Kur'an'ın İslam'ı, insanın bir hiç olduğu semavî kaderin yerini, insanın temel bir role sahip olduğu insanî kadere vermiştir ve bu en büyük devrimci ilkedir;aynı zamanda İslam'ın, insanlığın dünya görüşünde, hayat felsefesinde ve dinî antropolojisinde meydana getirdiği ilerici ve yapıcı bir ilkedir.
Ali Şeriati, Biz ve İkbal, sf:38
Birey, toplum kervanı ile birlikte hareket etmektedir ve kendisine ondan ayrı bir yol çizemez. (sf:41)
Bireysel vicdan ile kitlesel vicdan birbirinin karşısında yer alır ve sürekli olarak karşılıklı bir etkileme ve etkilenme halindedirler,illet ve malul,malul ve illet arasında bir bağ vardır;yani illet aynı zamanda ötekinin malulü ve illet aynı zamanda berikinin illetidir. (sf:45)
Klasik anlamda irfanî duygunun, nefis tezkiyesinin, bireysel ıslaha yönelmenin ve dinî takvanın kılıca ihtiyacı yoktur. Çünkü böyle bir işi her rejimde ve her şart altında yapmak mümkündür. (sf:50)
Bu dinin peygamberi, kendisini Zerdüşt, Mani, Mazdek ve Konfüçyüs gibi bu saraylara atmak için ortaya çıkmadı; sarayın şairleri, nedimleri ve efendileri arasında oturmak için gelmedi; orayı yıkmak, viran etmek için geldi. İslam peygamberi bu dünyaya gözlerini açar açmaz, Fars ateşkedesinin sönmesi ve Medâyin sarayının burçlarının yıkılması, İslam’ın bu dünyaya ve bu topluma karşı bakış açısının ve misyonunun ne olduğunu ifade etmektedir.
Ne yazık ki İslam’ı bugünün ruhu ve diliyle anlatmaya çalışan, zamanımızın ruhuna uygun düşen ve moda haline gelen her türlü zevke ve düşünceye ilgi duyan bazı Müslüman aydınlar arasında, dünya barışı, barış içinde bir arada yaşama, taassupsuzluk, özgürlük, büyün düşüncelere ve inançlara saygı gibi şeyler moda olmuştur. Hatta çağdaş edebiyatçılardan birisi bana: ‘Sen kendi inancını tebliğ ederken bir başkasına iftira etmiş oluyorsun, yani sen batıl üzeresin’ demişti. Hâl böyle olunca bizim Müslüman aydınlarımız veya taze aydın Müslümanlarımız, kendilerini liberalistlere, demokratlara ve hümanistlere şirin göstermek için, İslam ‘silm’ demektir; ‘silm’ yani barış; barış da sınıflar, dinler, düşünceler ve inançlar arasında uzlaşma ve anlaşma içinde yaşamak demektir, demeye başlıyorlar.
Acaba!? İslam barış değildir, İslam savaştır. Papazların, sömürgecilerin, aydın bozuntularının yapıp ettiklerinden korkup olduğumuz yere çakılmamalıyız. İslam’ı süsleyip püsleyerek, güncelleştirmiş gibi yaparak varılacak bir yer yoktur. Gerçeği olduğu gibi tanımak zorundayız; birilerinin beğendiği gibi değil. Cihat, bir savunma şekli olarak açıklanamaz. Savunmanın başka hükümleri vardır cihadın başka hükümleri. İslam, Adem’den tarihin sonuna, ahir zamana dek sürecek bir hak batıl savaşıdır. (sf:53)
Süs düşkünlüğü, uygar olmayan ilkel toplumların düşünce ve ruhunun temel taşlarından birisidir. Modern bedevinin süsüyle modern olmayan bedevinin süsü birbirinden farklı değildir. (sf:55)
Modern kadın, eski para sahibi boş kadının ta kendisidir; aynı komplekslere, aynı eksikliklere, aynı gösterişlere sahiptir; komplekslerini kırmak için aynı sahte araçlara tevessül eder: Teşhir ve taklit. (sf:64)
Çünkü bu efendi, kendisini Müslüman olarak hissedecek olursa, kendisini bir anda 1300 yıllık bir tarihe, düşünceye, uygarlığa, kültüre,sanata,dehaya ve hamasete bağlı bulacak. Artık onun sırtına kimse binemeyecek. Öyleyse şahsiyetini bırakması için, tek arzusu Avrupalıya benzemek olan papyonlu bir modernist olabilmesi için ona kültürünü bıraktırmak gerek. Çünkü kendi kültürünü, tarihini, maneviyatını, fikri , medenî, ahlakî ve hamasî şahsiyetinin zenginliğini ve büyüklüğünü hisseden bir Müslüman hiçbir zaman Avrupa’nın şaklaban maymunu olmayacaktır.(sf:67)
Gerçekçi olmak,toplumsal yargıları dünya aydınlarının eserleri üzerinden değil, halk kitlelerinin içinden çekip çıkarmaktır; kitap metinlerini değil, halkın içini okumaktır. (...) Gerçekçi aydın, idealistlerden farklıdır; yani kendi içsel inancını ve zihinsel eğilimini toplumun somut gerçekliğiyle değiştirmeyen kimsedir. (sf:85)
Ne var ki "üçüncü dünya" günümüzde artık sadece jeopolitiğin dillere düşürdüğü bir isim veya kapitalist batı ile Marksist doğuyu birbirinden ayıran coğrafi bir sınır değildir. Aksine Fanon'un büyük bir heyecanla kurmayı arzu ettiği üçüncü bir yol bulma kavramıdır. (sf:114)
"Hepsi geri döndüler, kanlı ve toza bulanmış pençeleriyle mezarlıktan geldiler. Hiçbirini tanımaya imkan yok. Birbirlerinden ayırt etmek mümkün değil. Hepsinin yüzünde maske var. Yırtıcı hayvanları bile korku ve hayret içinde ürküten yeni zuhur etmiş,maskeli canavarlar.. Ne korkunç ve karanlık bir dünya! Ne su var, ne ayna, ne de bir yıldızın göz kırpması. Onlar yalnızlığımızı, umudumuzu, hatta geçmişteki guzel anılarımızı bile bizden çalıp götürdüler.
Güneşli ve sıcacık gençlik günleri! Tanrı'nın çadırımızın üstünü bir kandil gibi aydınlattığı, karanlığı ve soğuğu yakıp yok ettiği günler..ve biz o çadırın altında ne hikayeler anlatıyorduk aşktan yana ve ne arzular besliyorduk başımızda. Seninle benim ekmeğimizi bölşeceğimiz, rahat nefes alacağımız, birbirimizi seveceğimiz, mutlak iyilik, güzellik ve hakikat olan, hayata ve dünyaya anlam veren Tanrı'ya aşkla tapacağımız yarınların arzusu.
Oysa şimdi, onlar kanlı ve toza bulanmış pençeleriyle yeniden geri döndüler mezarlıktan! Şimdi aşk, özgürlük, eşitlik,bilinç, barış,halk,güzellik, hayır,hakikat,kemal,iman ve değer sözcüklerinden Tanrı için ve insan için bir ağıt yak."
Chandell.
(sf:119)
Hazırlayan: Zeyneb Aybüke Koyuncu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder