15 Eylül 2013 Pazar

Hilafetin Kureyşliliği \ M. Said Hatiboğlu



İSLAM TOPLUMUNUN ANA DEĞERLERİ

*... Kureyşli bir halifenin kıyamete kadar başta kalacağını söyleyen hadisleri doğru sayanlar, haşa, peygamberlerini geçersiz iddiaların sahibi gibi göstermek cürmünden kendilerini kurtaramazlar. (s.11)

* İslam toplumunu tavsif eden Kur’an-ı Kerim ayetleri incelendiği zaman görülmektedir ki, bunlarda kavim unsuruna herhangi bir değer atfedilmiş değildir. Kur’an-ı Kerim’in muhatapları, şu veya bu isimdeki maddi kavimler değil, müminler-kafirler, iyiler-kötüler, akıllılar-akılsızlar, doğru sözlüler-yalancılar, vs. gibi değişik değerlere sahip manevi toplumlar olmaktadır. (s.22)

* İslam’a ilk muhatab olan kavmin, hilkaten bu dine layık vasıfta olduğu için bu şerefe nail kılındığı asla söylenemez. Kur’an-ı Kerim’in gözettiği husus, insanların kendisine layık seviyeye gelmeleridir. Liyakat gösteremeyenlerin yerinin başkalarının alacağından bahseden ayetler karşısında, mesela Arab kavmine peşin ve ebedi bir fazilet bahşetmek nasıl mümkin olabilir? (s.28)

* Kur’an-ı Kerim’in Arabca oluşu, Arabcanın zati faziletinden değil, İslam’ın ilk muhataplarınca anlaşılmasını temin zaruretindendir. Mesela, Al-i Ya’kub’un Suriye’den Mısır’a geçişinin, Kitab-ı Mukaddes’te İbranice, Kur’an-ı Kerim’de de Arabca anlatılmış olması, bu iki lisanı fazilet yarışına çıkarmayacaktır. (s.34)

* Hz. Peygamber, Arab olduğu için Arabı sevmek gerektiğini bildiren rivayetler, İslami bir değerden mahrumdur. Arab, eğer Hz. Peygamber’e layık ise, her layık olana gereken sevgi ve hürmetle yetinmek durumundadır. Bir peygambere yakın olmakta ölçü, neseb değil, fikir ve ameldir. (s.40)

* Hz. Peygamber’in risalet vazifesinde dayandığı, güvendiği, beşeri kaynak, akraba değil, salih müminlerdir. (s.43)

* Nisa suresinin mezkur ayetlerinden (59) açıkça anlaşımaktadır ki, bir işin başına geçirilecek kimsede aranan iki şart vardır. Ehil olmak, mümin olmak. Ayet, ‘Ey imanlılar’ diye başlamakta ve ulu’ül-emr’i, ‘sizden’ şeklinde takyid etmektedir. İslam hiçbir kavmin veya bölgenin inhisarında olmadığına, müminler ailesine isteyen herkes girebildiğine göre, İslam idarecilerinin her kavimden olabileceği neticesi, Kur’ani bir hakikat olarak tecelli etmektedir. (s.51)

İSLAM SİYASİ TARİHİNDE KABİLECİLİK

* ( Ben-i Saide’de) pek çok İslam aliminin kanaatlerinin aksine, taraflardan hiçbirisi, halifenin kureyşli olmasını emredici hiçbir hadis veya Peygamber talimatını ileri sürmüş değildir… Şayet mezkur hadisin aslı olsaydı, Ensarın böyle bir seçime gitmesi imkansız olurdu. Ensar, Hz. Peygamber’in emrini duyacak, fakat buna kulak asmayacak, değer vermeyecek, onu yok farz edip bildiğini işleyecek, Kureyş’ten olmayan birisini halife seçecek! Bu, olacak iş değildir. (s.77)

* Hz. Ömer’in görüşüne göre, fesadı önleyecek olan şey, ümmetin ekseriyetinin beyatını temin etmektir. Reis olacak kimsenin, ekseriyetinin tasvibini, müzaheretini, kazanabilecek vasıfta olması, dolayısıyla kuvvetli bir taraftar zümresine arkasını dayaması gerekir. Ensar bu durumda olmadığı için hilafetlerinin salim işlemesi mümkin değildir. O devrin Müslüman Arabları, henüz kabile vakıasını yokmuş farz edecek seviyeye erişemememişlerdi. Tabiatıyla Medineli ekalliyeti başta görmeye ekseriyetin tahammülü yoktu. (s.78)

İslam Siyaset Ve Tefekkür Tarihinde Kureyş’in İmameti

HARİCİLER VE KUREYŞ:
Tarihi bakımdan, İslam’da Kureyş’in idari hakimiyeti aleyhine atılmış ilk adımlar, Haricilik damgasını taşıyor görünmektedir. (s.81) Her ne kadar Necedat kolu: ‘Ümmetin halifeye ihtiyacı yoktur, Müslümanlar kendi arlarında Allahın Kitabını tatbik ederler’ görüşünde iseler de ekserisi imamı lüzumlü görür ve hiçbir kavmi ayırıma gitmez. (s.82)

ŞİA VE KUREYŞ:
Hz. Ali’nin ve zürriyetinin imamet haklarını amentularına almış kimselerin, onların Kureyşiliklerini isbata ihtiyaçları yoktur. Buna rağmen, onlar yine de Kureyş’ten destek almayı ihmal etmemektedir. (s.86)

MUTEZİLE VE KUREYŞ:

Mes’udi, Mutezilenin ve diğer taifelerin görüşüne göre, diyor, imamete ümmetin seçmesiyle gelinir. Çünkü Allah ve Resulü, ismen bir isim bildirmiş değillerdir. Müslümanlar da bir isim üzerinde icma etmiş değillerdir. İmamın seçimi ümmete bırakılmıştır. Aralarından birisini seçerler.( Allah’ın) hükümlerini tatbik edecek bu zat, adalet ve iman sahibi Müslümanlardan olmak şartıyla, ister Kureyşli, ister başkası olsun, fark etmez. Bu işte, nesebe veya başka hususlara itibar edilmemiştir. Her asrın Müslümanlarına bu yolda hareket etmek vaciptir. İmametin Kureyş’e de, sair Müslümanlara da caiz olduğuna, bütün Mutezile ve Zeydiyye’den bir cemaat inanır. (s.91)

Ehl-i Sünnet Açısından Hilafet Makamının Kureyşliliği Meselesi

1. İMAM-I ŞAFİİ
… Hilafeti Kureyş’in hakkı olarak görür… İmam Şafii’nin Kureyş taraftarlığı, namaz imamlığına tezahür ediyor… mesela şöyle demektedir: ‘’… Eğer (imam namzedleri) kıraat ve fıkıhta birbirlerine eş iseler, nesebi yüksek olan imam yapılırsa güzel olur, zira imamlık, fazilet mevkiidir, Hz. Peygamber, ‘Kureyş’i öne alın, önüne geçmeyin’ buyurmuştur. Dolayısıyla, Peygamber’in bu emrine ittibaen ben, varsa Kureyşlinin mihraba geçirilmesini isterim…’’ (el-umm) (s.95)

2. İMAM-I AHMED BİN HANBEL
( Ahmet bin Hanbel’e göre)Halifede, adalet, ilim, fazilet gibi ölçüler aranmamaktadır. Hangi Kureyşli eline kılıç alıp iktidarı ele geçirirse, ona Emir’ül Mü’minin diyebilmektedir. (s.96)

3. EL- MATURİDİ
Nesefi’nin nakline göre, muhtemelen Makalat’ında, şöyle demektedir:
‘’ Mesele dini açıdan ele alınırsa, en müttakiyi, en dindar olanı, işleri en iyi görecek, en iyi kararı verebilecek olanı aramak, böyle olanı imamete getirmek gerekir. Çünkü Allh’ın kitabında: ‘ Allah katında en keriminiz, en müttakinizdir’ dendiği gibi, malların ve ırzların emaneti de buna bağlıdır. Emanetin yerine getirilmesi takva ile olur. Bu bakımdan imamın böyle olması gerekir. Ne var ki, Hz. Peygamber: ‘ İmamlar Kureyştendir’ demiş, Peygamber’in ashabı da imamı Kureyş’ten seçmiş, onlara beyat etmiştir…’’ (Nesefi, Tabsirat’ül-Edille, II, 437) (s.97)
Görüleceği üzere, İmam-ı Maturidi, meseleyi Kur’an-ı Kerim açısından tedkik edince, imameti hakiki sahibine vermekte, fakat, Kureyş’ten ayrılamamasının sorumluluğunu, güya Hz. Peygamber’den menkul hükme ve sahabenin tatbikatına yüklemiş görünmektedir. (s.98)

****************
İslam dünyasında şöhret yapmış alimler arsında, pek mühim tarihi bir hadiseyi yanlış anlamış olanlar az değildir. İnsanı, Kur’ani prensiplerle gayet isabetli değerlendiren mesela Maturidi ve İbn Teymiyye gibi büyük isimleri bu meselede çelişkiye düşüren husus, herhalde, ‘ imamlar kureyştendir’ hadisinin ilk halife seçiminde bahis konusu edilmemiş olduğunu tahkike zaman bulamamış, belki de içinde yaşadıkları, Kureyş idaresi altında buna lüzum da görmemiş olmalarıdır. (s.115)
****************

HADİS EDEBİYATINDA KUREYŞ

*Kureyşçilere göre Kureyş mutlak başkandır. Allah bu kabileyi insanları idare etsin diye yaratmıştır. Müminlerine, mümin Kureyşli, kafir ve facirlerine de aynı vasıfta Kureyşli bulmak her zaman için mümkindir. Yani reziller de kendilerine layık Kureyşli başkan bulabileceklerdir. Bu açık bono kıyamet gününe kadar geçerlidir:
’ Kureyş, hayırda ve şerde, kıyamete kadar insanların valileridir.’ (ahmed bin hanbel, el müsned, IV, 203; tirmizi,34. fiten 49, r.2227)
‘ İnsan neslinde iki kişi de kalsa, reislik, Kureyştedir.’ (ahmed bin hanbel, el müsned, VII,35;..)
Şerli bir Kureyşlinin idaresinden, ölerek bile kurtulabileceğimizi sanmamalıyız. Kureyşli öteki dünyada da baştadır:
‘Kıyamet günü Kureyş insanların önündedir.’ (ibn adiyy, el kamil, I, r.493)

*Hz. Peygamber’in ve ilk halifelerin zamanında, ümmetin gözünde Kureyşlinin dini bir imtiyazı yoktu. İlk halife seçiminde ona tanınan imtiyaz tamamen siyasi idi. Cahiliye devri Kureyş hakimiyetinin henüz tamamıyla silinememiş olduğu bu geçiş devrinde, onun geçiş devrinde, onun geçmişteki nüfuzunu, dahili istikrar endişesiyle, dikkate almak mecburiyeti hasıl olmuştu. İslam zihniyetinin herkeste yerleşmesiyle, bu durumun ortadan kalkması gerekirken, cahiliye devri neseb asabiyyeti, İslami kılık içinde isbat-ı vücud etmeye başladı. Bu durum, şübhesiz, ekseri Müslümanların, daha ilk asırda İslam’a liyakat aczine düşmüş olmalarının bir başka ifadesi idi. (s.138)

*Sıffin harbinin akabinde Harici hareketi sonucu Kureyş’in siyasi otoritesi sallanır hale geldi ve Kureyşliliği kurtarma endişesi ağırlık kazanmaya başladı. İlk halifeler, hilafet makamına ehil oldukları için halife olmuşlarken, bu defa, bu ehliyete Kureyşlilik şartı da dahil edildi. Çünkü, iktidarı ele geçirmiş bir kabilenin kendi sultasını devam ettirebilmsei çaresi, onu kendilerine has kılmaktan geçiyordu ve bu hedef de peygamberi desteğe ihtiyaç gösteriyordu. Bu suretle, peygamberlik hayatında, bir defa olsun, kabilesiyle öğünmemiş olan Hz. Peygamber’e, Kureyş lehinde medhiyeler söyletme devri açıldı. Neticede Kureyş, Peygamber sülalesi olmak hasebiyle, en şerefli, en akıllı, en muktedir kabile oluyordu. Müslümanın değeri, ideal islamda, takvadan gelirken, şimdi ilk sıra, Kureyşli olmaya veriliyordu. İnsan, Kureyş’e intisabı nisbetinde itibar kazanıyordu: ‘ övüneceksen Kureyş’le övün!’ lafzının hadis kitaplarına geçebilmesi, bu zihniyetin sonucudur. Hz. Peygamber’i avukat olarak kullanmaya kalkışan Kureyşli’nin muhalifleri de, niçin tesiri mücerreb aynı usulü kullanmasınlardı! (s.139)

*Faziletini cahiliye devrindeki maddi neseb bağından alan Kureyşli, İslami devirde çıkar yolu, Hz. Peygamber’i kendisine hasretmekte görmüş, ümidini ahret şefaatine bırakmış olanlara dahi merhamet göstermemiştir. Taberani’de mevcud bir hadiste, kim daha efdalmiş öğreniyoruz: ‘ Kıyamet günü ilk şefaat edecek olduklarım, Ehl-i Beyt’imdir, sonra Kureyş’ten bana en yakın olanlar, sonra Ensar, sonra bana iman etmiş ve uymuş Yemenliler, sonra öteki Araplar, sonra gayr-i Araplar. Kime önce şefaat etmişsem, o efdaldir (veya en önce şefaat edeceklerim fazilet sahipleridir.) Bu havayı soluyan dindar bir Mevali’nin Kureyşli efendiye rahmet okuyacağı düşünülebilir miydi? (s.144)

* hürmet görmeye, sahip çıkılmaya layık fikir ve hareketin takdir ve tatbikinde düşülecek hataların, ne kadar iyi niyet sahibi olunursa olunsun, tamiri zor yıkımlar doğurması mukadderdir. Nitekim her devirde görülebilecek bazı Müslümanların Peygamber sevgisinde gösterdikleri ayarsızlık, ümmete faydadan çok zarar olmuştur. ‘’ sevilmesi gerekn şahıs, peygambere nesebi bağı olan değil de, ona liyakat gösteren müslümandır’ gerçeğine herkes sadık kalabilse idi, mesela hilafet makamına çok daha münasib nice Müslüman, Kureyşlilik taassubuna feda edilmemiş, İslam ümmetinin bünyesinde kaç tufeyliye istismar imkanı açılmamış olurdu. Malum olduğu üzere, bilhassa gayr-i arab Müslümanlar, Hz. Peygamber’in neslinden olanlara karşı, tarih boyunca hürmette kusur etmemişler, onlara sevgi göstermeyi, Peygamber sevgisinin bir icabı saymışlar, onlara şerif, seyyid gibi İslam’da yeri olmadık payeler vermişlerdir. Fakat peygamber sülalesinden olmak her zaman adam olmayı gerektirmediği içindir ki, bu ismen Şeriflerin arasından zaman zaman, haddini bilmez heriflerin de çıktığı olmuştur. (s.153,154)

Hazırlayan: Zeynep Andıç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder