( Hasan-ı Basri’nin) Basra’daki Çevresi
* Fars körfezinde yer alan Basra, oldum olası kozmopolit bir yer olarak bilinir. Sümer, Asur, Babil ve Pers gibi kadim kültürleriyle Mısır, Yunan, Hint ve Arap kültürleri, burada buluşur ve birbirine karışır. Basra asla içine atılanı ergiten bir ‘ergitme kazanı’ değildir. O kültürleri kaynaştırmaz, fakat yan yana yaşatır. Bu yüzden Basra’nın belirgin özelliği çok kültürlülüğüdür. Her rengi, her kokuyu bünyesinde barındırır. (s.22)
* Yemen asıllı olan Arapların birinci tercihi olan Kufe’de bedevi ton ne kadar baskın ise, basrada ‘medeni’ ton o kadar baskındır. Zamanın şartları göz önüne alındığında, Basra bir entelektüeller şehridir. Okumuş yazmışı çoktur… (s.22)
*********
* Kur’an, cebirci kaderciliğin karşısına, ‘irade özgürlüğünü’ değil ‘ahlaki sorumluluğu’ yani ‘sorumluluk bilincini’ (takva) koyuyordu. Böylece cebirci kaderciliği zımnen ‘sorumsuzluk’ olarak nitelemiş oluyordu… Ademi Şeytan’dan ayıran fark buydu. Yoksa ikisi de günah işlemiş ve asi olmuştu. Fakat adem davranışını ahlaki sorumluluğunu kabus etmiş ve adam olmuş, iblis ise davranışının ahlaki sorumluluğunu kabul etmeyip Allah’ı suçlamış ve şeytan olmuştu. (s.36)
*Mutezile ismi bu mektebe hasımlarının taktığı bir isimdir. Bu mezhebin mensupları, kendilerine ‘Adalet ve Tevhid Ehli’ (ehlu’l-adl ve’t-tevhid) adını vermişlerdir. Birini hasmının koyduğu adla anmanın adil olmadığı ortadadır.. (Tarihte ‘mutezile’ ismi 7 kısma verilmiştir. z.a.) :
1. … Nevbahtiye göre Mutezile diye ilk isimlendirilenler Hz. Ali’den ayrılan Sad b. Malik, Sad b. Ebi Vakkas, İbn Ömer, Muhammed b. Mesleme ve Üsame b. Zeyd’dir. Bunlar rıza ile biat ettikten sonra, biatlerini bozup ayrıldıkları için ‘mutezile:ayrılanlar’ diye adlandırılmıştır.
2. … Müsteşrik Nallino’ya göre ilk Mutezile, Hz. Osman’ın şahadetinden sonra onu katleden sonra onu katleden mısırlılardan ayrılıp (i’tizal edip) memleketine dönen Kays b. Sa’d ve taraftarlarıdır. Onlara ‘Mısır Mutezilesi’ denmiştir.
3. … Ebu’l Huseyn el-Malati’ye göre ilk mutezile diye isimlendirilenler Hz. Hasan Muaviye’ye biat ettikten sonra ondan ayrılan ehl-i beyt mensuplarıdır… bunların başında Hz. Ali’nin alim ve mütefekkir oğlu Muhammed (b. Hanefiyye) ve oğulları gelir.
4. … İbn Dureyd’in ‘el-İştikak’ına göre, ilk defa Mutezile diye adlandırılan kimse… Ebu Musa el-Eş’ari’nin halkasından ayrılıp ‘uzlete’ çekilen ‘Amir b. Abdilkays’tır.
5. … İbn Kuteybe’ye göre, ilk defa Mutezile diye isimlendirilen, Hasan el-Basri’nin halkasından ayrılan ‘Amr b. Ubeyd’dir.
6. …Mesudi’ye göre Mutezile’nin kurucusu Vasıl b. Ata’dır.
7. Tabakat’ul-Mutezile yazarı Kadı Abdülcabbar ise Mutezile’nin ilk tabakasının ilk ismi olarak Hz. Ali’yi verir… (ardından gelen ilk dört isimler): Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. İbn Mes’ud, Hz. İbn Abbas. Abdülcabbar’a göre bu isimler Mutezile’nin ilk tabakasıdır…. Aynı kaynağa göre, Hasan el-Basri 3. tabakaya mensup bir mutezile imamıdır. (s.46,47)
* Selef-i salihinin kader anlayışı, Kur’an’ın eseri idi. Sahabe, annelerinden sahabe olarak doğmadı. Onlar, Müslüman olmadan önce cahiliyenin çocuğu idiler. Her insanı çevresi ne kadar şekillendirirse, onları da içine doğdukları toplum öyle şekillendirmişti. Kur’an onları ‘karanlıklardan aydınlığa çıkarmayı’ vaat etti. ‘karanlıklar’ dediği şey, vahyin indiği toplumun inanç, duygu ve düşünceleri idi. (s.108)
* “Kader” cevabı, cahil kitlelerin, vicdanını teskin etmek için kullnışlı bir müsekkin(di). Böylece “kim haklı-kim haksız?” diye sorup araştırma külfeti de ortadan kalkmış oluyor(du). “Kaza-kader” deyince, saldırgan taraf suçunun hesabını vermekten kurtuluyor, mağdur taraf da mağduriyetini dindirecek bir bahane bulmuş oluyor(du). Eğer ortada adaleti gerçekleştirecek bir ototrite ve adil hükme razı taraflar da yoksa, “kaza-kader” cevabı en kullanışlı tek alternatif olarak ortaya çıkıyor(du). (s.110)
* İlahi kader ile kastedilen, hiçbir şeyin gelişigüzel, ölçüsüz ve hesapsız olmadığı hakikatidir. Kadere imanın hakikati, Allah’ın hiçbir şeyi gelişigüzel yaratmadığına, her şeyi bir ölçü ve yasaya bağladığına iman etmektir. (s.117)
* Kur’an’ın set çekip reddettiği cahili kader anlayışı, rivayet kültürünü kullanarak Müslümanların geleneği içerisinde kendisine yer açmayı başarabilmiştir. (s.117)
*Kur’an’da iman ile kader kelimesinin, aynı cümlede kullanıldığı tek bir ayet yer almaz. (s.119)
*Kur’an-ın üç yerde peşi peşine sıraladığı beş esasa altıncı bir madde ilavesinin…iki sebebi vardır:
1. siyasi sebepler
a. (Emevilerin, z.a.) saldıkları korku,
b. Cahiliye kalıntısı toplumsal tasavvur
c. Dirayete gereken önemi vermeyerek taklit damarını besleyen ulema ve kıssacı vaizler(Haşviyye)
2. Kelami
(s.119)
* Hadis edebiyatının en sahihi kabul edilen Buhari’de (v.256¬/869) “kader” ile “iman”ı yan yana anan, “kadere imanı” bir iman esası olarak vaz eden bir tek hadis yer yer almaz. Buhari, ünlü Cibril Hadisi’ne _sorunlu da olsa_ yer verir (iman,47). Orada 5 iman esası sayılır, “kadere imen” maddesi yer almaz. (s.121) … Buna mukabil aynı hadise, “kadere iman” ilavesi olmaksızın, İbn Mace, İbn Hibban ve İbn Mende gibi sair hadisçiler de yer verir. (s.122)
* Zayıf ve mağdur kimse içinde bulunduğu durumu kaderle ilişkilendirince, acıya bir kutsallık kazandırmakta, bu da acısını hafifletmektedir. Bu yüzden cebirci kadercilik, ezilen kitleler için bir mağlubiyet ideolojisidir. (s.125)
* Kelam kitapları kader ve onun da temelinin teşkil eden Allah’ın sıfatları bahsinden konuşmaya başlayınca iş sarpa sarıyor, ‘vuzuha kavuşacağı’ yerde ‘vuzuha karışıyor’. Zira kul, Allah adına konuşmaya başladığında çuvallıyor. ‘Allah şöyledir’, ‘yok Allah böyledir’, ‘yok, yok! İkisi de değil Allah böyledir’ tartışması başladığı zaman, insan Allah’ı tanımak yerine, ‘tanımlamaya’ kalkışmış oluyor. Fakat ‘tanımış’ ve ‘tanıtmış’ olmuyor. Böyle yapınca da, Allah’ı kendi mezhebinin, meşrebinin, önyargılarının, zihni sorunlarının da kalıplarına dökmüş oluyor. Bu ise hiç birşeyi halletmiyor. Sorunu çözmüyor. Aksine işi daha da karıştırıyor. Zira Allah Ekber’dir. Allah kelamın-ilahiyatın-teolojinin içine sığmayacak kadar Ekber’dir. Onu her tanıtma teşebbüsü boyunu aşan bir iştir. Onun için Allah hakkında en iyi açıklama susmak ve iki şeyi dinlemektir: Vicdan ve Kur’an’ı. (s.130)
* Allah’ın hidayeti, yarattıklarını, yaratılış amacına uygun bir yola iletmesidir. Burada hidayetin ‘yönetme’ ile karşılanması işin püf noktasıdır. Zira ‘yöneltme’ ile ‘iletme’ farklıdır. İnsan gibi iradeli varlıklar için Allah’ın hidayeti, onu ‘ilahi bir vasıtaya’ bindirip cennete götürmek değildir. Ona doğru yolu göstermek, onu ucu cennete ulaşan bir yola yöneltmek, ama o yola girip girmemeyi kendi tercihine bırakmaktır. (s.133)
* Kur’an’ın bize öğrettiğine göre Allah gücünün yettiği her şeyi yapmamıştır. Gücünün kontrolüne girmek yerine, gücünü kontrol altında tutmuştur. Genelde yapabileceği halde yapmadığı şeylerden söz edildiğinde ‘lev’ (eğer) edatı kullanılmıştır. İşte bir örnek: ‘Eğer Allah dileseydi, onların (münafıkların) işitme ve görme duyularını alırdı. Şüphesiz Allah her şeye Kadir’dir.’ (Bakara 2:20) (s.139)
* Cahiliye dönemi Arabın bedeviliği ile kaderciliği arasında, hep bir irtibat kurulmuştur. Çöl hayatı, bir an sonra sizi hangi ölümcül tehlikenin beklediğini bilmediğiniz çetin ve endişeli bir hayattır. Her an bir yılan sokabilir. Her an bir fırtına patlayıp üzerinize çölün kum tepelerini sürebilir. Bir şimşek çakar ve yıldırım çölde tek dikili nesne olan sizi gelip bulabilir. Kaderciliğin, hayatı zor ve bilinmeyenlerle dolu olan bedeviyi teskin eden bir yanı vardır. Bu yüzden birinin kendisinden üstün olduğunu bedevi ‘yazgı’ (kitap) ile açıklayıp teselli buluyordu. (Ikd’ul Ferid II, 377) İbn Abdirrabih şu sosyolojik tesbiti yapar: ‘ Araplardan kaderi kabul etmeyen hiç kimse olmamıştır.’ (a.g.e., II, 280) (S.143)
* Cahiliyede ‘kader’, ‘kısmet, uğur, baht, nasip, şans’ vurgularıyla kullanılmaktaydı. Bu kelime bu anlamlarıyla kuranı kerimde hiç kullanılmaz. (s.143)
* Kur’an’da 30’u aşkın ayette kullanılan ‘ilahi izin’ iradeli varlıklar söz konusu olunca iradeye, iradesiz varlıklar söz konusu olunca ilahi yasalara, kainat söz konusu olunca sünnetullaha tekabül eder. (s.163)
* İnsanın iradeli fiillerinde Allahın ilmi, iradenin bağlı olduğu ilahi yasalardır. (s.187)
* Allahın meşieti kulun iradaesine bakar… Mesela, Allah kulun hidayetini murad eder. Fakat kul kendisi için hidayeti istemez ve bu uğurda adım atmazsa, Allahın onu için hidayeti murad etmesi tahakkuk etmemiş bir ‘irade’ olarak kalır. (s.188,189)
* Kişiyi hidayete ulaştıran şey, hidayetten önceki takvasıdır. Hidayetten önceki takva, sorumluluk bilinci ile yapılan sorumlu davranışlardır. (s.208)
EY İNSAN!
ALLAH SANA EMANET ETTİĞİ İRADEYE SAYGI DUYUYOR VE SENİN EMEĞİNİ TAKDİR EDİYOR. (s.220)
Hasan el-Basri’nin Kader Risalesi ve Şerhi, Mustafa İslamoğlu, İstanbul 2012-2.Baskı
Hazırlayan: Zeynep Andıç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder