bedeviyi teskin eden bir yanı vardır. Bu yüzden birinin kendisinden üstün olduğunu bedevi ‘yazgı’ (kitap) ile açıklayıp teselli buluyordu. (Ikd’ul Ferid II, 377) İbn Abdirrabih şu sosyolojik tesbiti yapar: ‘ Araplardan kaderi kabul etmeyen hiç kimse olmamıştır.’ (a.g.e., II, 280) (S.143)

* Cahiliyede ‘kader’, ‘kısmet, uğur, baht, nasip, şans’ vurgularıyla kullanılmaktaydı. Bu kelime bu anlamlarıyla kuranı kerimde hiç kullanılmaz. (s.143)

* Kur’an’da 30’u aşkın ayette kullanılan ‘ilahi izin’ iradeli varlıklar söz konusu olunca iradeye, iradesiz varlıklar söz konusu olunca ilahi yasalara, kainat söz konusu olunca sünnetullaha tekabül eder. (s.163)

* İnsanın iradeli fiillerinde Allahın ilmi, iradenin bağlı olduğu ilahi yasalardır. (s.187)

* Allahın meşieti kulun iradaesine bakar… Mesela, Allah kulun hidayetini murad eder. Fakat kul kendisi için hidayeti istemez ve bu uğurda adım atmazsa, Allahın onu için hidayeti murad etmesi tahakkuk etmemiş bir ‘irade’ olarak kalır. (s.188,189)

* Kişiyi hidayete ulaştıran şey, hidayetten önceki takvasıdır. Hidayetten önceki takva, sorumluluk bilinci ile yapılan sorumlu davranışlardır. (s.208)

EY İNSAN!
ALLAH SANA EMANET ETTİĞİ İRADEYE SAYGI DUYUYOR VE SENİN EMEĞİNİ TAKDİR EDİYOR. (s.220)

Hasan el-Basri’nin Kader Risalesi ve Şerhi, Mustafa İslamoğlu, İstanbul 2012-2.Baskı

Hazırlayan: Zeynep Andıç