23 Eylül 2013 Pazartesi

İslam Tasavvufunun Meseleleri \ Erol Güngör



ÖNSÖZ

Yakın zamana kadar Şiiliği her türlü Batıni hareketin ya kaynağı ya da müttefiki sayan bir ülkede hem iran davasının hem ibn teymiyeciliğin şampiyonluğunun yapılması dikkati çekicidir. Fakat türkiyede aynı derecede dikkati çeken bir olay daha görülmektedirç İslam ideolojisini selefiyye mesleğine uygun biir tarzda benimseyen genç İslamcıların yanı sıra tasavvufa büyük ilgi duyan ve birinciler kadar harartli İslam davacısı olan gençler vardı. Bunların bir kısmı mürşidi kamil buluıp feyz almaya çalışırken, bir kısmı hiç değilse kitaplar yoluyla öğrenme gayreti içindedir…. İslam modernizmine gönül vermiş olup dini tasavvufi bir hayatın prensiplerini araştıran gençlerin büyük çoğunluğu din tahsili dışında başka meslek sahalarının insanlarıdır..

Russell mistik felsefenin esasları;
1) Dolaylı bilgiye karşı sezgi
2) Sezgi ve ani kavrama yoluyla bilgi kazanılabileceğine olan inançla sıkı sıkıya bağlı olmak üzere, görünen dünyanın ötesinde ve ondan tamamen darklı bir realitenin mevcudıyetine inanmak.
3) Tezad ve tefrikayı reddedip birliğe inanmak
4) Zamanın gerçekliğini inkar etmek
5) Bütün kötülüklerin zahiri olduğuna, kötülüğün analitik yolla düşünen zihindeki tezad ve tefrikalardan doğan bir hayal olduğuna inanmak. Bu zulmü iyi görmek değil olan gerçekliğine inanmamaktır.

Hind fels… düşüncenin en bariz vasıflarından biri, vedalarda görüldüğü üzere, çeşitli şeyler arasında özdeşlik kurmaktır. Aralarında en ufak bir benzerlik bulunan iki şey hemen birbirinin aynı sayılır. Hatta bu gayret bazen hiç münasebeti bulunmayan şeylerin özdeşleştirilmesine kadar giden şaşırtıcı sonuçlar verebilir.

BATI RÜZGARI
Pek muhtemelen hinde ve trakyada görülen unsurlar, iki tarafa da ortak bir kaynaktan geçmiştir, bu ortak kaynak İskitlerdir.
Mistik düşünce bir bilgi metodu olarak yunan felsefesine pitagorasla girmiştir ve o orfik dinin başlıca reformcusu olarak bilinir. O ruhun Allaha varmasında takip edilecek en iyi yolun felsefe olduğunu söylemiştir. O ve onu takip edenlerin felsefede matematiği temel almaları bu görüşe çok uygun düşmektedir, zira matematik hiçbir konkre ve ampirik karşılığı olmayan kavramlar kullanmakta ve bunlarla harikulade bir dünya inşa edebilmektedir. Saf atematiğin dünyası tabiat ilimleriyle uğraşanların karşılaştığı dünyadan hem mükemmel, hem güzeldir ve orada yeni hakikatlerin keşfi gerçekten insanı tarifsiz bir haz içinde bırakabilir. Orfizmin getirdiği yeniliklerden biri de ruhun ölümsüzlüğü yani her insanda ölümsüz bir yanın bulunduğudur.
Eflatunun asıl mistik tarafı inançlarında esas itibariyle başkasına intikali imkansız bir katiyet,n bulunmasıdı bu ifadesi imkansız şey ancak hayat tarzı halinde intikal edebilir. Pitagorasçılar tarikatlerine giren kimse belli bir zihni ve ahlaki disipline uyuyorlardı. Eflatun aynı leyi düşündü. Bir insanın iyi bir devlet adamı olması için iyiyi bilmesi lazımdı bu da ancak zihni ve ahlaki bir disiplinden geçerek sağlanabilirdi.

Filon yunan felsefesinin büyük ölçüde tesirinde kaldı ve yeni bir tefsir metodu geliştirdi. Ona göre kutsal kitap sırf sembollerden ibarerttiir. Filon bu sembollere istediği manaları yakıştırarak tefsir vücuda getird… tanrı aslında dünyanın yaratıcısı değil onun mimarıdır. Tanrı her şeyi kaplayınca eseri ve ustasını ayıramayız tanrı her şeydir. Tanrının kusursuz oluşunun sebebi onun maddesiz oluşudur.

Pilotinus madde ruh düalizmini halletmek , ikisi arasındaki mutlak ayrılık fikrini ortadan kaldırmak için südur nazariyesini ortaya attı. Südur üç kademede olur. Birinci merhalede ilahi varlıktan en yüksek akıl çıkar, ikinci merhalede ruh, sonrakinde de madde südur eer. Tanrı tıpkı güneş gibidir. Güneşte ışığı verenle aydınlanan birdir.
Brehiere göre pilotinusun gayesi mistisizm ile rasyonalizmi uzlaştırmaktı. Metafiziğindeki temel hipostaz olan ilahi akıl aslında maddi dünyanın ilminden başka bir şey değildir. İlim ise onun konusu olan dünyadan önce gelir. Zira bu dünyanın rasyonel varlıkları bir tesadüfün değil de bi r alklın eseridir.
Pilotinus şöyle bir muhakeme yürütüyor;akıl diyalektiği doğurur, diyalektik ise son haddine vardırılınca akla karşı çıkar. Bu nasıl oluyor=? Akıl daima birliğe varmak için uğraşır ve bize o yolu gösterir. Ama biz birliğe akıl youl ile varamayız, zira akıl bilgi kazanma sırasında ister istemez kendi objesinden ayrı kalmak zorundadır. Akıl yolu elde ettiğimiz bilgiyi alan insan ile bilgi konusu olan şey birbirinden ayrıdır. Halbuki birlikte böyle bir ayrılık olmaz. Demek ki aklın karakteri bizim onun gösterdiği hedefe ulaşmamıza elvermiyor. Biz bu hedefe vecd yoluyla varırız. Vecdi doğuran kuvvetler; 1) aşk 2)tefekkür ve irade

 İSLAM TASAVVUFUNUN YABANCI MENŞELERİ
Hallacı mansurun kuzey hindistana yolculuk yaptığını biliyoruz.
Massignon hind etkisinin bilhassa zikir metodlarında bulunabileceğini söy lemektedir. L gadret ve anawati bu noktayıincelemişlerdir.
Aristoxenos krotondaki teb okulunda bedeni temizlemek içi ilaç, ruhu temizlemek için müzik kullanıldığından bahsediyor.
Hiyerofliflerinsan seslerini veya sözlü ifadeleri temsil eden şeyler değildir. Her bir işaret bir nesneyi tasvir eder, şu halde her bir işaret bir bilgi ve bir ilimdir. Bunlar muhakemeyle düşünülmüş değil bir hamlede kavranmış olan realiteyi verir.
Bilgiyle bilinmeyen, bilmemekle bilinir.
Hakikatte hristiyan mistisizmi eflatundan ştşbaren gelen ve filonda pilotinusda şark felsefesiyle birleşen yunan felsefesinin hrisytiyan innaçlarıyla telif edilmesinden doğmuştur.
İslam tasavvufunda hristiyanlık verici olmaktan çok alıcı durumunda görülüyor. Hallacda hz isanın benzerini görme gayretlerine rağmen aralarında fikri bir yakınlık ve tesir bulunduğu ispat edilebilmiş değildir.
Qpilotinusun enneadlarının 4.ve 6.kitapları Süryaniceye kısaltılarak tercüme dilmiş ve Aristo ilahiyatı adı altında okunur olmuştır. Farabi platon ile aristonun aynı şeyşeri söylediğini spata çalışırken daha çok yeni eflatuncu görüşleri yaydı
Massignona göre tasavvufun üç ana dönemi; 1) zahidler zamanı 2)……
Herhangi bir zamanda her hangi bir yerde görülen bir kültür unsuruna başka bir yerde de rastlandığu-ında bu ikisinin bir külrür difüzyonu yoluyla bağlantılı olduğunu öne sürmek bizi çoğu zmaan gereksiz zorlamalara götürebilir. İnsanın insan olarak sahip bulunduğu ortak özelliklerden doğan neticelr vardır ki bunların kopya edilmesi gerekmez.

İSLAM TASAVVUFUNUN TARİHİ GELİŞMESİ
İlk zahidler; ebu zer el gıfari, Huzeyfetül yemani, İmran ibn hasan huzai
Tasavvuf, dini sadece kaideler olarak almayıp onun deruni manasına nufüz etmeye çalışmak ve dolayısıyla manevi hayatı maddi hayata üstün tutmak, allahla kul arasındaki münasebeti iyice derunileştirmek şeklinde alınırsa, İslam ile tasavvuf hemen hemen aynı manaya gelir.
Hasan basri huruc alessultan fikrini siyasi ve sosyal nizamı muhafaza endişesiyle reddetmekle beraber kitmana (liderlerin haksızlıkları karşısında suskunluk) karşıydı. Onun mutasavvıf olarak ayırt edici özelliği kalbe önem vermesi, nefs muhasebesi yoluyla günahtan kaçınmayı öğütlemesi ve dünyaya aldanmamaları için insanları sürekli öğütlemesidir.
Mekkede islamdan önce de sufilerin bulunduğu söylenmiştir.
Evrene karşı menfi bir tavır takınarak zühd hayatı yaşamak kuru ve tatsız hayatın ısrarla devamı demek olur ki bu imkansızdır. İnsan zühdü ancak bir manevi heyecan ile yani müsbet bir hedef ile birleştirdiği takdirde ondan zevk duyar ve devam ettirir.
İslam mistisizmine panteizmin girişi zünnunu mısri beyazıdı bistami ve cüneydi bağdadi ile başlamıştır.
Cüneyd mistik hallerde şuura doğan şeylerin objektif gerçekliği olmadığı söylemektedir. Cüneyd serbest olan şeylerden önce yasak olan şeylere dikkat etmek gerektiğini belirtmektedir. Aslında tüm bunlar o çağda tasavvuf hareketlerinin şeriat sınırlarını zorlamakta olduğunu işaret ediyor ve vecd halindeki birleşmenin dünyaya dönmekle sona eren geçici bir durum olduğunu düşünüyor.
İnsanları asıl birbirine bağlayan ve onlara cemaat şuuru veren şey bu vicdan halinin dış tezahürlerinde görülen benzerliklerdir. Herkesin namaz kılması oruç tutması zekat vermesi.. cemaat şuurunun başlıca dayanakları idi sufilerin bu alışılmış benzerlikleri değersiz kılacak, dolayısıyla onları ortadan kalrırabilecek bir tefsir yoluna gitmeleri şiddetli tepkiyle karşılaşacaktır. Nitekim öyle oldu ve sufiler doktrinlerinin islama uygunluğunu isbat etmek zorunda kaldılar.
Yaklaşmayı sağlamak için uğraşanların ulema değil de sufiler arasından çıkmasıdikkati çekmektedir.
Serrac kuran ve sünnete yeri bulunmayan her türlü vecdin atıl olduğundan bahsediyor.
Sühreverdi yunan felsefesiyle Zerdüşt dinini birleştirip bunlardan mistik bir teozofi kurdu. Bu sistem de felsefe ve sihir birbirine karışmıştır. İbn tufeyl pilotinus-aristo karışımı bir felsefeye sahipti.
İbn arabinin panteist felsefesi o zamana kadar esas itibariyle ahlaki ve psikolojik neticelerle ilgili olan tasavvufu bir metafizik sistem haline getirmiş, böylece sufilik kendi başına hakikatler peşinde gezmek itibarıyle dinden ayrı bir sistem olmuştur
Massignona göre ibn arabinin iki menfi tesiri; sufi ahlakı ve sufi ilahiyatının birbirinden ayrılması ve tasavvufun sosyal fonksiyonundan sıyrılarak kapalı Batıni daireler haline getirmesi
İbn teymiyyenin, tasavvufu islamın bünyesinden çıkarmak yerine, onu İslami çerçeveye sığacak hale getirmek nieyetiyle hareket ettiğini söylemek daha doğru olur.

MANEVİ İKTİDAR VE MADDİ TEŞKİLATLAR
12.yydan itibaren müridlerle şeyhler arasındaki münasebet şekli kaidelere bağlanmaya başladı ve tarikatler birer müessese hüviyeti kazandı.
Gazali hariç tüm sufi teorisyenleri mürşidsiz hakikate varmanın imkansız olduğunda hemfikirdirler.
Doğuda bir hikayenin vukuundaki sıhhat ikinci plandadır.
Sufi teşkilatların hristiyan manastırlarından temel darkı dış hayata açık olmalarıdırç.
Ebu Bekir verrak; cemiyette 3 sınıf insan vardır; ulema ümera fukara
Tarikatlerin 12.yya kadar olan gelişmesinde..tam bir uzlet ve tariki dünya yerine halkın arasında dolaşıp onları uyarma vazifesini görmüşlerdir. Bu noktaya hristiyan tarikatlerinde rastlanmaz.
Dünya hayatında insanın çözemediği ve ahrette çözüleceğini düşündüğü birkaç problem vardır ve bunlar sufide problem olmaktan çıkmıştır.; eşyanın hakikatini dğrudan kavrayabilirsiniz. Yaratıcı ile doğrudan temasa geçebilirsiniz. Ölümün bir son değil bir başlangıç olduğu da açıkça bellidir.
Sufi harraz hz muhammede; kusura bakma Allaha olan aşkım sana olan sevgimi unutturuyor.
Prygamber vahyi veli sıfatıyla alır, peygamberlik sıfatını verdiren şey bunu tebliğ ile sorumlu olmasıdır.
Mantık fiili gerçekler tarafındfan bir yana itilmekle birlikte orada durur. Yani kaybolmaz ve ortaya çıkabilmek için fırsat kollar. İşte tasavvufu her an şeriatla çatışmaya müsait kılan durum budur. Bir şeyi prensip olarak kabul ettiğinizde onun neticelerinden kaçamazsınızç ilhamı kabul ettiğiniz takdirde ardından zahir batın ayrımı, batının zahire üstünlüğü, marifetin bilgiye üstünlüğü hemen birbiri ardınca gelecek ve nihayette bu mantık silsilesi şeyhin mükaşefesinin dinde asıl otorite olmasıyla sona erecektir.
Dinin tamam olduğu söylenmiştir. Cenabı hakla rabıta kurup doğuşlar almanın, doğru olsa bile bir tek manası olabilir; kendi ferdi imanını perçinlemek
İşte tarikatler devlet gücü karşısında kendini mağdur ve güçsüz görenlerin sığındığı yerler olmuştur.ulema kanundan başka bir şey bilmeyen, kendisine yaklaşılmayan bir hakim imajı yaratırken tarikat şeyhi baba şefkatinin sembolü olabilmektedir.
Sosyal bünyesi değişmemiş olan bazı bölgelerde cumhuriyetin ilk yıllarına kadar uzanan bu türlü muhalefet, liderlerin şahsi hırslarından ziyade kitlenin motivlerini aksettirmektedir.
Tarikatlerin 19.yydan itibaren bozulması cemiyetteki genel bozulmanın tasavvuf sahasına da aksetmesinden başka bir şey değildir.

BİLGİ MESELESİ
Kant katıksız ve empirik sezgilerden bahsediyor ki her iki halde de sezgi kendi başına bir meleke veya bilgi kaynağı teşkil etmz. Kant sezgi bilgisiyle düşünce bilgisi arasında esas farkı şu şekilde belirtiyor;sezgi bilgisi bir ve aynı anda elde edildiği halde düşünce bilgisi birbiri ardınca gelen düşünme eylemlerinden oluşur. Sezgi objeleri kavrar düşünme ise objeler arasındaki ilikileri ve eonlara aşt kuralları belirler fakat kant sadece duyulara ait sezgileri kabul ettiği için ona göre biz ancak duyulara hitap eden fenomenleri olayları bilebiliriz. Şu halde duyuların dışında akla ait bir sezgi sözkonusu değildir.
Eflatun iki ayrı dünyaya tekabul eden iki ayrı bilgi sistemi kabul eder ideşer hakiki realiteyi meydana agetirdikleri için bunlar kavramsal bilginin(akıl) konusudur. Değişen realite ise duyu verileriyle (İDRAK) kavranır.
Pilotinus b,r olandan çıkan ve ona dönen bir akış halinde gördüğü için manevilik hayvanilik ve cismanilik olarak üçe ayırır. Cismani sahanın bilgisi duyular yoluyla idraktir, hayvani sahanın bilgisi istidlal, manevi sahanınki ise sezgidir. Manevi sahada zihin ile eşya tek bir gerçeklik halinde birleşir, yani orada düşünce ile realite aynı şeydir. Buna karşılık duyular dünyası mükemmellik itibariyle manevi olandan aşağıda olduğu için ona tekabul eden bilgi de kusurludur.
Ebu nasr es serrac ulemayı üçe ayırır; ashabul hadis, fukaha, sufiyye
Sufiler bilgiyi; a)kuranın ve hadisin Batıni manasında aramaktadırlar b9bilgiyi davranıştan ayrı düşünmemektedirşer c) bilginin en sağlam yolu imandır.
Ebu bekr es sabbaka göre aklın allahı bilme gücü yoktur allahı ancal Allah vasıtasıyla bilebilir.
Sufi imanın hakikatlerine ulaşmak için bir hazırlık gerektiğine inanır ama bu dışarıdakini bulmak için değil geleni almak için hazırlıktır.
Ama düşünmediği halde kendini düşünüyormuş gibi hissdeemez.düşündüğünü bilmek ve ya kendini düşünen bir varlık olarak duymak akıl yoluyla elde edilmiş bir bilgi değil sezgidir. Sezgi bu suretle bize varlık hakıında doğrudan bilgi verdiği gibi bir taraftan da bizde doğuştan varolan fikir ve prensipleri bildirir.
Bergsona göre zeka ve insiyak birbirine karışık olmakla birlikte esasta ayrıdırlar. Zeka kabaca aletler yapabilme ve kullanabilme melekesidir. İnsiyak organik aletler yapma melekesidir(tırtılın kelebel oluşu gibi)
Bergsonun sezgi tarifi; bir çeşit zihni sempati yoluyla insanın kendini bir objenin içine yerleştirmesi ve bu suretle ondan yegane olan, dolayısıyla ifadesi imkansız buluna tarafla karşı karşıya gelmek, bunun en mükemmel örneği kendi nefsimiz hakkındaki bilgimizdir.
Bergsonun haklı olduğu iki nokta; sezgili bilginin insanda çok yüksek bir kesinlik duygusu uyandırdığı muhakkaktır. Bu bilgi pekala yanlış olabilir. Ama sezgi sahibi ondan emindir. İkincisi insiyakın zekalı düşünceye üstün olduğu bir çok haller vardır. Özellikle hayatın korunması sözkonusu oluğu zaman insiyak çok defa bizim işimiz daha çok yaramaktadır.

VECDİN PSİKOLOJİSİ
İlhamın muhtevası inanç konusu olan şeylerin doğrudan kavranarak bilgi haline gelmesidir. Sufi allahı temaşa etmek arzusuyla tutuşarak kendinden geçer, onun bu hali vecddir. Vecdin sonunda aradığını bulması vücud kavramıyla ifade edilir. Bunlarla yakından alakası bulunan tecavüd tabiri ise insanın kendini zorlayarak (zikr dans vs) vecdi araması demektir. Tecvğd içerdeki vecdin zayıf olduğuna işaret sayılmaktadır.
İnsanın taptığı şey kendisyle aynı cinsten olmadığı takdirde hüznünün nihayeti olmazdı. Vecdin çılgınlığa benzeyen heyecanları onun bir hedefe varamayışından ileri gelmektedir. Vecdin son noktası umumıyetle tevhid kavramıyla ifade edilir fakat tevhid farklı manalarda anlaşılmaktadır. Buradan hulul vusul ve ittihad manalarını çıkaranlar genelde sufiler tarafından reddedilir. Tevhidden maksat allahla birleşmek değil onun birliğini bilmektir. Mamafif vecd yoluyla ulaşılan bu bilgi insanın kendi benliğinden ve dolayısıyla dünyadan tamamen sıyrılması sonucunda tanrıdan başka hiçbir varlık hissi almayışıdır.
Allahın galebesi insanı kendi melekelerini kullanmaktan mahrum bırakır, öyle ki yapan eden artık insan değildir.
İbn sinada tevhidin kemal noktası iki derecelidir. Birinci derecede arif kah kendi ruhuna (ayna) bakarak hakikatin izlerini tanır, kah bizatihi tanrıya bakar (aynaya akseden şey) ve böylece birinden diğerine gidip gelir. İkinci derecede artık aynayı görmez olur görünen artık sadece aynadaki akistir.
Pilotinusta ontolojik bir birlik , iki varlığın birbirine karışması sözkonusudur. Şu halde ibn snada vusül nazarla olduğu halde pilotinusda temas arzusu vardır. Varlığın ittisali aranır.
Pilotinusad aşk tek taraflıdır. İnsan tanrıya muhabbet duyar ama tanrının nsana muhabbeti hakkında herhangi bir işarete rastlamıyoruz. Tasavvufta insan hem arayan hem aranılandır.
Cüneyde tevhidin manası sorulduğunda olmadan önce olduğun hale dönmektir diyor.
Hristiyan mistiklerde vecd dış görünüş itibariyle sara nöbetine benzer bir haldedir. Esas özelliği pasifliğidir, yani mistik önceden kestirilmesi imkansız bir anda birdenbire kendinden geçer.
Sufinin vecdi gazalinin anlattıklarında da gördüğümüz gibi sakin derin bir tefekkür halini aksettirir. Bazen vecdin coşkunluk şeklindekşi tezahürü de olmaktadır fakat bu halde bile sufinin karakteristik vasfı başka bir alemde olmasıdır, yoksa beden fonksiyonlarında patolojik belirtilerin ortaya çıkması değil. İslam mistiğinin bir çeşit ihtisas adamı olmasına mukabil hristiyanlıkta böyle bir ilahi lütfun kime nasip olacağı bilinmez.
Psikanalistler mistik halleri psiko nörotik araz olarak izah etmeye çalışmışlardır. Freudun…bastırılmış açık ifadesini bulamamış cinsi istekleri alır, mistik tıpkı bir psikonevroz hastası gibi bastırılmış cinsi ilcalarını başka yollardan ortaya vuran kimsedir. Mamafih batıda yapılan araştırmalar vecd halleri geçiren kimseler üzerinde yapılan araştırmalar bunların çoğunun ya henüz bulüğ çağından önce vecd hallerine girdiklerini yahud da cinsi bakımdan frijid olduklarını gösteriyor. Bir başka taraf nörotik hastanın hastalık konusundan ısrarla kaçınmasına rağmen mistiklerin kendilerini saran şey üzerinde daha fazla vüzuha kavuşmak için elden gelen her şeyi yapmalarıdır.
Mistisizm sadece vecd halinde var olup sonra ortadan kalkan bir şey değildir. Mistiğin vecdden çıkınca duyduğu sıkıntı o halin kaybından dolayı olacaktır, yoksa evvelden duyduğu sıkntılar dolayısıyla vecd aranmış değildir.
W jamesmistisizm ile dini aynı şey olarak görüyor ona göre mistisizmin izahı aynı zamanda dini tecrübenin izahı manasına gelir. Bütün dinlerin kaynağı ferdi mistikdir. Mistik veya dini şuur, şuur eşiğinin altındaki bir neftsen ayırdedilemz, onun sahası normal şuurumuzun bir uzantısı olmakla birlikte daha büyük ve daha kuvvetlidir. Freuda göre ise altşuur esas itibariyle cemiyetin hoş görmediği fakat insanın içinden gelen ve hiçbir zaman yok olmayan isteklerin hapsedildiği yerdir. Halbuki w James alt şuuru şuurun bir çöplüğü saymanın doğru olmadığını söylüyor. Alt şuur bizim şuurumuzun aydınlık sahasını saran bir kısmıdır ki burada hali hazır faaliyetimizi yöneten fikirler bşrer flaş halinde çakar.
Sezgileri ayırmak ve değerlendirmek için w. Jamesin ölçüsü; 1) iç aydınlık sağlama 2) mantıki bakımdan tatmin edici olma 3) pratik fayda ve verimlilik
Aegerter; ferdi alt şuurların uluhiyetin birer parçası olduğu söylenemez mi
Gazali; vecde esas olan iman ve itikaddır, iman ve itikadımız ne is vecdimiz odur.
Tüsterinin kuran ve hadisle teyid edilmeyen her türlü vecdin şeytani olduğuna dair iddiası psikolojik bakımdan geçerlidir. Bir insan zihnini ancak islamın verileriyle doldurursa zihnin ona açacağı dünya yine İslami olabilir.

TARİHİ SOSYOLOJİK MANZARA
İbnül cezviye göre üç büyük zınık; ebu hayan et tevhidi, maarri, ibn ravendi.
Şiiliğin iran ve ötesindeki ülkelerde kuvvet bulması İslamlaşmanın eksik kaldığı her yerde kolayca görülen bir hadisenin örneğinden ibarettir. Yerli dinlerde mistik unsurların çokluğu ölçüsünde Şiiliğe temayülün kuvvetli olduğunu görüyoruz. Kaldı ki iran daha sonraki tarihlerde büyük Sünni alimlerin yetiştiği bir yer olmuş. İrana Şiilik yine yarım İslamlaşmış göçebe kabilelere dayanan safeviler zamanında resmen hakim olmuştur. Üstelik iranı kılıç zorula resmen şii yapanlar klasik iran kültürünü temsil eden İranlılar değil Türklerdir. Şii doktrininin akademik merkezi olan kum şehri ise oraya yerleşen şii Araplardan sonra şimdiki halini almıştır.
Halk tasavvufu medrese ile irtibatı olmadığı için bütün dış tesirlere açık bulunuyor, böylece zaten bir halita durumuna gelmiş olan din büsbütün yeni ve yabancı unsurlarla doluyordu. Başta birlik amiliyken sonradan huzursuzluk kaynağı haline gelen sey halk tasavvufudur.tasavvufun medrese kontrolüne girmediği yerler şii etksine açık olmuştur.
Ev verrak derki; ulema ifsad olunca din gider, ümera ifsad olunca geçim bozulur, dervişler bozulunca ahlak gider. Ulemayı bozan hırstır, umerayı bozan adaletsizliktir, dervişi bozan riyadır. Şu halde ümera ulemaya sırt çevirince bozulur, ulema umeranın emrine girince bozulur, fukara da gösteriş yapınca bozulur.
Sufilik siyasi iktisadi çöküntünün bir sonucu değil ona karşı bir reaksiyondur.
Esas motiv İslamiyet olduğu için tasavvuf tamamen İslami bir sistem halinde gelişmiş ve sufiler bütün görüşlerini kuran ve sünnete zorlama da olsa dayandırmakta gecikmemişlerdir.
Tasavvufun İslam kültürüne en menfi tesiri en kaliteli ve parlak zihinleri kültür hayatının dışına çekmesi ve onları kısırlığa mahkum etmesi olmuştur.
..birincisi bizzat bu uyarıyı yapanşarın kitaplarında da aynı cinsten hatalar vadır ancak sufilerin o meşhur Batıni yorumları sayesinde her şey hem şeraite aykırı hem de tamamen onun içinde görünebilmektedir. İnci noktaya gelince sufi doktrini bu türlü sapmalara açıktır ve oraya bir defa giren artık her an uçurumun kenarında yürüyor gibidir.
İbn Haldun sufiyyeyi red mi kabul mü edeceğimizi tarrışırken onların iddialarını 4 ana başlık halinde topluyor birincisi sufilerin mücahede ve nefs muhasebesi yaparak bunların sonunda zevk ve vecd hallerine vamalarıdır. Bu hususta onlara ancak gıpta edilebilir. İkincisi Allahın sıfatları arş kürsi ruh vs gizli ilimlere ve varlıkların birbirinden südüruna dair söyledikleridir. Bu husustaki iddiaları ancak zevk ve vecd ile tahkik edilebilecek iddialardır. Bu yüzden söyledikleri alel ıtlak reddedilmeyip olduğu gibi bırakmak lazımdır o sözler müteşabihat kabilindendir. Üçüncüsü keramet ve tasarruf iddialarıdır ki bunları inkar edemeyiz. 4.ise ileri gelen sufilerin şeriatın zahirine muhalif görülen sözleridir. Şeriat alimleri onlara bu hususta hücum ederler ama insaflı davranmak doğru olur. Zira kendinden geçmiş bulunan kimseler muhatap ve mükellef değildirler, dolayısıyla söylediklerinin mesuliyetini taşımazlar… nitelim hallac şuuru yerindeyken şeriata aykırı konuştuğu için katline fetva verilmiştir…

 GÜNÜMÜZ VE TASAVVUF
Müsbet ilim sloganı deyişimizin sebebei bunun gerçekten bir slogan oluşudur. Çünkü 2.meşrutiyetten itibaren ilim, müsbet ilim ve fenden bahsedenlerin bundan ne anladıklarını araştrdığımız zaman karşımıza sadece hayvani iştihaları ile yaşayan maddi adaklardan başka hiçbir şey kabul etmeyen bir ilah imajı çıkmaktadır. Yetmiş seksen sene önce batıdaki manasıyla hemen hiçbir ilim adamı olmamasına rağmen ilimi kimsenin dilinden düşürmemesi…dikkat çekici bir hadisedir.
İlmin en muazzam eserlerini verdiği ülkelerde bile aralarında münasebet bulunmakla birlikte bilgi sahası ile değerler sahası ayrı kaldığı halde türkiyede ilimin yeni bir hayat için değerler yaratması istendei. İlim değer yaratamazdı ama müsbet ilim ideolojisinden bazı değerler çıkabilirdi. Bu değerlerin ilkel materyalizm etrafında şekillenmesi ise kaçınılmazdı. Kültürümüzdeki dejenerasansı birtakım ahısların fitnelerine bağlayanlar, bu noktayı gözden kaçırmakta ve sosyal bir hastalığı ferdi niyetlerin gerçekleşmesi gibi göstermektedir. Hakikatte bizim suçlamaya kalktıklarımız selin önüne katılmış kütüklerden başka bir şey değildir.
Şeri ilimlerin metodu akli olduğu için onlara ait hükümlerin münakaşası ve kusurlarından arındırılması mümündür, aklın kaideleri mutasavvıflar dahil herkes için aynıdır. Şeri ilimlerin yolu ile tasavvuf yolu ilim ve sanat arasındaki farka benzer.

Hazırlayan: Şükrü Atsızelti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder